Prof. Dr. Sinsi
|
Dinin Toplumsal İşlevleri
Araştırmacıların çoğu millenarist hareketleri toplumsal sorunlar karşı bir yanıt olarak çözülmeye tabi tutulmuş bir geleneksel toplumun tepkisi olarak değerlendirmişlerdir Bu tür hareketlerin bir doyumsuzluk yada stres halinde olan toplumlarda meydana geldiğini vurgulamışlardır (Batescn) Başka bir deyişle dinsel hareketler toplumların geliştirdiği bir telafi mekanizmasıdır (Desroches) Doyumsuzluk teorisine yakın bir yoksunluk teorisi de ilk kez Barber tarafından millenarist hareketleri açıklayabilmek için savunulmuştur Barber, protesto niteliği taşıyan dinsel hareketleri bir akültürasyon olayı olarak yorumlamıştır; daha üstün , yabancı bir kültürle temastan ileri gelen yoksunluğa karşı geliştirilen bir tepkidir Millenarizmin nedenleriyle ilgili olarak savunulan diğer bir tezde ekonomik etkenleri vurgulamaktadır (Olson) Balandier’e göre ise, millenarist hareketler aynı zamanda bir sosyolojik ve kültürel olgudur Kültürel bir olgudur çünkü, yabancı kültür öğelerine karşı tepkiden ileri gelmektedir Sosyolojik bir olgudur çünkü, bağımlı bir toplumun inisiyatifi ile meydana gelmektedir ve toplumun yeniden örgütlenmesine yönelik bir çabayı , ifade etmektedir
Ülkemiz bazında değerlendirildiği zaman İslamın yeniden dirilişinin söz edildiği günlerde olayın sosyo- kültürel, ekonomik ve siyasal bazda bütünüyle analiz edilmesi gereği çok açıktır Bilindiği gibi Kemalist devrimciler için laiklik bir modernleşme politikasının sadece bir mihenk taşı olmaktan öte aynı zamanda da bir hikmet-i hükümet meselesiydi Gerek Sünni gerekse alevi varyantlarında daha önce merkezi ve muzaffer olan Türk İslamiyet’i artık sırf halk tabakalarının ve mistik, dinsel geleneklerin haznesi olan kırsal Anadolu’nun elinde kalan bir mirastı Böylelikle toplumun periferine sıkıştırılmış, kamu hayatının dışına sürülmüş ve çoğu zaman da bastırılmış olan İslam, geleneksel din örgütleri çerçevesinde gelişme imkanından da yoksun bırakılıyordu 1925 yılında gericiliğin odak noktası olarak telakki edilen tekke, zaviye, medreseler,tarikatlar ve cemaatlerin kapatılmasıyla siyasal alandan sürgün edilen İslam sanıldığının aksine kısa zamanda belki de bu nedenle ülkenin siyasi rekabet ve kazanın alanlarından biri haline geldi Kemalist devletin la-diniliğinden meydana gelen doyumsuzluktan kaynaklı Nakşibendi ve Kadiri gibi tarikatlara karşı ilgi ve hassasiyet artmış bulunuyordu Bu aynı zamanda kendini İslami bir kültürel çerçevede tanımlamaya alışık ve böyle tanımlamaya devam etmek isteyen bir toplumun itirazını yansıtmakla birlikte batıcı bir hayat tarzının artan ölçüde kültürel alana el koymasıyla kültürel kimliğin örselenmesinden ve yok , olma tehlikesinden duyulan endişeyi de yansıtıyordu
Bir yandan tarikatların diğer yandan siyasi amaç güden dini hareketlerin özellikle iktisadi gelişmenin kaydedildiği ve sanayileşmenin vicdanları sarstığı, toplumsal alışkanlıkları alt üst ettiği yörelerde ortaya çıkması oldukça dikkat çekicidir İktisadi entegrasyonun ve kapitalist kent toplumu tipiyle eklemlenmekte olmanın yarattığı bunalım toplumun periferine artık sınıflı bir toplumda yer aldığını hatırlatıyor ve çağdaş toplumun tabakalaşma sisteminin en altında bulunduğunun da bilincine vardırıyordu Kemalist devletin gerçekleştirdiği yapısal dönüşümler Türk toplumunu çok uzun zamandır haberi olmadığı bilmediği daha iyi bir hayat yaşama umutlarını beslemesine yol açmıştı Kalkınmacı , ideoloji bu umudu ortaya çıkarıyor ve beslenmesine yol açıyordu
