Prof. Dr. Sinsi
|
Dinin Toplumsal İşlevleri
Dinin toplumsal işlevleri
Dinin toplumsal işlevleri arasında aile yapılarının korunması da büyük önem taşır Bütün toplumlarda cinsel davranışı, üreme etkinliğini, statü dağılımını ve bireyin toplumsallaşması sürecini düzenleyen kültürel çerçeveler, başka yapıların yanı sıra dinsel kurumlarca da gözetilir Akrabalık düzeninin toplumsal örgütlenmenin odağı olduğu
toplumlarda bu, özellikle geçerlidir Bu tür bazı toplumlarda ailelere özgü tanrılar ve atalara tapınma, dinsel yaşamın ağırlıklı boyutunu oluşturur Günümüzde birçok toplumda, aile üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen ahlak kuralları genellikle dinsel yaptırımlara bağlanır Aile biriminin ağırlığının görece azaldığı toplumlarda da bireyin toplumsallaşması sürecinde dinsel öğeler önemini korumaktadır Günümüzde de aynı dinsel topluluk içinden eş seçimi yaygındır ve ailenin temel yapısı dinsel normlarla desteklenmektedir

,
Din, işlevsel bakımdan, bir ölçüde çelişen iki tür gereksinmeye karşılık verir Bir yandan toplum düzeyinde sürekliliğin ve istikrarın korunması, bireysel davranışların önceden kestirilebilmesi, bireylerin bunalım koşullarındaki olası yıkıcı tepkilerinin denetlenebilmesi gerekir Bireyler düzeyinde ise gerilim, suçluluk, boğuntu ve hüsran duygularının üstesinden gelinebilmelidir Ama toplumda bütünleşmeyi pekiştiren süreçler, bireyleri yeni özverilere zorlayarak boğuntu duygusunu daha da güçlendirebilir; buna karşılık bireyler de kurtuluşu toplumsal düzeni sarsacak yollarda arayabilir ,
Dinin gerçekte birbirini bütünleyen bu iki karşıt işlevi, dinsel örgütlenmenin ya da dinsel birliğin değişik türlerinde yansımasını bulur Hiyerarşik biçimde örgütlenmiş dinsel kurumlar (örn Hıristiyanlıkta kilise) ilke olarak bütün toplumla örtüşmeyi, dolayısıyla en ileri bütünleşmeyi amaçlar; bu nedenle öğretiye uygun doğru davranış biçiminden çok, biçimsel ayin kurallarına ve inanç ilkelerine ağırlık verir Alman kilise tarihçisi Ernst Troeltsch'e göre Hıristiyanlıkta kilise, devletle ve egemen sınıflarla bütünleşerek, toplumsal düzenin ayrılmaz bir parçasına dönüşmüştür Buna karşılık mezhep ve tarikat biçimindeki dinsel örgütlenmeler, ilke olarak, başat iktidar yapılarının dışında kalmış grup ve bireylerin gereksinmelerini karşılamaya dönüktür Hiyerarşik bir örgütlenmenin bulunmadığı ve din bağının, doğuştan belirli bir toplumun üyesi olmakla kendiliğinden örtüştüğü dinler ise (büyük ölçüde İslam, bir ölçüde Yahudilik, Budacılık, Hinduizm) din birliğinin ne ölçüde "kurumlaştığı" ya da ne ölçüde "yataylaştığı" bakımından incelenebilir , Örneğin genellikle kurumlaşmamış sayılan, yatay birliğin ağır bastığı Hindu dininin tarihindeki belirli dönemlerde örgütlü, bir ölçüde hiyerarşik bir ruhban düzeni ( Brahmanlık) egemen olmuştur Budacılığın Theravada kolunun ağırlıkta olduğu ülkelerde de (örn Tayland) sangha (keşiş örgütlenmesi) karmaşık bir kilise yapısını andırır Din sosyolojisiDin sosyolojisinin en önemli kuramcılarından Max Weber (1864-1920) üst ve alt sınıflara özgü dinsel yaklaşımlar arasındaki karşıtlığı da vurgular Weber'e göre üst sınıfların dinsel yaklaşımı, yeryüzündeki kötülüğü Tanrı'nın mutlak iyiliği ve doğruluğu ile özürlendirmeye çalışır, yeryüzünde varlıklı grupların kayınlmasını gerekçelendiren inanç ilkeleri ile ayinlere ağırlık verir Oysa toplumun güçsüz kesimleri acı çekmeyi yücelten, hatta kurtuluş yolu sayan, yeryüzünde kazanılan başarıları küçük gören öğretilere bağlanma, Hinduizm ve Budacılıkta olduğu gibi yeniden doğuş ülküsünü yüceltme eğilimindedir Dinsel gruplar içindeki çatışmalar genellikle bu toplumsal karşıtlıkları yansıtır Örneğin Yahudiliğin ilk dönemlerinde peygamberler ile kuralcı dinsel önderlerin çatışması, yarı göçebe Çobanlar ile yerleşik çiftçiler, topraksızlar ile toprak sahipleri, zanaatçılar ile soylular arasındaki çatışmaların bir yansımasıdır
,
Öte yandan dinlerin inanç ilkeleri, simgesel anlatım biçimleri ve tapınma kuralları, özellikle halk kültürünün özgün yapılarıyla iç içe geçtikçe seçmeci ve karma bileşimler de ortaya çıkabilir Hemen hiçbir dinin, tarih boyunca yayıldığı bütün ortamlarda, bütün öğeleriyle bağdaşık bir sistem özelliğini koruduğu söylenemez Durkheim'a göre hiçbir din tek bir düşünceye, uygulandığı koşulların farklılığına karşın özünde değişmez kalan tek bir ilkeye bağlanamaz Her din, birbirinden ayrı ve görece tekilleşmiş parçaların oluşturduğu bir bütündür Gene her din, her biri belirli bir özerklik kazanmış değişik kültlerin birliğinden oluşur
