Yalnız Mesajı Göster

Eski Taş Devri. Büyücülük Ve Doğalcılık

Eski 10-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Eski Taş Devri. Büyücülük Ve Doğalcılık




Eski Taş Devri Büyücülük ve Doğalcılık

Altın Çağ söylencesi çok eskilere uzanır Eski karşısında duyulan saygının toplumbilimsel nedenini kesin olarak bilmiyoruz; bu saygı, kaynağını oymak ve aile dayanışmasında, ya da ayrıcalıklı grupların ayrıcalıklarını soya dayandırma çabalarında bulabilir Nedeni ne olursa olsun, en eskinin en iyi olduğu yolundaki kanı bugün bile o denli güçlüdür ki, sanat tarihçileriyle arkeologlar, kendilerine en uygun gelen sanat biçemeni en eski biçem diye sergileme olanağını bulduklarında, tarihte düzmecelikten bile kaçınmazlar Bazıları katı biçimci, yaşamı biçemleştiren ve idealize eden anlatımları, ötekiler ise doğalcı, nesneleri doğal varoluşları içerisinde kavrayan ve koruyan anlatımları, sanatsal edimlerin en eski kanıtları sayarlar: bu, sanatı, gerçekliğe egemen olmanın, onu kendi amaçları için kullanmanın bir aracı, ya da doğaya adanışın bir yolu olarak görmeleri ne göre değişir Başka deyişle, sanat tarihçileriyle arkeologlar, buyurgan ve tutucu, ya da özgürlükçü ve ilerici eğilimleri doğrultusunda davranarak, ya geometrik -süsleyici biçimleri, ya da doğalcı- yansılayıcı anlatım biçimlerini daha eski diye nitelendirirler Tutum nasıl olursa olsun, anıtlar, açıkça ve araştırmalar ilerledikçe daha kesin biçimde doğalcılığın önceliğini ortaya koymaktadır Bu nedenle, doğaya uzak, gerçekliği biçemleştiren sanatın en eski sanat olduğu öğretisini ayakta tutmak da giderek güçleşmektedir

Ancak tarih öncesi doğalcılığının en çarpıcı yanı, çok daha ilkel görünen geometrik biçemden daha eski olması değil, çağdaş sanatın tarihinin ortaya koyduğu tüm tipik gelişme evrelerini sergilemesidir; böylece geometrizmi ve katı biçimciliği savunan araştırmacıların savlarının tersine, sözü edilen doğalcılığın salt içgüdüsel nitelikte, gelişebilme yeteneğinden yoksun, tarihsellikten uzak, bir görüngü olmadığı anlaşılmaktadır

Burada söz konusu olan sanat, çizgisel, tek tek biçimleri henüz biraz donuk ve ayrıntılı sergileyen bir doğaya bağlılıktan, akıcı, tinsel, neredeyse izlenimci bir uygulayıma doğru ilerleyen, yaratılacak görsel etkiye giderek daha gölgesel, bir çırpıda yaratılmış ve doğaçtanmış izlenimini bırakan bir biçim verebilen bir sanattır Resmin kusursuz yapısı bir ustalık düzeyine varır; bu, daha güç konum ve görünüşlerin, giderek belirsizleşen beden devinimlerinin, dönüşlerin, daha yürekli kısaltmaların ve kesişmelerin üstesinden gelmeyi görev bilen bir ustalıktır Bu doğalcılık, donukluktan ve durağanlıktan uzak, devingen ve canlı bir biçim döngüsüdür; çok çeşitli araçlarla gerçekliğin yansıtılmasına giriştiğinde, bu görevi yerine getirmedeki başarısı değişiktir Hiçbir seçim tanımayan, güdüsel doğal durum bu noktada çoktan geride bırakılmıştır; sert ve durağan biçimler yaratan uygarlık düzeyine gelinmesine ise henüz çok vardır

Karşımıza sanat tarihinin belki de en şaşırtıcı olayı çıkar; bu olaya koşut bir gelişmeye, gerek çocukların yaptığı resimler de, gerekse ilkel halkların (Naturvölker) çoğunun sanatında hiç rastlanmaması, şaşkınlığımızı artırmaktadır Çocukların yaptığı resimler ve ilkel halkların sanatsal betimlemeleri, duyular yoluyla algılamadan temellenmeyip, ussal niteliktedir Bu resim ve betimlemeler, çocuğun ve ilkel insanın gerçekten gördüğünü değil, bilgisini ve bildiğini sergiler; nesneye ilişkin olarak görsel -organik bir görüntü değil, kuramsal- bireşimsel bir görüntü verir Sözü edilen resim ve betimlemeler, önden görünüşü yandan ya da yukardan görünüşle birleştirir; nesne açısından bilinmeye değer hiçbir ana özellik unutulmaz, biyolojik açıdan, ya da motif açısından önemli olan, bir ölçek içerisinde büyütülür, buna karşılık n bağlamda doğrudan rol oynamayan her şey, ne denli etkili olursa olsun, bir yana bırakılır

