Prof. Dr. Sinsi
|
Ağaç Eken Adam - Masal
1920 yılı ve sonrasında Elzeard Bouffier'i her yıl ziyaret ettim Onu hiç şüphe içinde veya zayıf görmedim Tanrı, endişelenmesi için ne kadar neden verdiğini biliyor! Karşılaştığı hayal kırıklıkları ve engellerin hesabını tutmadım Bu kadar büyük bir başarının sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdı, bu tür bir tutku umutsuzluğa karşı verilen mücadeleler olmadan kazanılamazdı Bir seneyi onbinin üzerinde meşe dikerek geçirdi
Bütün meşeler öldüler Ertesi sene meşelerden vazgeçip, kayınlara döndü Kayınlar meşelerden de büyük bir sükutu hayale yol açtılar
Bütün başardıklarını tam bir yalnızlık içinde gerçekleştirdiği anımsanırsa, ne kadar müstesna bir kişiliği olduğu çok daha iyi takdir edilebilir
Yaşamının son yıllarında o kadar insanlardan uzaklaşmıştı ki, konuşma alışkanlığını yitirmişti Veya konuşma gereğini hissetmiyordu
1933 yılında gördüklerine şaşıran bir orman koruma memuru kendisini ziyaret edip, "doğal" ormanı tehlikeye sokmaması için dışarıda ateş yakmaması gerektiğini söyledi
Bu basit çoban cevap verip, ilk defa kendi kendine yetişen bir orman gördüğünü söyledi Bu dönemde yaşadığı yerden oniki kilometre uzaklıkta bir bölgeye kayın ağaçları dikiyordu Artık yetmişbeş yaşında olduğu için, her gece eve dönmekten kurtulmak için genç ağaçlar arasında kendisine taş bir kulübe inşa etmeye karar vermişti Ertesi sene de kulübeyi inşa etti
1935 yılında "doğal ormanı" incelemek için resmi bir heyet geldi
Ziyaretçiler arasında Ormancılık Komisyonu'ndan üst düzey bir yetkili, bir milletvekili ve bir çok teknik eleman vardı Bol bol boş konuşmalar yapıldı Bir şey yapılmasına karar verildi, ama Allah'tan tek bir faydalı önlem dışında hiç bir şey yapılmadı Ormanlar devlet koruması altına alındı ve odun kömürü imalatı yasaklandı Bu sağlıklı ve genç ağaçların güzelliğinin etkisinde kalmamak mümkün değildi Milletvekili bile büyülenmişti
Onu heyetin teftiş yaptığı yerden yirmi kilometre uzakta deli gibi çalışırken bulduk Orman koruma memuru boşuna arkadaşım olmamıştı, herşeyin yerini ve anlamını bilirdi ve boşuna konuşmazdı Ona hediye olarak getirdiğim bir kaç yumurtayı verdim, sonra da tayınımızı üçe böldük Yemek yerken ve yedikten bir süre sonra sessizce etrafı seyrettik Geldiğimiz yön altı yedi metrelik ağaçlarla kaplıydı Arazinin 1913 yılında nasıl göründüğünü anımsadım: boş ve vahşi bir doğa parçası
Huzur dolu ve düzenli çalışma, tutumlu bir yaşam biçimi, dağların havasını teneffüs etmek, ve hepsinden önemlisi iç huzuru yaşlı adamın olağanüstü sağlıklı olmasını sağlamıştı Tanrının sporcularından biriydi Daha kaç dönüm toprağı ağaçlarla kaplayacağını düşündüm Ayrılmadan önce arkadaşım basit ve kısa bir ifadeyle, bu bölgeye uygun olabilecek bazı ağaç türlerinden söz etti, ancak ısrarcı davranmadı "Bu konuda benden çok daha fazla bilgili" dedi Yaklaşık bir saat kadar yürüdükten sonra da, "Aslında dünyanın en bilge adamı Mutluluk için harika bir reçete bulmuş" dedi
Arkadaşım sayesinde sadece orman değil, kahramanımızın mutluluğu da koruma altına alınmıştı Orman bölgesine üç orman koruma memuru atanmış ve öyle bir gözleri korkutulmuştu ki, kereste tüccarlarının kendilerine önerebilecekleri rüşvetlere karşı kayıtsız kalabiliyorlardı
Ağaç diken adamın eseri 1939 savaşına kadar gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya değildi Bu günlerde otomobiller odunu gaza çeviren makinelerle çalışıyordu ve asla yeterli miktarda odun bulunamıyordu Insanlar 1910 yılında dikilen meşeleri kesmeye başlamışlardı, ama ağaçlar ana yollardan o kadar uzaktı ki, işletme masraflarını bile çıkarmadığından projeden vazgeçildi Çobanın olanlardan haberi bile olmadı Otuz kilometre uzakta işini yapıyor ve 1914 savaşını görmezden geldiği gibi 1939 savaşını da görmezden geliyordu
