Prof. Dr. Sinsi
|
İkinci Cumhuriyet Nedir?
İkinci Cumhuriyet Nedir?
Cumhuriyet, "halkın doğrudan ya da seçtiği temsilciler aracılığıyla egemenliği elinde tuttuğu yönetim biçimi" olarak tanımlanıyor
Ne var ki, "halkın egemenliği" demokrasi olmadan sağlanmıyor Ve pekişmiyor
1923 Cumhuriyeti de gerçek bir halk egemenliğinin oluşmasını sağlayacak olan "demokratik" özden kopuk olarak ilan ediliyor
Pratik yararı, Osmanlı Hanedanı'nın elinden iktidarı almak oluyor Saltanat, babadan oğula geçemiyor Osmanlı sülalesinin tekelinden çıkıyor
Ama halka da yar olmuyor Çünkü, Cumhuriyet "tek adam" ve "tek parti" yönetimine dayalı bir diktatoryaya dönüşüyor Halka Cumhuriyet Halk Fırkası dışında bir partiye oy vermek hakkı tanınmıyor Çoğulcu bir seçim hakkından yoksun bırakılıyor
Zaten, "devlet kuran parti" olarak nitelenen Cumhuriyet Halk Fırkası'nın da ideolojisini oluşturan "altı ok"da demokrasi yok Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, devrimcilik ve laiklik var ama "demokrasi" yok
Cumhuriyet, demokrasi ile beslenmediği zaman sadece iktidar savaşında "siyasal" bir manevra olarak kalıyor Nitekim, 1923'de de iktidar genelde askerlerin elinde, özelde de Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında toplanıyor Osmanlı'nın tekelinden çıkıyor
Demokratik bir cumhuriyet kurulabilseydi, çoğulcu bir rejime kavuşulacak, halkın devleti denetleyen egemenliği doğacaktı
Yetmiş yıla yakın bir süreyi, demokratik nitelikten uzak bir anlayışın etkilemiş olması cumhuriyetimizin doğuşundaki bu eksiklikten kaynaklanıyor Devlet yeniden belirlenirken demokrasiden nasibini alamıyor Askeri nitelikleri ağır basan, Osmanlı'nın yönetim mirasını içinde barındıran bir devlet yapısı oluşuyor
Örneğin, "halk egemenliğini" hayata geçirecek olan "seçimler", tek partili bir sistem tercih edilmesine rağmen, olması gerekenden çok farklı bir biçimde gerçekleşiyor
Seçim sistemini Çağlar Keyder şöyle anlatıyor:
"Adına seçim denen bir mekanizma yoluyla atanan mebuslardan oluşan bir meclis vardı İki dereceli seçim sistemi, seçilen bir grup erkeğin (kadınların oy hakkı yoktu) kendilerine Ankara'dan yollanan listeyi onaylamaları anlamına geliyordu Böylece, mebuslar Meclis'te hayatlarında hiç görmedikleri uzak köşeleri temsil ediyorlardı Bu sıkı kontrole rağmen (daha doğrusu bu kontrol nedeniyle) yasama için mebuslara pek ihtiyaç duyulmuyordu: Hükümet ne Meclis'e karşı sorumluydu ne de yasama inisiyatifine ihtiyacı vardı Mebuslar çok kısa sürelerle çalışıyorlar, herhangi bir kanunun Meclis'ten geçmesi için on-onbeş dakika yetiyordu Bürokratlar sınıfı içindeki görünür rakipler tasfiye edilmekle kalmamış, her türlü denetim, muhalefet ve rekabet mekanizması da bertaraf edilmişti Bu sınıf içi mücadelenin evrimi belki de bürokrasinin ekonomiyi denetlemekle göreli bir hareketsizlik içinde olmasına yol açan en önemli etmendi " (ÇAĞLAR KEYDER Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, 1989, İstanbul, S 72)
Bu uygulama, 1923 Cumhuriyeti'nin özelliklerini de saptırır Onu "demokratik cumhuriyet" anlayışından çok daha farklı kılar Bu özelliklerini Taha Parla son çıkan kitabında şöyle niteliyor:
