Prof. Dr. Sinsi
|
Sosyolojik Olarak Melting Pot Nedir
Sosyolojik olarak melting pot nedir
Kapitalist faaliyetlerin ötesinde bizzat modernliğin dünya ölçeğinde yayılması olan küreselleşme sürecinin, bütün milletleri birbirine benzettiğine (daha doğrusu Batılı kültür ve toplum formlarına uydurduğuna) dair genel gelişmenin aksine, Batılı ülkelerde 70’li yıllardan itibaren farklılık temeline dayalı kimlik siyaseti ön plana çıkmıştır Söylenildiği gibi modernlik tek biçimli (uniform) fonksiyonel alanlara sahip olmamış, bilâkis bütün rasyonelleştirici ve evrenselleştirici süreçlere rağmen kendi içinde dahi üst kimlik altında kendini saklayan heterojen kimlikleri ihtiva etmiştir
Çokkültürcülük tartışmaları ve yaklaşımları, ulus-devletin (nation-state) ideolojik aygıtları ve mekanizmaları vasıtasıyla karmaşıklaşan topluma uygun cevaplar verememesi yüzünden Batılı modern demokrasilerin, hatta düzenin restorasyona ihtiyacı olduğu öncülünden hareket etmektedir Dolayısıyla Batılı modern devletlerin içleme (inclusion) ve bütünleşme mekanizmalarının geleneksel işlevini yerine getiremediği iddiasıyla ortaya çıkan çokkültürcülük yaklaşımları, çeşitli yurttaşlık ve kimlik modelleri önererek bu konuda çözüm üretmeye çalışmaktadır Her ne kadar bu çözüm önerilerinin siyasal ve toplumsal boyuttaki yansımaları çokkültürcü yapıların o kadar kolay içselleştirilemeyeceğini gösterse de, ulus-devleti oluşturan nitelikleri yeniden tanımlama ve belirleme veya ortadan kaldırma çabasını ihtiva ettiğinden bu konuya bigâne kalınmaması gerektiği açıktır

Toplumsal denetim mekanizmalarının ve özdeşleşme kanallarının zayıflaması neticesinde çoğalan çeşitlilik ve farklılık, siyasal düzenin iskeletini oluşturan toplumsal sözleşmenin temel parametrelerinin flulaşmasına yol açmıştır Birarada asgarî müşterek ilke ve değerler etrafında yaşamanın zımnen onaylanması olan toplumsal sözleşmenin, yeniden ele alınması gerektiği düşüncesine dayanan çokkültürcülük yaklaşımları, millî kimliğin oluşma süreçlerinin homojenleştirici özelliklerine karşı çıkmış; ayrıca 20 yüzyılın son çeyreğinde teknoloijik ve küresel değişimlerin bu süreçlerin etkisini spontane bir şekilde azalttığını vurgulamıştır Modern milletin somutlaştığı temel düzlemlerden olan kamu alanında bütün alt kimlikleri aşkın olan kimliğin geçerliliğinin sorgulanması suretiyle millî oluşumun akdî, dolayısıyla hukukî zeminini de (Bürgerrecht) oluşturan tek kültürlü yurttaşlık, çokkültürlü yurttaşlıkla ikame edilmek istenmektedir
Batılı Modern Ulus-Devletlerde Çokkültürcülük Yaklaşımları
Çokkültürlü kökenleri olan modern ulus-devletler, toplumsal ve siyasal bütünleşmelerini homojenleştirme ve bireyselleştirme yoluyla gerçekleştirmişlerdir Ulus-devletler, çoğulculuğu, bireysel hakları dağıtan vatandaşlık topluluğunun birliğiyle bağlantılandırmıştır Dayanışmacı ve demokratik bakış açısından ulus-devletin modernleşmesi, toplumun tüm yurttaş bireyleri kapsayacak şekilde medenî haklar temelinde tanımlanması olduğunu söyleyebiliriz Buradaki kapsayıcılığın iki anlamı vardır: Birincisi bireysel hakların verilmesi, ikincisi ise periferi kültürlerin bir merkezî kültüre tâbi kılınmasıdır