Heyette yer alan üst düzey orman mühendislerinden biri arkadaşımdı Doğal ormanın sırrını ona açıkladım, ertesi hafta onunla birlikte Elzeard Bouffier'i ziyarete gittik
Elzeard Bouffier'i en son 1945 Haziranında gördüm Seksenyedi yaşındaydı Bölgeye doğru o bildiğim yoldan ilerledim, savaş yüzünden herşeyin bakımsız kalmasına karşın Durance vadisi ile dağlar arasında otobüs seferleri başlamıştı Araziden oldukça hızlı geçtiğim için, yürüyerek geçtiğim yerleri tanıyamadığımı düşündüm Geçtiğimiz bazı köylerin yeni yerleşim birimleri olduklarını sandım Köylerin isimlerini duyunca bir zamanlar harabeye dönmüş ve terkedilmiş olan kasabalara geri geldiğimi anlayabildim Vergons'ta otobüsten indim
1913 yılında on bir hanelik bu köyde sadece üç kişi yaşıyordu Bunlar birbirilerinden nefret eden, kaba ve toplumdan uzak üç kişiydi Tuzak kurarak geçimlerini sağlıyor, maddi ve manevi açıdan adeta tarih öncesi koşullarda yaşıyorlardı
Etraflarındaki boş evleri ısırgan otları kaplamıştı Umutsuz bir yaşam sürüyorlardı, ölümden başka hiç bir beklentileri yoktu Bu durumun erdemli bir yaşama yol açtığı da söylenemez
Ama herşey değişmişti, hava bile Daha önce gördüğüm kuru ve sert esintilerin yerini, hafif ve hoş kokulu bir meltem almıştı Yükseklerde su sesi gibi bir ses duyuluyordu, bu ses ormandaki rüzgarın sesiydi En şaşırtıcı olan da bir gölete doğru akan suyun sesiydi Kasaba halkının bir çeşme inşa ettiğini gördüm: çeşmeden gürül gürül su akıyordu, içime en çok dokunan şey de çeşmenin başına yaklaşık dört yaşında bir limon ağacı dikilmiş olmasıydı
Daha şimdiden sağlam bir ağaçtı bu ve yaşama dönüşün tartışılmaz simgesiydi
Vergons sadece umutla girişilebilecek başka işlerin de işaretlerini taşıyordu Umut geri dönmüştü
Harabeler derlenip toparlanmış, yıkılmakta olan duvarlar yıkılmış, beş eski ev yeniden inşa edilmişti Köyde tam yirmisekiz kişi yaşıyordu ve bunların sekizi yeni evli çiftlerdi Yeni boyanmış evler sebze ve çiçek yetiştirilen küçük bahçelerle çevrilmişti, bahçede lahanalar gül fidanlarına, pırasalar aslanağzına, kereviz unutmabeni çiçeklerine karışıyordu Köy insanın yaşamak isteyeceği bir yer haline gelmişti
Yürümeye devam ettim Savaş yeni sona ermişti, yaşama koşulları hala sınırlıydı, ama Lazarus mezarından çıkmıştı Dağın alçak yamaçlarında arpa ve çavdar yetiştirilen küçük tarlaları, derin vadilerin içinde otlakların yeşil örtüsünü görebiliyordum
Arada geçen sekiz yıl içinde bütün bölge sağlığına ve refaha kavuşmuştu 1913 yılında sadece harabeler gördüğüm yerlerde temiz, alçıyla sıvanmış çiftlik binaları vardı Çiftlikler mutlu ve rahat bir yaşamın işaretlerini gösteriyordu Ormanın getirdiği yağmur ve kar suyuyla beslenen eski kaynaklar tekrar gürül gürül akmaya başlamıştı, pınarlardan gelen sular özenle sulama kanallarına aktarılmıştı Meşe koruları ortasında yer alan çiftliklerde, çeşmenin suları taşıp nanenin kilim gibi örttüğü toprağa akıyordu Kasabalar yavaş yavaş tekrar inşa edilmişti Toprağın pahalı olduğu ovalardan gelen insanlar buraya gelip yerleşmiş, beraberlerinde gençlik, hareket ve macera ruhunu da geri getirmişlerdi Patika ve yollarda iyi beslenmiş kadın ve erkeklere, gülmesini bilen delikanlı ve gençkızlara rastlıyordunuz; eski kırsal bölge eğlenceleri ve sporları yeniden keşfedilmişti
Yaşamları kolaylaştığından beri tanınmaz hale gelen bölgenin eski nüfusunu ve yeni gelenleri de sayarsak, on binden fazla kişi mutluluklarını Elzeard Bouffier'e borçluydu
Fiziksel ve manevi kaynaklarından başka bir şeyi olmayan tek bir adamın bu çölü cennete çevirdiğini düşününce, her şeye rağmen insan olmanın hayran olunacak bir şey olduğunu hissediyorum Bu sonuçlara ulaşmak için gereken tutarlılık, ruh büyüklüğü, azim ve cömertliği hesaplayınca, hiç bir yardım almadan Allah'a layık bir işi başarıyla tamamlayan o yaşlı, eğitimsiz köylüye büyük bir saygı duyuyorum
Elzeard Bouffier 1947 yılında Banon'da bir yaşlılar evinde huzur içinde öldü
|