Yardımcı Olabilecek Notlar: 1
Toplumsal hareket türü olarak ele alınması gereken dinsel hareketlerin onları diğer toplumsal hareketlerden farklı belli başlı özellikleri vardır Birincisi; bu hareketlerin bireyi tümüyle aşan bir doktrinden, aşkın bir otoriteden kaynaklandığını ileri sürmeleridir İkincisi; bireyin davranışlarını hatta kişiliğini temelden yönlendirebilme yeteneğidir Dinsel hareketlerde bireyler diğer toplumsal hareketlerde olduğundan çok daha fazla davranışlarını değiştirme konusunda manevi , baskı altında bulunmaktadırlar Diğer yandan doğa üstü bir aşkın bir otoriteden kaynaklanması ve gerçeğin tek olduğu savı da dinler arası bir mücadele getirmekte ve toplumsal çatışmadan kaynaklandıkları gibi toplumsal çatışmaya da yol açabilmektedirler Bu itibarla belli bir ölçüde devrimci bir potansiyel taşımaktadırlar (Landsberger) Dinsel hareketlerin toplumun gidişatına karşı bir protesto eylemi olarak belirlenmesi (Durkheim) yada Nadel’in belirttiği dinin toplumu kaynaştırıcı bir olgu olduğu görüşü her dinsel hareketin kendi öznelliğinde referans olarak alınması gereken görüşlerdir
Dinin ister bütünleştirici, ister tutucu, isterse de devrimci rolü üzerinde durulsun bu olgunun toplumsal değişim faktörü olarak önemi oldukça büyüktür Marks hariç değişimi bilimsel araştırmalarının odak noktası yapan araştırmacılar için vazgeçilmezliği ortadadır ve Durkheim ve Weber’den kaynaklanan toplumsal teoriler dinsel hareketlerin toplumsal değişimdeki rollerine ve siyasal içeriklerine gereğince yer vermişlerdir
Durkheim ve Weber’in açmış oldukları yol izlendiğinde , din toplumun bir fonksiyonu olarak görülecektir Sistemin denge hainde olduğu bir toplumda din ve dinsel hareketler bir bütünleşme fonksiyonudur Toplumsal karşıtlıkların consensusu zedelediği bir toplumda din toplumsal farklılaşmanın bir fonksiyonudur ve muhalefet biçimi olma eğilimindedir Kurulu düzenin ve sistemin yadsındığı toplumlarda ise dinsel hareketler, baş kaldırmanın, protestonun bir ifadesidir Özetle din; toplumun bir fonksiyonudur ve toplumun kendi kendini doğrulaması, kendini sorgulaması yada kendini yadsıması fonksiyonunu ifade etmektedir (Desroches)
Wach; dinsel hareketleri içsel protesto-dıştan protesto hareketleri olarak tasnife tabi tutmuştur Bir çeşit kültür grevi yada hoşnutsuzluk kaynağını zihnen feshetme olarak niteleyebileceğimiz dıştan protesto tarzı, Hobsbawn’ın reformcu olarak tanımladığı dinsel hareketlere tekabül etmektedir Ona göre dinsel hareketler iki yönde oluşup gelişebilmektedir; reformcu dinsel hareketler ve devrimci dinsel hareketler Reformcu hareketler belirli bir toplumsal düzenlemeyi yada kurumu ana hatları ile kabul etmekte olup, mevcut kusurları yada eksiklikleri reformlar yolu ile gidermeyi amaçlamaktadırlar Devrimci hareketler ise, toplumun temelden dönüştürülmesini yada yepyeni bir toplum biçimi ile ikame edilmesini öngörmektedirler
Yakın zamanlarda sekülerleşmenin tatmin edici , olmadığına ilişkin bir kanıt olarak Lanternari’nin ezilenlerin dini olarak tanımladığı millenarist hareketler oluşa gelmiştir Mesihçi ve millenarist hareketler yalnızca biçimsel olarak kullandıkları dil bakımından dinseldirler Öznelerinde sosyo-ekonomik ve siyasal öğeler yer almaktadır Millenarist hareketlerin ortak yönü mutluluk bolluk ve mutlak adalet çağını inananlarına vaat etmesidir
Hobsbawn’ın belirlemesine göre millenarist hareketler üç farklı özellik taşımaktadır
1-Mevcut dünyaya ve kötü olarak tanınan günümüze karşı topyekün bir yadsıma vardır
2-Millenarist hareketlerde belirli bir ölçüde standartlaşmış bir ideoloji vardır
3-Çağdaş devrimci hareketlerle millenarist hareketler arasında ki son fark da millenarist hareketlerin özlemledikleri topluma ilişkin çok belirsiz fikirleri olması ve bu toplumu gerçekleştirme yolundaki eylemlerin de aynı muğlaklığı taşımasıdır
,
Millenaristler devrim yapıcı olamamaktadır, çünkü devrimin adeta kendiliğinden , mucizevi yolla, ilahi vahiy ile şu veya bu şekilde gerçekleşeceğini beklemektedirler Thomas Münzer’in 16 yy Almanya’sında patlak veren köylü ayaklanması, Sioux’ların ruh dansı biçimde başlayan sonraları şiddette dönüşen kültür grevi, Çin’deki Taiping ayaklanması ve 19 yy İtalya’sındaki Lazzerati isyanı millenarist hareketlere dair örneklerdir
|