Yalnız Mesajı Göster

Masallar - Küreselleşme Ve Mimarlik

Eski 10-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Masallar - Küreselleşme Ve Mimarlik




Fakat Jameson’un Georg Simmel’in bu yüzyıl başında yazdığı ünlü Paranın Felsefesi kitabından alıp kendi yorumuna temel yaptığı düşünceler ilgi çekici: Simmel çağdaş yaşamın giderek artan bir soyutlama ortamında her olgunun nasıl soyut bir biçim aldığını anlatır Ve her şeyin soyutlaşmasını açıklayan bir olgu olarak kentte arazi kirasının -örneğin sadece bir trafik aksının değişmesine bağlı olarak- malikine artan bir gelir getirme olgusunu anlatarak, bunun hak edilmemiş artış (unearned increment) olduğunu söyler Jameson bu düşünceden hareket ederek, finans kapitalin bir alışveriş aracı olan para kavramının soyutlanması aşaması olduğunu ve bunun giderek bizi yeni bir estetik kuramın eşiğine ulaştırdığını ya da ulaştıracağını savlar Ne var ki burada bunun hangi yapıya yansıyan estetik olduğunu, daha doğrusu finans kapitalin teşvik ettiği gelişmeler doğrultusunda ortaya çıkan biçimlerin nasıl bir estetik tanımladığını söylemez ya da söyleyemez

Simmel’in “hak edilmemiş artış” kavramı son yarım yüzyıl Türkiye’sinde en güçlü kentsel yaşam olgusudur Ve bu sadece bir trafik aksının değişmesinin getirdiği tesadüfi bir artış değil, bir arsayı gasp ettikten sonra trafik aksını ona yönlendirterek yapılan bir hak edilmemiş kazançtır Yağmaya dönüşen bu kamu malı gaspı yıldırım hızıyla artarak Türkiye’nin ekonomik yapısını değiştirmiş, sanayi üretimini baltalamış ve eski kentleri tahrip ederek onları içinden çıkılmaz hale getirmiş, toplum ahlakını bozmuş ve bir yasadışılık kumarı oynayan güçlü bir sınıf oluşturmuştur Bunlar hak edilmemiş kazançlarını en çok emin oldukları alana, yani toprak ve yapıya yatırmışlar, isteklerini de mimarlar proje ve yapıya çevirmişlerdir Bu mimariye finans kapitalin teşvik ettiği mimari olarak bakabiliriz Gökdelenler, yüksek büro blokları, bankalar, oteller, tatil köyleri, marinalar, hatta yeni üniversiteler, kent içi compound’ları bu tür yapılardır Ne var ki bunlar bir estetiğe özenseler de, bir estetik yaratmıyorlar Genelgeçer düşüncelerden yararlanıyor, simgesel biçimler ve büyük boyutlarla etkili olmağa çalışıyorlar Belki de yeni estetik basamak, Hong Kong Bankası ya da Gehry’nin Bilbao Müzesi gibi yapılarında görüldüğü gibi, mimarları ip üzerinde perendeler atmağa zorlamaktadır Büyük yatırımların ürünleri olan dev yapılarda simgesellik, reklam, para kazanma hırsı birleşiyor Gökdelen simge olsun diye mi yüksek oluyor, yoksa yüksek olduğu için mi simgeleşiyor, ya da para hırsı mı bu yapılarda simgeleşiyor? Gökdelen bir sabun şirketi, bir uçak şirketi, bir banka ya da bir holdingi aynı şekilde çerçeveliyor Temelde içine ne girerse girsin, kapitalin şarkısını çaldırıyor Onun için kimsenin malı da değil Yaptıranlar ve tasarlayanlar da dahil Dünyayı kafaların üzerinde kontrol eden, amoral bir güç mekanizmasını simgeliyorlar Bu yapılardan bazılarının yeni bir mimari vizyon sundukları kabul edilebilir Fakat bu sadece milyonlarca insanın sırtından çıkarılan artı-ürünün propagandasını yapan bir mimarinin estetiğidir Ahlak boyutu da sıfırdır Kuşkusuz burada söz konusu olan insanı soyutlayan, hiçe sayan, karınca gibi ezilmesine aldırış etmeyen bir felsefenin göstergesi olan ahlaktır