Çokkültürcülük işte tam da buna karşılık olarak ortaya çıkmıştır Şöyle ki, çok-kültürcülük hareketi, yurttaşlık esasında bütünleşme programının başarısızlığa uğradığı görüşünü dile getirmektedir Çok-kültürcü çoğulculuk, bu bütünleşme problemine çözüm olarak formel-liberal anayasa çerçevesinde toplumun maddî oluşumunu şekillendirmek için çevre kültürlere kendi varlığını devam ettirmek için adil bir imkân tanınması gerektiğini söyler 1
Çokkültürcülük, Aydınlanma’yla birlikte ortaya çıkan özgün bir tarihsel sürecin kendi içindeki çeşitli gelişmelerin yarattığı soruna cevap olarak doğmuştur Aydınlanma döneminde akıl dışında bütün ölçülerin geçersiz ilân edilmesiyle tarihte görülmemiş bir şekilde yeni bir norm ihdas edici kaynak oluşmuştur Akıl, bütün ilke ve ölçütlerin yeni belirliyecisi ve bütün insanlık için evrensel geçerlilikte kurallar koyan mitik bir varlığa dönüşmüştür 2 Bu anlayışın ulus-devlet içindeki uygulaması, yurttaşlık adı altında aynı eğitimden geçmiş aynı tipte insan topluluğu meydana getirmek olmuştur Fransa ve daha sonraları Almanya gibi Batılı ulus-devletlerin bazı tipleri, bu uygulamanın aşırı formlarını uygulamaya sokarak aydınlanmanın tek kültürcü anlayışını kısmen pratiğe soktular Bu yüzden homojen ulus-devlet uzun süre siyasal oluşumun (Gemeinwesen) tek tabiî ve meşru formu olarak ilân edilmiştir
Ulus-devletin inşa sürecinde elbette bir kültür ön plana çıkartılarak diğer kültürler ikincil konuma getirilecekti Yoksa ulus-devletin insanları bir millî kültürün etrafında toplayarak siyasal bir topluluk oluşturması mümkün değildi Zira üst kültür aynı zamanda insanlar arasındaki temel iletişim aracıdır
Almanya 19 yüzyılda ve özellikle de Nazi iktidarı döneminde tek ırk, tek dil, tek din, tek tarihe, tek kültüre dayanan bir millet inşa etme tecrübesi geçirmiş bir toplum olduğundan II Dünya Savaşı’ndan sonraki göç karşısında yeni arayışlar getirmek yerine, ırkçı ve dışlayıcı devlet siyaseti yaklaşımının dışına çıkamadı Bu yüzden bugüne kadar göçmen toplumların kültürleri tanınmadı, daha doğrusu vatandaş olarak kabul edilmeleri hep sorun teşkil etti Dolayısıyla Almanya’da çokkültürcülük, yabancıların (Gastarbeiter, Asylant,  ) Alman toplumuyla bütünleşmesi sorunuyla bağlantılı olarak ortaya çıkmıştır
Almanya’da ortaya çıkan çokkültürcülük anlayışı genelde, köken itibariyle Alman olmayan insanların vatandaşlık hakkını kazanabilmesi ve vatandaşlığın seküler devlette ırkî, dinî ve ideolojik olarak belirlenmemesi ve bunlara bağlı olmaması gerektiği tasavvuru etrafında şekillenmiştir
Çokkültürcülük anlayışına göre, cumhuriyetin temeli olan anayasal vatandaşlık, vatandaşların cumhuriyetin siyasî düzeniyle ve değerleriyle aktif biçimde özdeşleşmeleri temeli üzerine kuruludur Buna göre, cumhuriyete aidiyet, ulus-devlet üyeliği gibi sadece kökene ve milletin mistik gövdesine özgürlük dışı bağlanma olarak kurulmaz, bilâkis cumhuriyetçi siyaset düzeninin değerleri, vatandaşların onayına bağlıdır Bu yüzden Ernest Renan, cumhuriyeti, üyelerinin günlük halk oylamasıyla (Plebiszit) bir siyasal cemaat olarak sürekli yeniden inşa edebilmesi, sağlamlaştırabilmesi ve koruyabilmesi gereken “istem milleti” (Willensnation) olarak da tanımlamaktadır