"Cumhuriyetçilik, anti-monarşizm ve anti-teokratizmdir Bu kadarı elbette ileridir, ilericidir Ama Kemalist cumhuriyetçilik bundan ibaret değildir İçi karizmatik şef sistemi, fiilen de resmen de hiyerarşik alt-şefler sistemi, tek-particilik, güdümlü seçim ve millet meclisi vb ile doldurulmuş, anti-demokratik bir cumhuriyetçiliktir Geleneksel siyasal kurumların ve meşruiyet teorisinin (saltanat-hilafet) yerine, ulusal egemenlik retoriği içinde, ulus egemenliğinin yönlendiricisi, hatta belirleyicisi olan şefin partisinin iradesi konmuştur "
(TAHA PARLA -Türkiye'de siyasal kültürün resmi kaynakları- Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve CHP'nin Altı Ok'u -İletişim Yayınları, Kasım 1992-İstanbul- Sayfa 325-326)
Cumhuriyet'in bu "bürokratik" yapısı, onun sadece siyasetin değil, ekonominin de "patronu" yapar
Cumhuriyet'in kuruluşunda da belirleyici olan ordu'dur (Taha Parla, a g e , s 171)
Bürokrasi, Osmanlı Hanedanlığı'nın elindeki sarayın yerini almış, padişahın egemenliğini ikame etmiştir O nedenle, bizim cumhuriyetimizi, sadece siyaseten değil, ekonomik olarak da incelemek, birinin diğerine nasıl tutamak yapıldığını görmek gerekir
Bu ikili sarmal, birbirini payandalayarak, hem rejimin özelliğini oluşturmuş hem de egemenliğinin rahatça sürdürülmesini, kendini yeniden üretmesini sağlamıştır
Bugün, "İkinci Cumhuriyet" tartışmalarında da, sürekli ve bazen de kasıtlı ihmal edilen en önemli noktalardan biri budur Demokratik ve çoğulcu bir toplumu oluşturmanın temel şartı, bizim devletin elindeki ekonomik egemenliğe öncelikle son vermek, onu sistemin tek belirleyicisi olmaktan çıkarmaktır Ekonominin vanalarını elinde tutan ve geleneksel anlayışı itibariyle de bunu bırakmak istemeyen asker-sivil bürokrasi, bu nedenle"devletin küçültülmesi" önerisine iyi bakmamaktadır
Ekonomik egemenliğine son verilmedikçe, devletin yasakçı kural koyuculuğu da sona ermeyecektir tabii ki  
Bizdeki "devletçiliğin" nasıl bize özgü "özel" bir devletçilik olduğunu, Levent Köker şöyle vurguluyor:
"Kemalizmde bir tek-parti rejimini meşrulaştıracak hiçbir kalıcı öğenin bulunmadığı savının aksine, halkçılığın ve devletçiliğin bu boyutları, çok partili batılı bir demokrasiye izin vermeyi güçleştiren kalıcı öğelerdir Devletçiliğin salt bir iktisadi politika ilkesi olmanın ötesinde, "siyasi fikri nazımlık" görevini de içermesi, Kemalizmin Türk toplumunun gelecekte erişmesini tasarladığı hedefler arasında, iktisadi kalkınmaya, ulusal-merkezi devletin güçlendirilmesine öncelik verdiği, demokratikleşme ile "bireysel özgürlük" ideallerinin, konjonktürel dalgalanmalara tabi ikincil bir konuma sahip olduğunu gösterir niteliktedir " (LEVENT KÖKER, Modernleşme Kemalizm ve Demokrasi, İletişim Yayınları, 1990, İstanbul, s 121)
Saydamlık Yasak
1923 rejimi, hükümet programlarında "Kemalist Rejim" olarak niteleniyor
Örneğin, 1 Kasım 1937 tarihinde göreve atanan Celal Bayar Hükümeti'nin programı, "şef"in ekonomi ile ilgili görüş ve direktiflerini şöyle anlatıyor:
"Bu yalnız Kemalist rejimin fikirlerde ve düşünce tarzında başardığı muazzam inkılabın değil, Türk tüccarına, adı bu memleketin en yüksek idealinin sinonimi olan şef tarafından verilmiş en şerefli en büyük ve o nisbetlerde mesuliyetli milli vazifenin ifadesidir
