Yalnız Mesajı Göster

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi

Eski 10-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi




Balkayalar Efsanesi

Yöre: Hakkari

Çiyayê Govendê, Balkayalar ya da gerçek adıyla Jüliya Dağı'nın Efsanesi; Bulutların ve sisin dostu, gökyüzünün komşusu

Bahar hep vakitsiz gelir Erken ağarır dorukları, ve toprak güneşe hep geç kavuşur Yüreklerin umudu, umudun açısı, kıvılcımı gözlerin, gülümsemesi dudakların dün, bugün ve yarın

Sessiz ve güzel, süslü rengarenk

Ulaşılmaz, ama çok tanıdık Namları yürümüş de yürümüş dağlarımız ve her birinin onlarca masalı, söylencesi, efsanesi vardır Savaş, kahramanlık ve yaşam üstüne Ne tarih doğrular ne de akıp giden zaman untturur onları

Bazen insanlaşır Cudi, Nuh olur, bazen Xecê û Siyamend Sipanlaşır

Biz duymamış ya da öğrenmemiş olsak da her dağın kendi bağrında dönüp duran bu masal ve efsanelerinden biri de benim anlatacağım Juliya Dağı'nın Efsanesi'dir

Juliya Dağı Şemdinli'nin Derecik Beldesi'nde Baklayalar ya da Çiyayê Govendê adıyla tanınır

Dağın tepesi bir kral tacı gibi kayalarla çevrilidir Uzaktan bakıldığında kol kol girmiş insanların oluşturduğu yuvarlak bir halayı andıran bu kayalardan dolayı Çiyayê Govendê (Halay dağı) adıyla anılır

Yine, bal peteğini çağrıştıran bir başka görüntüsünden dolayı Bal kayalar ismi de yakıştırılır Fakat, dağın bölge halkı arasında hala kullanılan gerçek ismi Juliya'dır

Niçin Juliya ?

Juliya nedir ya da kimdir? Bu soruların cevaplarını içinde taşıyan efsane ilden dile, kulaktan kulağa günümüze kadar gelmiştir

Eski tarihlerde Govend Dağı'nın gölgesinde, görkemli bir saray yükseliyordu Sarayın sahibi mirin tüm işleri yolunda gidiyor, mir halkıyla beraber gamsız, sorunsuz bir hayat sürdürüyordu

Mir, yılların yorgunluğuyla takatsız kalmış, yüzünde bu yorgunluğun izlerini taşıyordu Fakat o mağrur ve muzafferdi, gerçekleşmesini istediği son bir arzusu kalmıştı, Oğlunun mürüvveti!

Mirin tek oğlunun adı Mirg idi Onun için oğlu bir yana dünya bir yanaydı

Bir gün oğlunu yanına çağırttı ve ona:

-"Sevgili oğlum! biliyorsun sen benim canım ciğerimsin"dedi, durakladı, yanağını hafifçe okşadı, bir süre çevresini düşünceli gözlerle süzdü

Konuşmasına devam etti:

-"Görüyorsun, artık yaşlandım Unumu eledim kepeğimi döktüm, bu dünyadaki misafirliğim bir iki yıl daha ya sürer ya sürmez Allah biliyor ebedi yolculuğa çıkmadan gerçekleşmesini istediğim tek bir arzum var”der

Bu konuşmalar karşısında Mirg şaşırdı, aceleci bir konuşmayla:

-"Allah uzun ömür versin baba Canım ve ruhum senin yolunda feda olsun,

emrindeyim, her ne isteğin varsa eksiksiz yerine getiririm"dedi

Hafif bir gülümseme Mir'in yüzünü aydınlattı, sevincini gizlemek istese de gözlerindeki pırıltı kaybolmadı Tok ve yumuşak bir sesle:

-"Yaşın 20'ye yaklaştı Sen artık yetişkin bir adamsın ve benim yerime geçmeye hazırsın Fakat bundan önce senin düğününü yapmak, çocuklarını görmek istiyorum"dedi

Mirg bu konuşmalar karşısında utandı, babasıyla göz göze gelmemek için başını eğdi Bir süre sonra başını kaldırdığında babasının gözlerindeki ışıltıya takıldı gözleri

-"Sen herkesten daha iyi bilir, daha iyi görürüsün, söylediklerini yerine getirmek için kayıtsız ve şartsızım"

Mir tahtından inip Mirg'i kucakladı Göz pınarlarından akan iki damla yaş yüzünde dağılıp kuruyuncaya kadar onu bırakmadı Mirg'i kollanırdan tutup konuşmaya başladı:

-"İhtiyar babanı, onurlandırdın, mutlu ettin, yüreğim, kafesine sığmıyor artık Çok sabırsızım Durma, ne kadar mir bey varsa hepsine git, gelinim olacak kızı bul Haydı git, durma"

Mirg, babasının odasından karışık duygularla dışarı çıktı İnce sarı bıyıklarını sıvazladı, bir anda büyüdüğünü yüreğinin gümbürdediğini hissetti "Ben erkeğim, delikanlıyım, damat olacağım" diye geçirdi içinden

Öte yandan babasının ihtiyarlamış olması onu üzüyor, sevincine gem vuruyordu Yol hazırlıklarına başlarken, bir yandan da hala bunları

düşünüyordu

Birkaç gün sonra mirin oğlu koynunda mirin fermanı, yanında birkaç süvariyle, babasının arzusunu yerine getirmek için yola koyuldu

Dört nala sürdü atını

Mirg yüksek dağları, derin vadileri, geniş ovaları aştı; tehlikeli uçurumlardan, coşkun nehirlerinden geçti Uzak yakın tüm ülkelere misafir oldu, her ulaştığı yerde iyi karşılandı Babasının dostları onun arzusunu yerine getirmek için her türlü yardımda bulundular Fakat ne yazık ki, mirin oğlu gönlünün aradığını bulamadı

Mirg üzgün, kırgın aylar ve yıllar boyu gezip durdu

Köy, kasaba, zoma ne kadar yer arsa altını üstüne getirdi, yine de şans yüzüne bir türlü gülmedi Yüreği hiç bir kapıda konaklamadı

Böylelikle iki yıl iki ay geçti, mirin oğlu çaresiz atını baba ocağına doğru sürdü

Mirin oğlu vatanına yaklaştıkça yüreğindeki boşluk büyüyor, düşünceleri beynini kemiriyordu Mirin tek oğluydu, bolluk ve hoşluk içinde büyümüş, her isteği elinin altına gelmişti Yakışıklı, fidan boyluydu

Oysa şimdi serin bir rüzgar bile yüzüne esmiyordu

Babasının "Yalnız ölüm dermansızdır" sözü aklına geliyordu; eskiden inandığı bu sözün şimdi yalan olduğunu düşünüyordu Yüreğindeki mutsuzluk dermansız bir yaraya dönüşüyordu, her şey ne kadarda garipti

Bu düşüncelerle vatanına doğru bir sıra dağı daha aştı, üç dört saatlik ya da fazlasıyla yarım günlük bir yolu kalmışken uzakta bir köy gördü, şaşırdı Bu tanıdık yer aklını başına getirdi, çevresine bakınınca, fukaralık içinde birkaç ev gördü, bu köyden defalarca, ama hep dört nala geçtiğinden ne şirinliğini ne fukaralığını fark edememişti



Alıntı Yaparak Cevapla