Yalnız Mesajı Göster

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi

Eski 10-23-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Balkayalar Efsanesi - Yöresel Halk Hikayesi




Fakat bu gün kendisini derin ve dar bir kuyunun içinde görüyordu Korku ve kaygılarla dolu kuyunun içinde görüyordu Korku ve kaygılarla dolu kuyunun dibinde hissizleşmişti

Bağırıyor, yaralı bir kuş gibi çırpınıyor, havar diliyordu

Fakat havarına kimse gelmiyordu Oturduğu yerden başını yukarı kaldırıp baktığında ağacın dalındaki ipi gördü Elini

ipe uzatıp çekti Toprağın üstüne düşen ip yüreğini soğuttu, yerinde donup kaldı

-"Juliya Juliya!"

Annesinin sesiyle irkildi Boş gözlerle onu yanını varıncaya kadar izledi Kızının durumu annesini halsizleştirmişti Onun yanına oturdu, ellerini omuzlarına atıp parmaklarını örüklerinde gezdirdi

Yürekten bir sesle:

-"Akşam oldu kızım Hava soğuk, istersen eve gidelim"

Juliya annesinin elini tuttu, ovuşturup biraz sıktı Annesi güçlü bir kadındı Kızının durumu kimseyi onun kadar incitmemişti Fakat onun da yüzüne çaresizliğini izleri gelip yerleşmişti Juliya annesinin elini biraz daha sıkarak:

-"Anne, derdimin dermanı yok, yok"

Annenin yüzü kızardı; kuzusu, ciğeri yüreğinin tatlısı derin acıların girdabında savruluyordu Allah'ım ! yaralı kızından daha çaresiz kim olabilirdi ki?

Bunlar ne karanlık günlerdi böyle? Bu ne karmaşaydı

Başlarında dönüp duran bu ne kadersizlikti?

-"Sabret güzel kızım, yalnız ölümün çaresi yoktur Derdi veren Allah, dermanını da verir"

Juliya annesinin yaşlı gözlerine baktı, ağlamaklıydı, boğazına düğümlenen hıçkırıkların titrettiği sesiyle

-"Yürekteki acı insanı öldürmez ama ölümden beter yapar"

Anne kızını kucakladı Biliyordu ki, kızı yaralıydı ve yarasını da tanıyordu Konuşmak istedi, söyleyecek kelime bulamadı, yutkundu, gözyaşlarını içine akıttı Hissiz bir taş olmayı istedi, ama bir annenin yüreği hissiz bir taş olur muydu? Kızının koluna girdi, evin yoluna doğru yürüdüler

Son gece Juliya tek başınaydı Yarın düğün alayı gelecek, onu bir atın sırtında mirin konağına doğru götüreceklerdi Yüreğindeki acıyla sırtını duvara dayamış, oturuyordu Gece karanlık ve sessizdi, bütün ev halkı uyanık, tarifsiz acılar ve çaresizlik içinde suskundu

Juliya sabaha kadar ağladı, kendi kendine ağıtlar yaktı, söylediği her söz evdekilerin yüreğinde yangınlar yakıyordu

Juliya inliyordu:

"Ben Juliya'yım Juliya!

Derdim var dermansız, dünya ne amansız

Gözlerim kan çanağı, ışıksız

Ben Juliya'yım !

Garibanların Juliya'sı

Nasıl olurum! Mirlerin rüyası

istemem ben mir oğlunu

Havar!Babam, kardeşlerim"

Annesi, kardeşleri, babası derin bir çaresizlik içinde söylenen her sözün kalplerine bir mızrak gibi saplanmasına kayıtsız kalmak zorundaydılar Juliya devam etti:

"Mirg kulak ver sesime!

Niçin böyle umursamazsın, yüreğim seninle değil,

Karalar çalma kaderime

Tanrım Tanrım, reva mıdır bu baht bana!

Kalbim çürüyor, yana yana

Sen bari yüzün dön bana!"

Juliya karanlık ve uzun gece boyunca devam eden yakarışları sabah ezanına kadar devam etti Havarları her yeri kaplıyor, ama ses veren olmuyordu

Mirin konağında coşkulu bir eğlence vardı, uzak yakın tüm akraba ve tanıdıklar toplanmıştı Binler omuz omuza vermiş, büyük bir halay oluşturmuşlardı

Üç adım ileri, üç adım geri; düz kır, omuz salla Türküleri yüksek tepelere kadar ulaşıyor, yankılanıyordu

Juliyay'yı almaya giden düğün alayındakiler mirin konağından yükselen bu türküleri ihtiyarın evine varan kadar duyabildiler

Juliya babasının elini öptü, annesini, kardeşlerini kucakladı, sarıldılar, kimse kimsenin gözlerine bakamadı, tek kelime konuşmadılar, yüzü örtülünce Juliya'nın, sessiz gözyaşları bir pınar gibi akmaya başladı

Onu bir ata bindirdiler, iki yanında iki kadın yürüdü Gözleri son kez havar dilemek için dönüp baba evine bakmadı Özenle hazırlanmış yumuşak eyerin üzerinde oturan ruhsuz bedeniydi, yaşadıklarının ağırlığı omuzlarına çökmüş, mahzun ve melüldü; perişan yalnız ve kimsesizdi

Üç gün üç gece aç ve susuz sürekli ağlamaktan gözyaşları kurumuş, kan ağlıyordu

Bu dünyada sırtını dayayacağı kimsesi kalmamıştı, bir dostu sırdaşı yoktu Ellerini kenetledi, derinden bir ah çekti Bir anda annesinin kendisin teselli eden sesi kulağında

çınladı: "Allah her derdin bir dermanını da verir" Annesinin kendisine söylediği bu sözler karanlıklara boğulmuş, yüreğinde bir kıvılcım gibi çaktı, bir tas soğuk su içmiş gibi ferahladı

Atının yularını bıraktı; ellerini yukarı kaldırıp Havarını bir kez daha Allah'a ulaştırmak istedi:

"Allah'ım, artık sığınağım ve korunağım kalmadı, gücüm tükendi Allah'ım, kurbanın olayım, ben gariban Juliya bu kadar acı ve kederin altından tek başıma nasıl kalkarım Artık yeter!"

Juliya'nın havarı o kadar yürekten ve samimiydi ki, en katı yürekler bile etkilenirdi Gözlerini kapadı, yakarışını bir kez ağıt olarak devam etti:

"Büyük Allah'ım, sendedir iyilik ve çare

Yollarım kapandı, kaldım biçare

Son ümidim sende,

Herkesi taş yap, yekpare"

Juliya, atının sırtında bu dileğini bitirdiği anda tüm yaşayanlar cansız taşlara dönüştüler Mirin konağında omuz omuza vermiş binlerce insan gelin alayında hızlı adımlarla yürüyüp oynayanlar hep birden taş kesildiler

Böylelikle efsane de bitmiş oldu

Juliya Dağı, Çiyayê govendê, Mîrg ve Juliya'nın hikayesi, ard arda dizili düğün halayı, ard arda dizili bu taşlar

Efsane ya da masal; doğrudur, değildir, bilmiyoruz tabi ki; ama durup düşündüğümüzde günümüze kadar dilden dile, kulaktan kulağa söylenerek gelen bu söylence dağa bir ayrıcalık bir kutsallık vermiştir

Vesta Kültür ve Edebiyat dergisinden çeviri: Emin Sarı - Şemdinli






Alıntı Yaparak Cevapla