Böylelikle din; iktisadi, siyasi ve kültürel hayatın çeşitli kademelerinde gittikçe artan bir görünürlük kazanmaktadır Ama bu İslamcı grupların örgütlü mücadele güçlerinden ve kitleleri cezp etme yeteneğinden çok nüfusun çoğunluğunun çok hızlı ve çokça dramatik bir boyutta olan bir kentleşme sürecini yaşayan bir toplumun sahne olduğu yapısal dönüşümlerin bir sonucudur Bu aşamada bir yandan laikliğin tesis edilmesine, diğer yandan ise İslami değerlerin kamu kesiminde ve kamusal alanda nüfusunun artmasına tanık olunmaktadır Türkiye’de İslamın yeniden doğuşundan söz ettiren de budur
Batı yöntemlerinin ve rasyonalist pozitivizmin Türk toplumuna zerk edilmesiyle İslam bu ülkede hiçbir zaman ciddi bir gerilemeye maruz kalmamıştır Laik eğitimin getirdiği bir takım dönüşümler olmakla beraber Cumhuriyetin ana amaçları uyarınca meydana gelen iktisadi gelişme bir paradoksu da meydana getirmiş ve uzun süre sessizliğe gömülen fakat gerilemeyen İslami düşünceyi artık örgütleme ve yönetme yeteneğini elde eden yeni kadroların oluşumuna yola açmıştır
,
Durkheim’ın din ile toplumsal bütünleşmenin yan yana varolduklarını, dinde gevşemenin toplumdaki dayanışma bağlarını da çözerek anomiye yol açtığını ifade ettiğinden beri sosyolojide din bir istikrar faktörü olarak değerlendirile gelmiştir Bu yaygın görüşün hakimiyetini korumasına rağmen, son zamanlarda özellikle üçüncü dünya ülkelerinde din olgusunu inceleyen araştırmacılar söz konusu toplumlarda din fikri etrafında örgütlenen hareketlerin çoğunun mücadeleci bir öze sahip olduğunu kabul etmeye başlamışlardır Aynı araştırmacılar dinin toplumsal çatışmadan kaynaklandığı gibi çatışmaya da kaynak teşkil ettiğini söylemişlerdir Bu nedenledir ki artık dinsel hareketlerin pek çoğunun değişime yönelik olduğu, hatta devrim potansiyeli taşıdığı ileri sürülmektedir Landsberger’in belirttiği gibi, dine dayanan hareketlerin çoğu aslında toplumsal tabakalaşma sisteminde düşük statüye sahip bireylerin kolektif tepkisinin örgütlenmesinden ibarettir
,
Yardımcı Olabilecek Notlar: 2
Din araştırmacıları dinî bir tecrübeyi genelde doğrudan ele almazlar, onu metinler ve semboller vasıtasıyla incelemek durumundadırlar Burada, Ricoeurun ifade ettiği üzere, açıklama yöntemleri son derece önemlidir Zira açıklama yöntemleri bize, fenomenin bir rölyef/kabartma gibi belirgin hale getirildiği ve gözlemciye, doğrudan katılımın örtücü etkilerinden kurtulma ve fenomenle bağımsız bir ilişkiye girebilme imkanının verildiği çok önemli bir ayrıştırma (distanciation) gücü verir (1973: 157) Dolayısıyla, pozitif bilimlerin dışarıdan bakan perspektifleri bize din üzerinde bazı ayrımlar yapma imkanı sunmaktadır ki, böylece biz onu bir tablo üzerinde görür ve içeriden bakanın kaçırabileceği yönlerini fark ederiz
,
