Yalnız Mesajı Göster

Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını - Türküsü Hikayesi

Eski 10-23-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını - Türküsü Hikayesi




Aşan Bilir Karlı Dağın Ardını

(Telli Senem İle Yazıcı Oğlu Osman Ağa)

Her biri bilinmez bir mezar şimdiMezar taşları ürpertir,ürkütür insanıAma beni,o hassas melteme bile dayanamayacak kadar hafif vucutları,yüreklerinin çektikleri,katlandıkları ve yaşadıkları dillere destan, ateş dolu, acı dolu hayatları daha çok ürpertmiştir hepMezar taşlarından daha fazla“Sen ne güzel bulursun gezsen Anadolu’yu” demiş ozanDemişya! Ne yürekten demiş,ne Doğru demişAnadolum benimGünde bin güzellik görüp, birine vurulduğumuzGam ile dert ile yogrulduğumuzGök gözlü,güneş yüzlü,derin sözlü,yarım özlüEkmek’ini el ile paylaşan, çarşambasını sel alan, sevdiklerini el alanKor yürekli, demir bilekli,başı bulutlarda yiğitlerin, vefalı, sadık,vefakar,örük saçlı, uzun boylu yapalakların,tuğ sunaların, toraşamların, gül yüzlü güzellerin, ceylanların,efsanelerin, lav gibi fişkıran yüreklerin, düğünlerin, halayların, türkülerin, ağaların, beylerin, ozanların, ve dillere destan aşıkların diyarı anadolum Anadolum benimKerem ile Aslı’sı var,Ferhat ile şirin’i var, Leyla ile Mecnun’u var,Elif ile Mahmut’u, Sürmeli bey’i, Şah İsmail’i, Sümmani’si var Dil hangi birine döner,yürek hangi birine katlanırVe kalem hangi birini yazabilir Yazıpta başedebilirki

İşte Senem ile yazıcı oğluda bu yürek yangınlarını çekmiş binlerce kor yığınından sadece ikisi

Tülü mayalar, kırk atlar koçlar, taylar kuzular, gökce gelinler ve koç yiğitlerden kurulu yörük kervanı Binboğa dağlarının üstünden aşıp, güneş’in kızıla boyanıp battığı Tanır yaylasına doğru ince bir çizgi gibi, bir uçtan bir uca süzülüp geçti Günlerdir at üstündeki aşiret mensupları yorulmuşlar, bunalmışlardıAma yol bitmiş sınırın hemen yanıbaşındaki konak yeri Yapalak görünmüştür Akşamüstü yaylaya ulaşınca kervanın en önünde giden tülü mayadan yaşlı bir yörük beyi sıçrayip indiArkasinda uzanan kervana dur etti ve bagırdı “Konak yerimiz buradırAt lar baglana, denkler çözüle tez elden çadırlar kurula ALLAH hayıra getire dedi”Yigitler atlarından, gelinler tülü mayalarından indilerBirkaç genç kadın, yörük beyinin indiği devenin yedeğindeki al bir at’tan, genç bir kızı incitmekten korkar gibi tutup indirdiler yereAltına kilim serildiÜstüne gölgelik çekildi hemen Bağdaş kurup oturdu genç yörük kızı yereOmuzunun bir ucundan bir ucuna fişeklik çevriliydiBelinde gümüş saplı bir hançer takılıydıİran ipeğindendi tüm giysileri Samur saçları başındaki yeşil berenin içinde toplanmış, kenarlarından taşmıştıUzun boylu, beyaz tenli, simsiyah gözlü, ceylan bakışlı, bakanın bir daha baktığı, gürenlerin yüreklerini yaktığı bir ahuydu bu Ne Tanır, ne Binboğalar nede bu küçük Yapalak, böyle bir güzele çadır açmamış,böyle bir ceylana raslamamışlardıYayla böyle bir güzel görmemişti

Tez elden çadırlar kurulduAtlar kuzular koyunlar çayır’a salındıBeyin siyah çadırından geniş obası kurulduTüfekler, sazlar asıldı çadır direklerineAy orta yere gelip dolandıMehtap bir uçtan bir uca ışığıyla doldu yapalak’aYörükler meydan yerinde yaktıkları, gökyüzüne uzanan bir ateş yığınının başında, geceye teslim ettiler ilk günlerini

Ertesi sabah hemen duyuldu Tanır’a yörüklerin gelip yerleştikleriAdettendi, yerli halk gelip hoşgeldiniz derdiBirkaç ay

kalıp sonra gidecek olan bu göçebe yörükleriyle kardeş gibi geçinirlerdiHoşgeldine gitmek bölgenin ağasına düşerdiAğa yanına bölge büyüklerini toplar,kadın’ını yanına alır, gider yeni misafirleriyle tanış olurdu Yine öyle oldu Tanır’ın şanlı Bey’i Yazıcı oğlu köyünün büyüklerini çağırıp, başlarınada oğlu Osman’ı katıp hoşgeldine gönderdi yörük içine Atlayıp atlarına, vardılar yörük yaylasına yerlilerYörükler hürmetle yürekten karşıladılar gelenleriKoşup ağaya haber verdilerKara çadırından önce ak saçlı yörük beyi,ardında o ahu gözlü, fidan boylu ceren çıktıBir hançer gibi dikildi karşılarınaBaşı yularda iki eli böğründe Daha buyrun diyemeden, ziyaretcilerin başında atın üstünde bir kartal gibi duran yemyeşil gözlü, kartal bakışlı çınar gibi heybetli Osmana takıldı gözleri Bir yıl gibi sürdü ikisi içinde bu bakışlar Bakıştılar

Buyrun dedi yörük bey’iYanında hala,yere saplı bir hançer gibi duran kıza döndüSenem dedi: Atı tut kızımKoştu Senem adetleri gereğince, gelen kafilenin bey’i ile hanım ağasının atının yularına sarıldıKadında Osmanda indiler atlarından Tam kafile yörük illeri gelenekleri gibi halka tutup oturdularHoş geldiniz edildiKahveler, katıklar içildi, konuşulup tanışıldı Ama iki genc’in aklı ve gözleri bir an bile ayrımadı birbirlerinden İşte diyordu Senem! Kendimi kollarına teslim edebileceğim, erim, erkeğim diyebileceğim çınar gibi bir yiğitİşte diyordu Yazıcı oğlu Osman’aYazıcı oğlu Osmanda; Baba evine götürebileceğim, övünç duyup yaslanacağım, bir ahu diyordu kendi kendine

Akşama kadar kalındı yörük yaylasındaGeniş sofralar yazıldı yere, koyunlar kızartıldı, katıklar yayıldı,yenildi içildiAma Senem le Osman bir kere düşen bir kor yığını gibi, bakıp durdular birbirlerineAkşam yörüklerden ayrılıp Tanır’a dogru yola çıktıkları zaman,Osman yüreğinden bir parçanın yapalakta kaldığını hissettiSenem yüreğinden bir parçanın kopartılıp alındığını, içinden bir şeylerin eksildigini sandı Günler akıp geçtiNe Senem nede Osman unutamadılar birbirleriniBir bahane bulup yeniden gidemedi Osman yörük çadırınaSenem obadan dışarıya ayak atamadı

Ama seven yürek neler etmezki, her şeyin çaresi bulunduBir yörük kadını yardım etti bey kızına Bey oğlu atlayıp atına Seneme koştuAy ışığında her buluşup konuşmalarında daha çok yandı yürekleri,Daha çok sevdiler, daha çok bağlandılar birbirlerine



Alıntı Yaparak Cevapla