Eski Taş Devrinin doğalcı betimlemelerinde belirginleşen özellik ise, bu betimlemelerin görsel izlenimi dolaysız, katıksız, her türlü anlıksal eklemeden, ya da sınırlamadan arınmış bir biçim içerisinde vermesidir; çağdaş izlenimciliğe değin bunun örneklerine hemen hiç rastlamamaktayız Bu evrede karşımıza çıkan devinim çalışmaları, anlık devinimleri saptayan fotoğraf çekimlerini anımsatmakta ve eşine ancak bir Degas’nın, ya da bir Taulouse-Lautrec’in resimlerinde yeniden rastlanabilmektedir Bu yüzden izlenimcilik doğrultusunda henüz eğitilmemiş bir gözün, bu resimlerin bazılarını karışık ve anlaşılmaz bulması zorunludur Bizim ancak karmaşık araçların yardımıyla bulabildiğiniz ince ayırımları, Yontma Taş Çağının ressamları henüz dolaysız görebiliyorlardı Taş Devrinin geç dönemlerinde bu ayırımlar yitirildi; insanoğlu daha bu aşamada duyular yoluyla algılanan izlenimlerin dolaysızlığının yerine, kavramların durağanlığını geçirmişti Yontma Taş Çağının insanı ise henüz gerçekten gördüğünün resmini yapar ve belirli bir anda tek bir bakışın kapsamına sığanın dışına çıkmaz Resim öğelerinin görsel ayrışıklığı, bu öğelerin birleştirilmesindeki usçuluk, çocuk resimlerinden ve ilkel halkların sanatından çok iyi tanıdığımız biçem belirtileri ve özellikle bir yüzü, karaltısını yanay olarak, gözleri de cepheden vererek oluşturan uygulama bu çağın insanına henüz yabancıdır Yeni Çağ’daki gelişmenin ancak yüzyıllar boyu sürdürülen bir savaştan sonra varabildiği aşamaya, başka deyişle duyusal görünün birliğine Yontma Taş Çağının resim sanatı, görünüşe bakılırsa, savaşmaksızın ulaşmıştır; gerçi bu birliğin yöntemlerini düzeltmiş, ama kendisini değiştirmemiştir; görünenle görünmeyen, görülenle bilinen ikilemi ise Yontma Taş Çağının resim sanatına tümüyle yabancıdır

Bu sanat hangi nedenle ve hangi amaçla yaratılmıştır? Bu sanat, insanın koruma ve yineleme gereksinimini duyduğu varlık sevincinin bir anlatımı mıydı? Ya da, oynama içgüdüsüyle, süsleme isteğine, boş yüzeyleri çizgilerle, biçimlerle, desen ve süslerle örtme isteğine mi hizmet ediyordu? Boş zamanların bir ürünü müydü, yoksa belirli bir kılgılı amacı var mıydı? Bu sanatta bir oyuncak, bir araç, bir afyon, ya da yaşamı sürdürmede kullanılan bir silah niteliği mi görmeliyiz? Bugün bu sanatın ilkel avcıların sanatı olduğunu biliyoruz Bu avcılar üretici olmaktan uzak, asalak bir ekonomi düzeyindeydiler, yiyeceklerini üretmiyorlar, toplama ve avlama yoluyla elde ediyorlardı; görünüşe bakılırsa, gev şek, hemen hiç örgütlenmemiş toplum biçimleri içerisinde, küçük ve kapalı sürüler halinde, ilkel bir bireycilik düzeyinde yaşamaktaydılar Büyük bir olasılıkla tanrılara, öbür dünyaya ve ölümden sonraki yaşama inanmıyorlardı Bu salt uygulama döneminde tüm çabalar yine büyük bir olasılıkla, yaşamı sürdürme ereğine yönelikti; bu dönemde sanatın yiyecek sağlamak başkaca bir amaca hizmet ettiği yolundaki bir düşünceyi haklı kılabilecek kanıt yoktur

Bütün belirtiler, bu dönemin sanatının bir büyü uygulamasının aracı olduğunu ve bu niteliğiyle tümüyle kılgıcı, doğrudan ekonomik ereklere yönelik bir işlev taşıdığını ortaya koymaktadır Ancak bu büyünün herhalde bizim dinden anladığımızla bir ilgisi yoktu; dualar, kutsal sayılan güçler gibi öğelerin varlığı ve nasıl biçimlenmiş olursa olsun herhangi bir inançla öbür dünyadaki tinsel varlığa bağlılık söz konusu değildi, dolayısıyle dinin ilk koşulu da gerçekleşmemişti Sözü edilen büyü, gizemli olmaktan uzak bir uygulayımdı, gerçeğe dönük bir yöntemdi, birtakım araçların ve işlemlerin nesnel uygulanmasıydı; fare kapanları kurmamız, toprağı gübrelememiz, ya da uyku ilacı almamız, gizem ve esriklikle ne denli ilgiliyse, yukarda sözü edilen büyünün bunlarla ilgisi de o ölçüdeydi Resim yoluyla betimlemeler, bu büyünün araçları arasında yer alıyordu Bu betimlemeler av hayvanları için düşünülen tuzaktı, ya da daha doğru bir deyişle, yakalanmış olan hayvanı da içeren “tuzak”tı -çünkü resim aynı zaman da hem betimleme, hem de betimlenendi, hem istek, hem de isteğin yerine gelişiydi Yontma Taş Çağının avcısı ve ressamı, resmi yapmakla, resmini yaptığı şeye sahip olduğunu, resimde canlandırdığı üzerinde egemenlik kurduğunu düşünürdü Resimdeki hayvanın öldürülmesiyle gerçek hayvanın da öldüğüne inanırdı, Onun tasarımına göre resimle betimleme, istenen etkinin öne alınmasından başka bir şey değildi; asıl olayın büyü niteliğindeki örnek eylemi izlemesi, ya da daha doğrusu bu eylem içerisinde baştan bulunması gerekirdi, çünkü sonuçta bu ikisini ayıran yalnızca çağın yanlış inancına göre önemsiz sayılan zaman ve mekan ortamıydı Demek ki burada kesinlikle simgesel tamamlayıcı işlevler değil, gerçek amaç eylemleri, yerinde edimler, gerçek neden oluşlar söz konusudur Avı öldüren düşünce olmadığı gibi, mucizeyi gerçekleştiren de inanç değildi; büyüyü oluşturan gerçek eylemdi, somut resimdi, resmin gerçekten silahla vurulmasıydı



Alıntı Yaparak Cevapla