Her hangi bir araştırmacı dinin toplumsal ve psikolojik işlevlerine dikkat çekiyorsa, bu, illa o kimsenin dinin hakikatini temelden sarsmaya çalıştığı anlamına gelmez Aynı şekilde, sembollerin veya ritüellerin kökenlerini, bunların psikolojik işlevleri veya nörolojik kanunlar açısından ortaya koyan birinin yaptığı şey, zorunlu olarak dini zayıflatmak değildir Din, insan kültürünün tüm diğer formları gibi, beden ve zihin vasıtasıyla ve belli bir toplumun dili ve sembolleri aracılığı ile ifade edilmektedir Bir din araştırması sadece, dini, onun toplumsal ve ruhsal işlevi ile, veya onun köklerini beynin yapısı ve işleyişi ile sınırlamaya ve bunlara indirgemeye çalışırsa hata yapar Yine, bir din araştırması, açıklama yöntemlerinin anlama yöntemleri ile diyalogda bulunmadığı yerde kusurludur
,
Burası, Bellah ve Bergerin, dinin muazzam bir anlam ortaya çıkaran gerçekliği ve kendine has özelliğini ısrarla vurguladıkları noktadır Unutulmamalıdır ki, araştırmak, anlamak istediğimiz şey toplum, psikoloji veya beyin kimyası değil dindir Din bilimi (science of religion) genelde dinin toplumsal ve psikolojik işlevlerini açıklamakla kalmaz daha ileri gider ve dinin sadece toplumun veya psikolojinin bir fonksiyonu olduğunu göstermeye çalışır Din toplumun bir fonksiyonu veya psikolojik bir kanunun bir yansıması olarak sunulursa bu, bize birey ve toplumla ilgili bir şeyler söyleyen ama dinin özgün gerçekliğini gözden kaçıran bir açıklama olur Bir dinî ritüeli anlamada onun toplumsal işlevi ve seküler paralellerini bilmek bize yardımcı oluyor ise de, nihayetinde bir dinî ritüeli benzersiz yapan şeyin ne olduğunu anlamak isteriz Bir dinî ritüeli seküler bir eylemden ayıran şey nedir? Kuşkusuz bu, din araştırmalarının, cevaplamak için hazırlıklı olması gereken bir sorudur İşte bu noktada din araştırmaları anlama yöntemlerine yönelmelidir Mesela, bir ritüelin onu düzenli olarak uygulayanlar için ne anlam ifade ettiği araştırılmalıdır Ve, dindarın tasvir ve tecrübe ettiği kutsal ve aşkın gerçekliği konu alan analiz yöntemlerinin kullanılması gerekir ,
Peki, din araştırmalarının nihaî amacı inanır ile empati kurmak veya inanırın dinî ritüeli ifa ederkenki tecrübesini yeniden yaşamak mı olmalıdır? Din araştırmaları, amaçlarını, Diltheyin anlamanın amaçlarını tasvir ettiği açıdan mı formüle etmek zorundadır? Burada da Ricoeur son derece yardımcıdır Çünkü Ricoeur, Hans George Gadameri takip ederek, Diltheyin ötekinin ruh hali ile empati kurma fikrinin hem imkansız hem de sakıncalı olduğunu söyler Ricoeura göre, tarihsel bir fenomeni veya bir metni anlamada keşfetmek istediğimiz şey tarihsel aktörün ya da metnin arkasındaki yazarın zihni değil, aktörün yaşadığı dünya veya metnin ilerisine açılan mümkün dünyadır Anlamaya çalıştığımız mümkün bir dünyadır (a possible world) veya içerisindeki kimsenin düzenlediği mümkün bir tarzdır (1976: 88) Burada Bergerin kullandığı çoğulcul gerçeklikler fikrini tekrar hatırlayabiliriz Zira, dinin anlaşılmasında kavramak istediğimiz şey alternatif gerçeklik veya dinî bilincin tahayyül hatta tecrübe ettiği dünyadır
,
Eğer din araştırmalarının amacı Ricoeurun terimlerini kullanarak söylersek- dinî bilincin ifade ve tecrübe ettiği alternatif bir dünyanın yorumlanması teşebbüsü olarak anlaşılmakta ise, o halde açıklama ve anlama yöntemlerinin her ikisini de kullanmak durumundayız Din araştırmalarında Ricoeurun hermenötik teorisine başvurduğumuzda ulaştığımız sonuç budur
|