Yalnız Mesajı Göster

Dünya Edebiyatı-Arap Edebiyatı

Eski 10-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Dünya Edebiyatı-Arap Edebiyatı




“Edebiyat” sözcüğü Arapça kökenli olan “edep”ten üretilmiş Osmanlıca bir terimdir Çağdaş Arapça’da da çok nadir olarak kullanılan bu deyim de Osmanlıca’dan alınmıştır Osmanlı dil kalıbı içinde baktığımızda “iktisadiyat”, “ictimayat” ve benzeri kelimeler gibi “edebiyat” kelimesi de sonradan uydurulmuş bir özellik taşımaktadır

Arap edebiyatı denince akla doğal olarak şiir gelir Gerçekten de şiir, Arap edebiyatının neredeyse yüzde seksenini dolduracak bir zenginliye sahiptir Roman ve benzeri türler Arap edebiyatı için henüz yeni sayılmaktadır Arap şiirinin merkezinde ise “kaside” bulunmaktadır Kasidenin seçilmesi konu olarak bir şeyi anlatmaya daha müsait oluşudur Klasik Arap şiiri Aruz üzerinde kurgulanmaktadır Aruz’un ilk kez kalıplaşması İslam’dan sonradır Yaklaşık VIII Yüzyılda İmam Halil b Ahmet (öl 786) isimli bir alim tarafından o zamana kadar kullanıla gelen Aruz düzenlenmiş ve ona ilmi bir içerik vermiştir Aruz, Araplara göre, “ilmü’ş-şi’r”, yani şiir ilmidir; manası “çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelmektedir Bu Eski Türkçe’de “orda” sözcüğüne denk gelmektedir Arapçada aruzun 19 bahiri ve 6 dairesi bulunmaktadır İran ve Türk edebiyatında ise 14 bahir ve 4 daire vardır Her bahir bir kalıptan, birkaç neviden ve sınıflamadan oluşuyor Örneğin hecez bahrinin birden fazla nevi vardır İran edebiyatında hezecin 24 kalıbı gözükmektedir Türk edebiyatında Aruz’un bütün çeşitlerini kullanan Fuzûlî’dir Bu kalıplaşma Arapça’nın dil yapımından ileri gelmektedir

Roman sözcüğü ise Arapça’da kullanım olarak yeni değildir Araplar bu kelimeyi “kıssa” olarak telaffuz ederler Kıssa, örnek bir ismin üzerine kurgulanır ve onun yaşamını konu alırdı Klasik Arapça’da bu isim genelde peygamberler olmuşlardır “Kıssa-i Enbiya”lar serisi bir nevi “peygamberler romanı” demektir Ama klasik “kıssa” ile, günümüzde kullanılan roman karşılığı “kıssa” arasında burada üslup ve terkip farkları bulunmaktadır En büyük farkı şu, ilkinde yazarın görevi sadece anlatmak ve aktarmaktır; ikincisinde ise kurgulama ve yeniden tanımlama da vardır

“Hikaye” ise Arapça “uksûsa” demektir Bin Bir Gece masallarında binlerce hikaye yer almaktadır Hikaye, aslında bir “kanıtlama” biçimidir Eski düşüncede “söz” kendisi kanıttır Yani bir şeyin nesnel tanımıdır Örneğin, “ağaç” sözü, ağaç türünden bir bitkinin isim olarak kanıtıdır Ama sözcüklerin hepsinin görülür varlık nedenleri olmayabilir Yani, soyut özellikli sözcükler de bulunmaktadır Örneğin “hayal” sözcüğü Varlıksal anlamda görülür bir mevcudiyeti olmayan bu sözün, işlev ve gerçeklik nedenleri vardır Hikaye, işte sözcüğün bu ikincil yapısının kanıtlama biçimidir Bu anlamda konuşan her kes hikayeci olabilir Hikayeci olmak için “tam anlamlı” bir tanıma genişlik kazandırma yeterlidir Örneğin, bir şey konuştuğumuzda onun önemine vurguda bulunmak için bir olay anlatırız Bu anlama genişlik kazandırmak için başvurulan ek anlatım hikayedir Bu halk konuşmasından alınmış bir tanımlama ve kanıtlama yöntemidir Örneğin, “insan olmak onun zatinde vardır” tanımına daha geniş bir anlam kazandırmak için “eşeğe altın semer vursan yine de eşektir” misalini getirirler Bu söylenen bir şeye ilaveten bir güç kazandırmadır Veya, “ahlaki güzelliğin” ne olduğunu anlatırken peygamberin yaşamından bir olayı örnek sunmaktır Yani, hikaye, bir anlamın geniş bir alanda savunmasıdır Bunun en tipik örneklerini günümüz düşüncesinde de buluruz Söz gelişi, Sait Nursî’deki kanıtlama türü hikayedir Örneğin, Gençlik Rehberi risalesinde “ismin” öneminden söz ederken, bir de çöle düşen iki insanın hali anlatılmaktadır Ama ilmi açıdan kanıt olarak hikayenin sunulması sorunludur Çünkü, bir şeyin kanıtı kendisi olamadığı sürece, sorunun diğer anlamlar üzerinde yayılmasına neden olmaktadır Bu yüzden din adamlarının anlatımında sunulan hayati ve ilmi bir şeye ilişkin katılama olarak hikayeye baş vurmak üslup olarak bir eksikliktir İşte “hikaye”nin tanımı böyle bir şeydir

Arap edebiyatı en zengin dönemini İslam’ın ortaya çıkmasından sonra yaşamıştır Özellikle de, hicretin II Asrından sonra muazzam bir edebiyat örneği ortaya çıkmaktadır Ama, ne denli zengin olursa olsun, edebiyat son yüzyıla kadar hep seçkin öğretisi olarak kalmıştır Arap edebiyatı Osmanlı’lar döneminde korunmuş ve etkisinden bir şey kaybetmemiştir Arap edebiyatında görülen büyük değişim ve ona çağdaş tanımını kazandıran tarih XIX Yüzyıldır Bu farkı, değişimi, olumlu ve olumsuzluklarını ortaya koymak için Arap edebiyatını ülkelere göre izlemek en doğru olanıdır


Alıntı Yaparak Cevapla