Yalnız Mesajı Göster

Newyork'ta Beş Minare - Hikayesi

Eski 10-24-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Newyork'ta Beş Minare - Hikayesi




Newyork'ta Beş Minare

Savruk Bir Hikâye

Mücahid Eker

11 milyon dolarlık bütçesi, sahnelerinin önemli bir bölümünün Amerika’da çekilmesi, oyuncu kadrosunda Türkiye’den ve Amerika’dan tanınmış isimlerin yer alması, Hollywood standartlarında bir film olduğu ve 11 Eylül sonrası İslamofobi gibi ciddi bir konuyu bir cemaat lideri üzerinden ele aldığı haberleriyle hakkında çokça konuşulan Newyork’ta Beş Minare, hikâye kurgusunda göze çarpan bariz aksaklıkların, kendisi hakkındaki haberleri gölgelediği bir film

Mahsun Kırmızıgül, önceki filmlerinde görülen birçok meseleye değinme ve mesaj verme kaygısını bu filmde de devam ettiriyor Güneşi Gördüm filmini, terör meselesiyle başlayıp eşcinsel kardeş hikâyesiyle bitiren Kırmızıgül, Newyork’ta Beş Minare’ye bir gazeteci suikastıyla başlayıp Newyork sokaklarında medeniyetler arasında koşuşturuyor ve filmi Bitlis’te bir kan davasıyla nihayete erdiriyor Amerika’daki İslamofobi, Türkiye’deki faili meçhuller, ülkücüler, cemaatler, dinci terör, kan davası, dinler arası diyalog ve hoşgörü gibi mevzuların hepsine birden değinmeye çalışan film, en başta bu konuları birbirleriyle makul bir şekilde ilişkilendiremediği için dramatik yapısı zayıf bir görüntü çiziyor

İlk dakikalarında, bir gazeteciye düzenlenen suikastı, cemaatine vaaz veren bir hocayı ve onun yönettiği toplu zikiri, ülkücülerin yemin merasimini, polis okulu mezuniyet törenini ve bir hücre evi operasyonunu ardı ardına gösteren Newyork’ta Beş Minare, ana konuyu da (islamafobi ve Amerika) hatırımıza getirdiğimizde, gerçekten de tüm bu unsurların iç içe geçtiği derin devlete ve uluslararası bağlantılarına dokunacak bir film hissi veriyor Oysa film ilerledikçe, filmin fragmanına da koyulan ve filme dair merakı celbeden bu sahnelerin ve oradaki karakterlerin adeta unutulduğunu düşünüyor izleyici Çünkü bu sahnelerden sonra film boyunca ne suikastla ilgili bir gelişme oluyor ne vaaz veren hocayı ve onun cemaatini ne de ülkücüleri görüyoruz İzleyende önemli beklenti uyandıran bu sahneler sadece başkarakterlerden polis Fırat’ı (Mahsun Kırmızıgül) tanıtmak amacıyla filme konulmuştur

Filmin bu noktada Amerika’ya ve oradaki cemaat liderine nasıl bağlanacağı sorununu bir diyalogla çözmüştür Kırmızıgül Hücre evi operasyonun sonunda komiserin ağzından dökülen “uluslararası destek olmadan bunları yapamazlar” sözüyle filmin Amerika bölümü de başlamış olur Sıkışılan yerde sahnelerin diyaloglarla birbirlerine bağlandığı filmin ana hikâyesinde, Interpol tarafından Kırmızı Bülten’le aranan Deccal kod adlı cemaat liderinin yakalandığı haberi üzerine Türkiye’den Acar ve Fırat adlı iki polis, tutukluyu almak üzere Amerika’ya gider Ancak Acar (Mustafa Sandal), nakil işlemi sırasında adamları tarafından FBI’ın elinden kaçırılacak kadar güçlü olan ama bu gücü nasıl edindiğini, ne tür bağlantılara sahip olduğunu bilmediğimiz Deccal’ın sadece barış ve hoşgörü mesajları vermesiyle aslında iyi bir insan olduğuna kanaat getirir ve Amerikalıların kendilerine yanlış adamı teslim ettiklerini düşünür Bu noktada, Deccal’ın bağlantılarına ve Amerika’nın hinliklerine açılarak filmin esas konusuna geleceği düşünülürken gerçek Deccal, Türkiye’de aniden yakalanıverir ve o ana kadar Deccal olarak bilinen Hacı Gümüş’ün (Haluk Bilginer) yanındaki hücreye konur Daha birkaç sahne önce karşımıza çıkıp gözlerinden alevler saçarak “İslam’da şiddet yoktur diyen münafıktır” deyip kafa kesen gerçek Deccal’ın, hücrede Hacı Gümüş’ten İslam’da şiddet olmadığına dair ayar yedikten sonra süt dökmüş kedi gibi boynunu bükmesini görünce, madem bir güzel sözle yola gelebilecekmiş Deccal, nereye gitti onca macera ve nerede uluslararası bağlantılar demekten kendini alamıyor insan

Baş döndürücü bir hızla değişimlere şahit olduğumuz filmin son uğrağı bir kan davası hikâyesi Filmin başından beri Hacı Gümüş’e bir kan davası sebebiyle nefret duyan Fırat da aynı hızla Hacı Gümüş'ün aslında iyi bir insan olduğuna kanaat getirir Newyork’da Beş Minare’deki bu trafik, seyirciyi, filmin yakalamaya çalıştığı dramatik etkiden uzaklaştırıp bir entrika yumağının içine bırakıyor Mahsun Kırmızıgül'ün filmde vermeye çalıştığı ve aslında önemli olan "barış ve hoşgörü" mesajları da bu hengame içinde, hem tekrar tekrar diyaloglar yoluyla aktarılmalarından hem de çoğu yerde ham olmalarından dolayı didaktik bir üsluba bürünüyor

Öte yandan bu hız, filmdeki karakterlerin kişiliklerinin çiğ bir şekilde sunulmasına sebep oluyor Ünlü oyuncuların rol alması, Amerika ve Türkiye'de ortak çekimler yapılması, önemli bir konuyu ele almaya çalışması gibi unsurlar hem konu hem de teknik olarak Türkiye'deki film standartları adına olumlu bir gelişme olsa da, karakterlerdeki, sahnelerdeki ve olay örgüsündeki açıkların kapanmasına yetmiyor Örneğin, Hacı Gümüş’ün Hıristiyan eşi (Gina Gershon), dini bir cemaat liderinin eşinden beklenilen ağırlığı veremiyor Yine, dini bir cemaat liderinin kızının daha evlenmeden nişanlısıyla aynı evde kalabileceğini hiç zannetmiyorum Ayrıca, şiddet yanlısı sarıklı cübbeli Müslüman-barış dolu sade Müslüman, Müslüman din adamı-Hristiyan karısı, İslam karşıtı FBI ajanı-hoşgörü sahibi FBI ajanı, kilise nikâhı-imam nikâhı gibi kaba karşıtlıkların diyaloglardan karakterlere ve olay örgüsüne kadar filmin dramatik iskeletini sarmış olması da derinleşilebilecek bir konunun sığ kalmasına yol açmış Yalnızca bir hoşluk olsun diye koyulan zikir sahnesi ve seyircinin maruz kaldığı mesaj bombardımanı bir yana Newyork’ta Beş Minare, bu haliyle kendisi için bir övgü ifadesi olarak kullanılan “Hollywod standartaları”nı yakalamış görünüyor; benzer klişeler, benzer karşıtlıklar, bir de alakalı alakasız yerlerde filme serpiştirilen havadan Newyork görüntüleriyle



Alıntı Yaparak Cevapla