Yalnız Mesajı Göster

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi

Eski 10-23-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi




Evlerden birine yaklaştı, ömründe ilk defa bu kadar fakir bir ev görüyordu Yırtık elbiseli çocuklar bağırıp çağırıyor, baharın renklere bezediği çayırda koşuşturuyorlardı

Kamburu çıkmış bir ihtiyar, bastonuna dayanarak Mirg'e doğru yürüyüp eliyle selam verdi:

-"Hoş geldin mirin oğlu, iki gözüm üstüne buyur otur, bir ayran iç susuzluğun

geçsin"

Mirg atının yularını kendine doğru çekip durdurdu, ihtiyarın yanında atından indi, tokalaştılar Evin önündeki dut ağacının altına oturdular İhtiyarın komşuları da birer birer selam verip yanlarına oturdular Kimse konuşmuyordu Mirg köylülere durumlarını geçimlerini sordu; iki yıldır göremediği babasından bir şeyler öğrenmeye çalıştı

Düşünceliydi, gözleri uzaklarda bir şeyler arıyordu

Bir sesle irkildi,

-"Buyur ayranını iç"

Mirg başını bu tatlı yumuşak, titrek sesin sahibine doğru çevirdi Elinde ayran tepsisini tutan genç kızı görünce irkildi, yüreği titredi Yorgunluktan ışığı sönmüş, gözleri ışıldadı

Karşısında emsalsiz bir güzellik duruyordu

Pürüzsüz ay parlaklığında bir yüzün ortasında elmasi gözler, insanın yüreğine oturan bakışlar, hafif aralık dudakların arasında parlayan mercani dişler, zülüfler, omuzların üzerinden göğüslerine inen örükler

-"Buyurun"

Bu utangaç ses Mirg'in tüm bedenin titretti Kız ayran tepsisini biraz daha yaklaştırdığında, Mirg nergis kokusu hisseti,

-"Kimsin sen, adın nedir?"

Mirg'e bakmadan alçak bir sesle karşılık verdi kız:

-"Ben Juliya'yım"

Hızlı adımlarla uzaklaştı Mirg kırımızı, eski bir fistan giymiş, ince belli Juliya'yı gözden kayboluncaya kadar inanamaz gözelerle izledi Eğer bu bir rüya ise uyanmamalıydı Bir süre sessiz oturdu Ayranını içtikten sonra, köylülerden hatır alıp, atına bindi

Juliya'yı arayan gözleri evin kapısında çakılı kaldı, atı yürüdü

İki yılı aşkındır gülmeyi unutan mirin oğlu, şimdi kanatlanmış bulutlar üzerinde uçuyordu, keyiften dudakları birbirine değmiyor sürekli gülüyordu

Kendi kendine "Bu ne iştir tüm dünyada arayıp bulamadığım gönlümün sultanı gözlerinin önündeymiş Ah Juliya ah! keşke seni daha erken tanısaydım"

Kuşkusuz mirin oğlu ilk görüşte Juliya'ya aşık olmuştu Fakat iyi bildiği bir şey daha da vardı; Fakirlerin kızı mirlerin dengi olamazdı

Ya aşk sınır tanır mıydı?

Hayır, Mir kendinden emindi, babasını da tanıyordu Onu ikna edeceğinden emindi, atını kamçıladı

Juliya ile Mirg'in yavaş yavaş örülüyordu Mir oğlunun dönüşünden çok mutlu olmuştu Mirg ona Juliya'dan bahsedince biraz kırılmış; ama oğlunun arzusunun karşısında durmanın faydasız olduğunu çabuk anlamıştı

Bir kaç gün sonra Juliya'yı istemek için yollara düşecekti

Juliya'nın Mir gelini olacağı kısa zamanda her tarafa yayıldı Bir çok kişi bunun gerçekleşeceğine inanmıyordu; şaşıranlar kadar, sevinenler Julya'yı kıskananlarda vardı Mir kendi için bir eş yada oğlu için bir gelin istediğinde kendi kendine işleyen, sıradanlaşan gelenekler vardı; Ne kızın ailesi ihtiraz edebilir nede kızın arzusu sorulurdu

