Prof. Dr. Sinsi
|
Eski Taş Devri. Büyücülük Ve Doğalcılık
Yontma Taş Çağının insanı kayalara bir hayvanı çizdiğinde, eti ve kemiğiyle bir hayvan yaratmış olurdu O insan için yapıntılar ve görüntüler dünyasının, sanatın ve salt öykünmenin henüz deneysel ger çeklikten ayrı ve kopuk, kendine özgü bir alanı yoktu; Yontma Taş Çağının insanı henüz bu iki alanı birbiriyle karşı karşıya getirmiyor, birinde ötekinin doğrudan ve kesintisiz sürüşünü görüyordu Onun sanata olan tukusu Levy-Bruhl’ün Sioux Kızılderilisi’ninkinin aynıdır; bu Kızılderili, taslaklar yapan bir araştırmacıyı gördüğünde şöyle der: “Bu adamın, kitabında bizim bizonlarımızdan birçoğunu yarattığını biliyorum; onları yarattığında yanındaydım; o zamandan beri bizonumuz kalmadı ” Alışılmış gerçekliğin kesintisiz sürdürüldüğü bu sanat evresi tasarımı, daha sonraki dünyaya karşı çıkan sanat isteğinin egemenliğine karşın, hiçbir zaman bütünüyle yitirilmez Yarattığı heykele aşık olan Pygmalion söylencesi, bu düşünce dünyasının bir ürünüdür Bunun benzeri bir tutum da bir Çinli ya da bir Japon, bir dal, ya da bir çiçek resmi yaptığında görülür; burada resim Avrupa sanatının yapıtları gibi bir özet, bir idealize ediş değildir, yaşamı yüceltmek ya da düzeltmek istemez Amacı yalnızca bir pirinç yaratmak, ya da gerçeklik ağacına bir çiçek daha eklemektir Bir resimdeki yaratıkların büyük bir kapıdan geçerek gerçek çevreye, gerçek yaşama çıkışlarını anlatan sanatçı fıkraları ve masallar da bu görüşü dile getirir Bütün bu örneklerde sanat ile gerçek arasındaki sınırlar silinmiştir Ne var ki, bu iki alan arasında hiç kopukluk bulunmaması, tarih dönemlerinin sanat yapıtlarında bir yapıntı içerisinde yapıntı niteliğindedir; Erken Taş Çağı’nın resim sanatında ise yalın bir olgudur ve bu evrede sanatın henüz tümüyle yaşamın hizmetinde oluşunun bir kanıtıdır
Buna karşılık Yontma Taş Çağı sanatının başka türlü açıklanması, örneğin süsleyici ya da anlatımcı bir biçim örgüsü olarak yorumlanması, dayanaktan yoksundur Böyle bir yorumu çürütecek birçok belirti vardır; özellikle resimlerin tümüyle gizli, içine güç gülebilen, kapkaranlık mağara diplerinde, başka deyişle “süsleme” olarak hiçbir zaman geçerlik kazanamayacakları yerlerde bulunması, bu durumu gösterir Yine böyle bir yorumu çürüten olgulardan biri de, bu resimlerin Palimpsest(1) biçiminde, her türlü süsleme etkisini baştan yok eden bir üst üste istif düzeninde yerleştirilmiş olmasıdır; oysa ressamların re simlerini ayrı ayrı yapmaları için yeterli yüzey vardı
Bu istif düzeni şunu gösterir: Resimler göze estetik zevk vermek için yaratılmış olmayıp, bir amaca yöneliktir; bu amaç açısından en önemli olan nokta, resimlerin belirli mağaralarda ve bu mağaraların be lirli yerlerinde -görünüşe bakılırsa, büyüye özellikle elverişli yerlerde- yapılmış olmasıdır Burada bir süsleme amacından, ya da estetik bir anlatım ve bildirim gereksiniminden söz edilemez; çünkü betimlemeler sergilenmiş olmaktan çok gizlenmiştir Yukarda da belirtildiği gibi, sanat yapıtlarını temel olan iki ayrı etken vardır: Bunların bir bölümü salt orada durmaları için, bir bölümü ise onlara bakılsın diye yaratılır Salt Tanrı’nın onuru için yaratılan dinsel sanatın ve az çok sanatçının içini dökmesine yarayan her sanat yapıtının Erken Taş Çağı’nın büyüsel sanatıyla ortak noktası, gizlilik içerisinde etkin oluştur Büyünün etkinliğinden başka bir şey düşünmeyen Yontma Taş Çağı sanatçısının, estetik niteliğe yalnızca amaç için araç gözüyle bakması, çalışmasında belli bir estetik doyuma varmasını kuşkusuz engellememiştir İlkel halkların tapınma danslarında öykünme ve büyü öğeleri arasındaki ilişki, durumu en açık biçimde sergiler: Bu danslarda gerçeği saptırıştan ve öykünmeden alınan tat, nasıl büyünün amacı olan eyleme ayrılmaz biçimde bağlıysa, tarih öncesinin ressamı da, kendini büyüsel amaca adamış oluşuna karşın, hayvanları özyapısal konumları içerisinde belli bir beğeniyle ve doyuma vararak canlandırmıştır