Çokkültürlü toplumun inşasını, cumhuriyetin varlığına bağlayan bu anlayış, aynı zamanda anayasa vatanseverliğinin cemaat oluşturucu ve devlet kurucu gücüne özel bir önem atfetmektedir Ayrıca çokkültürlü toplum taraftarları ABD’nin, Fransa’nın, İsviçre’nin ve Büyük Britanya’nın tarihini anayasa vatanseverliğinin olumlu modelleri olarak ele alarak, bu devletlerin tarihini kendi tezleri için sağlam bir delil olarak benimsemektedirler İşte bu yeni vatandaşlık modelini içeren cumhuriyet, ilkesel olarak bütün insanları, kökenine ve kültürüne bakmadan potansiyel vatandaş olarak kabul eder Halbuki eski millet düzeninde, ancak devleti oluşturan ırka mensup olanlar tam vatandaş olabilirlerdi
Çokkültürcülük anlayışlarını neredeyse kozmopolitizme yaklaştıranlar bile, ulus-devletin aslında temel hakların hukuken uygulanması için bir garanti teşkil etmesinden dolayı, ulusdevlet çerçevesinin bugün de bir anlamı olduğu gerçeğinden vazgeçememektedirler Meselâ bir Alman vatandaşı, anayasa delindiğinde veya insan hakları ihlâl edildiğinde hakkını Madrid veya Paris’te aramayacak, bilâkis bunu Karlsruhe’da yapmak zorunda kalacaktır 3 Fakat bu çerçevede çokkültürcüler ısrarla ulus-devletin bizatihi bir amaç olmadığını, aksine amaca ulaşmak için, yani insan hakları ve cumhuriyetçi özgürlükleri korumak için bir araç ve hizmet edici bir fonksiyon olduğunu vurgulamaktadırlar
Çokkültürlü toplum, Almanya’da fakat aynı zamanda bütün Avrupa’da en başta bir toplumsal gerçekliğe tekabül eder Bugün Almanya’da yaklaşık 9 milyon başka kökenden gelen insan bulunmaktadır Aile göçü ve yabancılardaki yüksek doğum oranı sebebiyle her yıl yüz binler bu sayıya ilâve olmaktadır Dolayısıyla çokkültürcülere göre mevcut gelişme, bugün 9 yarın 10, 11 veya 12 milyon yabancıyla birarada yaşayacak mıyız sorusunu değil, nasıl yaşayacağız sorusunu sormayı gerektirmektedir Çokkültürlü toplum, bu sorunu gidermeye matuf, en makûl çözüm yolu olarak kabul edilmektedir Onlara göre çokkültürlü toplum, homojen ulus-devletin ve ırkçı milliyetçiliğin karşıtı olmanın yanında anayasa çatısı altında birlikte yaşamanın çoğulcu ve çokkültürlü formlarını da elzem kılmaktadır
Almanya’da geliştirildiği hâliyle çokkültürlü toplum düşüncesi, “Almanya Almanlarındır” kavramına karşı geliştirilen bir yaklaşımı içerdiğinden millî olana hiçbir şekilde öncelik vermemekte, aksine millî olanın yüceltilmesinin tarihte meydana gelen bir çok kıyım ve yıkımın müsebbibi olarak görmektedir Bu problemi aşmak için de ilk olarak Alman toplumunda Almanlar’ın başka kökenden gelen insanlarla eşit muamele ve hoşgörü içinde, onları asimile etmeden ve kültürel kimliklerini yok etmeden birlikte yaşayabileceklerini belirtmektedir Bunun yanında çokkültürcüler, bütünüyle millî bir çözümden kopamayarak, bu yabancıların Alman anayasasının ilkelerini kabul etmeleri ve Alman dilinde anlaşabilmeleri gerektiğini, yoksa iletişimin ve bütünleşmenin yüksek seviyedeki işbölümlü iktisat ve toplumda mümkün olmayacağını savunmaktadırlar Bu şartları yerine getirenlerin hızlı ve kolay bir şekilde Alman vatandaşı olmaları gerektiğine inanılmaktadır
Çokkkültürcüler, yabancıların kültürel kimliğini, anayasanın temel kurallarından bağımsız kabul etmek isteyen radikal çokkültürcülüğün dogmatik tasavvurunu reddetmektedirler Zira çokkültürlü toplum, Batılı değer kanonundan vazgeçilmesi, serbest göç için sınırların kaldırılması, hatta gelecekte kurulması muhtemel çok ırklı cumhuriyet demek değildir
|