Mimarın kişisel ahlakı ile ilgisi yok Finans kapitalin, yani en büyük ekonomik gücün aracı oldukları için de güçlü bir propaganda olanakları var Mimarların kitaplıklarını sergileyen her biri bir hamalın taşıyabileceği görkemli ciltler, finans kapitalin sponsorluğunu yaptığı mimari yapıtlara ilişkin kitaplardır Öte yandan finans kapitalin değil, fakat kapitalizmin asıl estetiği kentlerdeki sıradan yapıların estetiğidir Özellikle Türkiye gibi ülkelerdeki vahşi kapitalizmin ürettiği fiziksel çevrenin bir anti-estetik ifadesi olduğu da söylenebilir Fakat itiraf etmek gerekir ki en çok küreselleşen budur İlkel kapitalist tavırlar, ilkel bir tüketicilik, kontrolsüz bir yapı etkinliği, büyük toprak yağmaları, kırsal kültürün dışarıdan geleni sünger gibi çekip, günübirlik amaçlar için yorumlaması, bütün bunlar 19 yüzyılın Amerika’sından, bugünün gelişmekte olan (!) ekonomilerinin egemen olduğu bütün ülkelere kadar her iklimde İstanbullar, Ankaralar, Mexico Cityler, Karaçiler, Kahireler, Jakartalar yaratmıştır Bu çirkinliklere ilişkin görsel bilgileri de ancak bilimsel makalelerin siyah beyaz fotoğraflarında bulabiliyoruz

Şu ya da bu nedenle yaratılan yeni mimari bir yeni üslup da yaratıyor mu? Postmodernizm sözcüleri üzerinde çoktan itirazlar yükselen teknoloji-modernizm ikilisine karşı gelişen düşünce ortamından yararlanıp bir yeni eklektizism önerdiler Bu bir entel modası olarak kaldı Finans kapital bunun sponsorluğunu yaptı Fakat eğer Postmodern bir mimari estetik olacaksa, ya da Jameson’un söylediği gibi, biz yeni bir estetik devrimin eşiğinde isek, bunun halk tarafmdan algılanması için herhalde uzun zaman beklemek gerekecek Oysa Modernizm’in üslubu sadece sıradan mimari uygulamalarda değil, çok daha büyük yapılarda da etkisini sürdürmekte devam ediyor Bugün mimaride küreselleşme, henüz Modernizm’in getirdiği küreselleşmedir

Bu tartışmaları yaparken söylemin en son ucunda görünmek için bir yüzyıl boyunca, hatta daha da eskiye giden tartışmaları yok saymak, ya da anımsamamak, bazen de düpedüz cahili olmak insana tuhaf geliyor Bu tartışma Ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra da vardı Modernizm ve Enternasyonal Stil’e karşı geleneksel ve yerelin çatışması bizim öğrencilik yıllarımızı renklendirmişti 1950′li yıllarda Bülent Özer ve Doğan Hasol’la birlikte çıkardığmız Mimarlık ve Sanat dergisinin bir sayısında “Benzerlikler ve Farklar” diye bir makale yazdığımı ve Bülent’in bu konudaki karşı düşüncelerini anımsıyorum İslam ülkeleri hala kültürel kimliklerini çağdaşa yapıştırılmış gelenek kırpıntılarıyla savunmağa çalışıyorlar Türkiye’de ise çağdaş ve geleneksel tartışmasının, kültürel turizm ve korumacılık dışında fazla bir yeri kalmadığını söyleyebilirim Etrafımıza baktığımız zaman gelenekseli isteyenin de fazla olmadığını görüyoruz Finans kapital temsilcilerimiz ise ABD markalı bir mimariye özeniyor, mimarlarını bile nedense oradan getiriyorlar Finch Assasination of New York kitabında Rockefeller ailesinin 13 milyar dolarlık zenginliğinin Rockfeller Centre’den geldiğini söylüyor Bizimkilerden çoğunun da bu tür gelirlere özendikleri kesin Yoksa zamanlarının yarısını arsa kapatmaya harcamazlardı

Tafuri’nin Amerikan kentleri için yaptığı gözlemlerin bizim kentler için de aynen geçerli olduğunu (başlangıç süresi olarak) görüyoruz: Geçmişin yokluğu, göç ve bir tabula rasa üzerinde inşaat Ne var ki Türkiye’de kentlerin görkemli bir geçmişleri vardı Ve kentler boş topraklar üzerinde yükselmediler, Amerika’daki gibi Amerikalı göçer Avrupa’dan geliyordu, bizimkisi Anadolu’dan Bizdeki yağmanın bileşenleri daha güçlü olmalı Yağma edilecek dünya da giderek küçülüyor Ama mimarlar bunları ne diye düşünsün denilebilir Dünyanın bütün büyük anıtları, insanların kanını içen hükümdarlar için yapılmıştı, sanat tarihlerimizi de onlara bakıp yazıyoruz


Alıntı Yaparak Cevapla