Bu sanatın estetik değil, büyüsel bir etkiyi bilinçli olarak amaçladığının en güçlü kanıtı, resimlerdeki hayvanların üzerlerine çoğunlukla mızraklar ve oklar saplanmış olarak canlandırılması, ya da bu resimlerin tamamlandıktan sonra sözü geçen silahlara hedef olmasıdır Burada hiç kuşkusuz simgesel bir öldürme söz konusudur Yontma Taş Çağı sanatının büyüsel eylemlerle bağıntısı bulunduğunu hayvan kılığına girmiş insan figürleri betimlemeleri de kanıtlar; bu figürlerin çoğunluğu, bakıldığında açıkça görüldüğü gibi, büyüsel-öykünmeci dansları canlandırır Bu resimler de -özellikle Trois Freres’deki yapıtlarda birleşik hayvan masklarına rastlamaktayız; bunların büyüsel bir amaç olmaksızın anlaşılmazı olanaksızdır Yontma Taş Çağı resim sanatının büyü ile ilişkisi, bize, bu sanatın doğalcılığını açıklamamız için de en büyük yardımcıdır Modelin bir “alter ego”sunu (öteki ben) yaratmak, başka deyişle nesneyi sadece göstermek, yansılamak, yapay bir varlığı yansıtmak amacını gütmeyip, gerçek anlamda o nesnenin yerini tutmak ereğine yönelik bir sanatın, doğalcı doğrultudan başka bir doğrultuda olması düşünülemezdi Büyü yoluyla yaratılmak istenen hayvan, resimde canlandırılanın karşıtı olarak ortaya çıkacaktır -hayvanın somutlaşması ancak yansıtmanın aslına sadık ve hakiki olmasıyla gerçekleşe bilir Başka deyişle, bu sanat salt büyüsel amacından ötürü doğaya bağlı olmak zorundadır Aslına benzeyen resim sadece kusurlu olmakla kalmayıp, gerçek dışıdır, anlamdan ve amaçtan yoksundur
Sanat yapıtlarının varlığını kanıtlaya bildiğimiz ilk dönem olan büyü çağının, bir, büyü-öncesi çağını izlediği varsayılmaktadır Artık formülleşmiş büyü uygulayımını ve kesin kurallara bağlı tören düzeyini içeren, gelişmesini tamamlamış büyü çağı, temellerini büyük bir olasılıkla henüz düzensiz, el yordamıyle ilerleyen uygulamanın ve salt denemenin egemen olduğu bir dönemde bulmuştur Büyünün sihirli tekerlemelerinin, görsel biçime getirilmez den önce, zaman içerisinde sınanması, etkinliğini göstermesi gerekiyordu Bu tekerlemeler salt kurgu ürünü olamazdı, bunların dolaylı yoldan bulunması, adım adım geliştirilmesi gerekiyordu Gerçi insanoğlu asıl ile yansıtma arasındaki bağıntıyı bir rastlantı sonucu bulmuştu, ancak bu buluş onu çok derinden etkilemiş ol malıdır Belki de, içerdiği benzerlerin karşılıklı birbirlerinden bağımlılığı belitiyle birlikte büyü, kaynağını ilk kez bu yaşantı da bulmuştur Ne olursa olsun, daha önce belirtildiği gibi, sanatın ilk koşulları olan bu en eski iki tasarım, yani benzerlik ve yansılama tasarımıyla, yaratma, yoktan üretme tasarımı, başka deyişle, yaratma olanağı, büyü öncesi deneyler ve buluşlar çağında biçimlenmiş olmalıdır Pek çok yerde mağara resimlerinin yanında bulunan ve duvara elin izi çıkarılarak oluşturulmuş el karaltıları, insan bilincine ilk kez biçimlendirme -poiein- düşüncesini algılatmış ve insana cansızın ve yapayın bir canlıya ve hakikiye tümüyle benzeyebileceğini düşündürtmüştür Bu oyun benzeri çabanın, doğal olarak başlangıçta ne sanatla, ne de büyüyle ilgisi vardı; onun önce büyünün bir aracı ve ancak ondan sonra sanatın bir biçim örgüsü olması gerekiyordu Çünkü yukarda sözü edilen el izleriyle, en ilkelinden bile olsa, hayvan betimlemeleri arasındaki uçurum o denli derindir ve her ikisi arasına geçiş dönemleri niteliğiyle koyabileceğimiz anıtlar o denli eksiktir ki, oyun biçimlerinden sanat biçimlerine doğ nı, doğrudan ve sürekli bir gelişmeyi var sayabilmemiz hemen hemen olanaksızdır; bu durumda yabancı, dışardan gelme bir bağlayıcı öğenin varlığı sonucunu benimsemek gereği doğmaktadır -bu öğe de yansıtmanın büyüsel işlevinden başka bir şey olamaz Ancak, belirtilen oyunsal büyü öncesi oyunsal biçimler de daha o zaman doğalcı, gerçekliğe henüz mekanik de olsa, öykünen bir eğilim içermiştir ve bunlara hiçbir şekilde soyut süslemeci bir ülkenin sergilenmesi gözüyle bakılamaz
|