Bunu bütün ticaret alemimiz, şükranlarla ve çok derin bir huzur içinde karşılamıştır
Kemalist rejim, mülkiyet, ferdi mesai ve çalışma kıymetini, ekonomik politikasının esası olarak almaktadır Kemalist rejim, ekonomiyi bir teknik diye kabul etmektedir
Fakat Kemalist rejim milli menfaate uymayan, devamlı bir şahsi menfaat kabul etmemektedir ve etmeyecektir " (HÜKÜMETLER VE PROGRAMLARI, Cilt 1 (1920-1966), TBMM-ANKARA, 1988, s 62)
1923 Cumhuriyeti, 1937 yılında hala "Kemalist rejim" olarak anılmaktadır
Bu "tek adam" anlayışı, sistemin kendini denetleyerek özgürleştirme şansını azaltmıştır Her türlü özgür düşünce sistemin dışına çıkarılmıştır Rejimin sahibi "ordu" olduğu için, bu, Atatürk'ün ölümünden sonra da, rejimin bir gereği olarak devam edegeldi
Nitekim, Türkiye'nin kısa "demokrasi" tarihine üç darbe sığdı
Kromozomlarındaki nitelikleri araştıramayan ve buradaki zaafiyetleri gideremeyen bir toplum olarak kaldık
"İkinci Cumhuriyet" kavramının önemli özelliklerinden biri 1923 Cumhuriyeti'nin "saydam" olamamasının altını çizmek için "İkinci" sıfatını kullanmasıdır Yeni ve saydam bir özeleştiri imkanını toplumun kendi kendine tanımasını sağlamak amacıyla, "İkinci Cumhuriyet" denmektir
Çünkü birincisinin asli sahibi, sürekli, ordu olmuş ve toplumsal özeleştiriyi iyi gözle görmemiştir
Bu, ta 1924'ten gelen "kötü bir huy"dur Anti-demokratik bir göz korkutma bizim "siyaset geleneğimize" saklanmış ve çarpıklıkların "eleştirilerek" yok edilmesine hiçbir zaman "yeşil" ışık yakılmamıştır
Sistemin, "eleştirisine" nasıl baktığını, şu satırlardan izleyebiliriz:
"1924'ten sonra Kemalist grup gittikçe daha sekter biçimde davranarak önce eski İttihatçıları tecrit etmeye daha sonra da Mustafa Kemal'in muhtemel rakiplerini pasif konumlara itmeye girişti Bu girişim iki aşamada tamamlandı: 1924'te, Meclis'te Mustafa Kemal'in kişisel yetkisini denetlemeyi ve sınırlamayı, tek başına iktidar olma eğilimini önlemeyi amaçlayan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştu Bu parti, kuvvetler ayrılığı ve Meclis'in hükümet üzerindeki kontrolünün artmasını savunuyor İstiklal Mahkemeleri'nin temsil ettiği keyfi yargı yetkisine son verilmesini istiyordu Kemalist kanat Kürt isyanını fırsat bilerek bu partiyi kapattı ve milliyetçi hareketin eski kahramanları olan önde gelen üyelerini yargı önüne çıkardı 1926'da Mustafa Kemal'i hedef alan bir suikast teşebbüsü, hakim kanat karşısında hala bir tehlike oluşturdukları düşünülen İttihatçıları içine alan bir fesat senaryosunun sahneye konulmasına imkan verdi Yargılamalar sonucu önde gelen İttihatçıların bazıları asıldı, beraat edenler ise Mustafa Kemal'in ölümüne kadar siyasal hayatı terk etti Böylece, İttihatçılardan Kemalist gruba girmemiş olanlar tasfiye edildi 1927'de de, potansiyel rakiplerden bir grup daha sürgüne gönderildi ve bunlar kişisel olarak bağışlanmadıkları sürece ülkeye dönemedi Kemalist kanat kendini, ancak 1929'da bu baskıları mümkün kılan Takrir-i Sükun Kanunu'nu askıya almaya yetecek kadar ölçüde güçlü hissetti " (ÇAĞLAR KEYDER, a g e , s 71)
|