Mir güçlüydü ve onun karşısında duracak kimsede yoktu

Mirin sarayında sevinç eğlenceye dönüşmüş, İhtiyarın evi sessizliğe bürünmüştü Olup bitenler Juliya'yı derin bir kaderin sonsuz kollarına itmiş, gözlerindeki yaşam sevincine kara bir gölge düşmüştü Yüreğinin baş köşesine oturan acı onu hissiz biri yapmıştı

Bir tarafta coşku, bir tarafta çaresizlikti

Feleğin çarkı birilerinin arzusunu birilerinin başına bela etmişti Mir, oğlunun yüreğindeki ferahlık Juliya'nın acı ve elemlerinin üzerinde yeşeriyordu Güçlülerin zevk ü sefası, göçsüzlerin dert ve kaderiydi

Juliya evlerinin aşağısındaki bir Bıttım (Kezkan) ağacının altında tek başına oturmuştu Beti benzi kurumuş, gözlerinin altı morarmıştı, başına gri bir eşarp sarmış, kıvırcık saçları hafif esen rüzgarla yüzüne yapışıyordu

Üzerindeki elbise kasvetli bir hava gibi nazik bedenini sarıp sarmalıyordu özleri uzak ve yüksek dağlara çakılmış, dağın tepesinde ard arda dizili dört kayalığın (Çarçel) sisler arasındaki sülüetine dalıp gitmişti

Bu dört kayalığın üstü her daim karla kaplı ve şu anki gibi sisler içinde olurdu; zaman zaman kısa yağmurlar görülür, kaybolurdu

Juliya kocaman açılmış gözleriyle baktığı bu manzarayı aslında görmüyor, yüreğinde hissediyordu

Tüm çocukluğu buralarda geçmişti Beş kardeştiler Dorso ve Çıro erkek kardeşleri; Sıbo ile Şeyda kız kardeşleriydi O hepsinin büyüğü, güler yüzlü, akılı ve düşünceliydi Eli her işe yatkındı; bu yüzden anne ve babasının göz bebeğiydi

Coşkun ve deli Besya Çayı'nın kenarında çeşitli oyunlar oynuyorlardı Bir gün ela gözlü küçük kardeşi Torso yuvarlanıp deli çayın azgın suları arasında kayboldu Yüreğinden bir parçayı alıp götüren Besya Çayı'nı bu yüzden hiç sevmezdi

Sularının sesi, makamsız bir türkü gibi kulaklarını tırmalardı

O acı olaydan sonra diğer kardeşleriyle beraber suları, kendi yüreği gibi saf ve temiz olan Avaşin Çayı'na giderlerdi Avaşin Çayı ile beraber Çarçelan Dağı'nın dört bir yanını dolanır, kardeşi Çıro ile beraber dağın eteklerinde nergis çiçekleri toplarlardı

Çabuk büyüyordu; en hırçın atlara biniyor, sanki kanat takmış gibi atları adeta uçuyordu Torso'nun acısını henüz yüreğinden söküp atamamış, ama o acıyla yaşamaya da alışmıştı

Deli çayın homurtusu dışında her şey gönlüne göreydi Süt kovasını koluna takıyor, Berivanlarla beraber koyunları sağmaya gidiyordu

Berivanların en hızlısı en güzeliydi

Evde ve ev dışında kimse ondan rahatsız olmazdı; kimse onun ağzından soğuk bir söz işitmemişti Köydeki en zapt edilmez atlar onun elinde uysal kedilere dönüyor, en saldırgan köpekler onun ayaklarının dibinden ayrılmıyorlardı

Herkesin ondan hoşnut olduğu güzel ve alımlı bir genç kızdı Alçak gönüllülüğünün yanında, temiz yüreğinde kötülüğün yeri asla yoktu Köyde iyilik yapmadığı hiçbir ihtiyar, genç, çocuk yoktu

Bu yüzden onu meleklere benzetirlerdi


Alıntı Yaparak Cevapla