Yalnız Mesajı Göster

Geç Antik Felsefe Hakkında Bilgi

Eski 10-21-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Geç Antik Felsefe Hakkında Bilgi




Stoa: Astrolojiye, yıldızların durumlarının insan yazgısını etkilediğine inanır

Karneades: Aynı bir yıldız altında doğmuş olanların ayni yazgıda, yazgısı aynı olanların da aynı yıldız altında doğmuş olmaları gerekir Oysa gerçek hiç de -böyle değil

Karneades, Stoalılar gibi yazgıya değil de, istenç özgürlüğüne inanır Karneades’in bu eleştirileri, bir yandan doğmacılığın katılığını yumuşatmış, öbür yandan da kuşkuculara, olası nitelikte de olsa yargılar sağlamıştır Böylece de karşıt görüşlerin yaklaşmaları yolu açılmıştır

yusufdal27-12-2006 11:30 PMMilâttan önceki II ve I yüzyıllardaki felsefenin özelliği gerçekten, bir yakınlaşma, bir seçmecilik olmasıdır

Bu eğilim kendini en çok Stoa’da göstermiştir Platon ve Aristoteles’in birçok düşüncelerini benimseyen bu döneme “Orta Stoa” denir Yine bu eğilim doğrultusundaki gelişmesinde Akademya’daki kuşkuculuk tam bir dogmacılığa dönüşmüş, buna yol açan Antiokhos “kuşkuculukta Sokrat ile Platon’a dayanmayı istemek bir demogojiden başka bir şey değildir Olasılık çok sallantılı, çok güvensiz bir şeydir; onun için hiç bir şeye dayanak olamaz” demiştir Kuşkucu Antiokhos sonunda dogmacılığa varmakla ilk Akademya’nın dogmacı geleneğini yeniden kurmuş oluyordu Öğretilerin yine ilk biçimine dönmek, seçmeciliğin getirdiği öğelerden arındırarak öğretinin özgün kadrosunu elde etmek eğilimi, bundan sonraki gelişmede, yalnız kuşkucuları değil, öteki felsefe çığırlarını da içine alan bir özellik olacaktır Nitekim Roma – Stoasını oluşturan bu eğilimdir, bu tutumdur

Roma Felsefesinin özgün denebilecek yanı öyle büyük değil Romalılar daha çok pratik alanda —örgütlenme, devlet kurmak, savaş tekniği geliştirmek, hukuk sistemi düzenlemek gibi— başarı göstermişler; ama felsefede pek yaratıcı olamamışlar, Yunanlıların öğrencisi olmaktan pek ileri gidememişlerdir

Hellenistik felsefenin üç büyük çığırından Epikurosçuluk Roma’da özellikle yukarı sınıflarca benimsenmiştir Bu çığırı Roma’da yayıp yerleştiren filozof – şair Lucretius Carus’tur (96-55)

En çok tutulanı da Roma’da Stoa olmuştur Stoa’nın aşırı sert ahlâk öğretisi, sıkıdüzen ve ödeve büyük değer veren eski Roma karakterine çok uygun düşüyordu

Romalı düşünürler arasında en tipik olanı Marcus Tullius Cicero (105-43) dur Devlet adamı, büyük hatip, Latincenin büyük ustalarından olan Cicero bilgi anlayışında kuşkucu ama öğretisinin bütününde daha çok seçmeci Yunan felsefesinin çığırlarını çok iyi bilir Bunları yurttaşlarına tanıtmayı kendisine ödev edinmiştir Bu bağlamda Latince felsefe terimlerini yaratmıştır Kurucu öğelerinde pek özgün olmayan, ama yine de özelliği olan, her şeyden önce de Roma! olan bir dünya ve yaşam görüşü oluşturmuştur Düşüncelerinden birkaç örnek: İnsanın kendisini ve doğayı bilmesi, erdeme götüren yoldur (Stoa anlayışı) Ancak, insan bu dünyada bilmek için değil eylemek için bulunmaktadır (Romalı, devlet adamı, yaşama yakın) İşte felsefe de bu bakımdan başlı başına bir erek değil, bir araçtır Felsefe, karakteri çelikleştirmenin yoludur (Stoa – Romalı anlayışı)

Cicero ancak bir yönüyle Stoa’ya bağlıydı Ama Stoa Roma’da başlıbaşına bir çığır da, hem de Hellenistik felsefelerden en çok yaygınlık kazananı da olmuştur Roma’da gelişen Stoa’ya “Roma Stoası” ya da “Son Stoa” denir özelliği, Orta Stoa’daki şeçmeciliğe bir tepki olarak ortaya çıkmasıdır Başlıca üç temsilcisi Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius’tur Her üçünün de birleştikleri yön, ahlâkı felsefenin ağırlık merkezi yapmalarıdır (İlk Stoa’da olduğu gibi) Üçünün de üzerinde durdukları başlıca sorun: İnsanın kendisini bağımsız bir kişi olarak yetiştirmesidir Uzun zaman imparator Neron’un çevresinde bulunan, bir sanatçı olan Seneca (MÖ 3 — MS 65) Roma’nın yüksek tabakalarındaki yozlaşmayı yakından görüp üzüldüğünden, felsefesi ile hep ahlâk bakımından bir etkide bulunmayı gözönünde tutar

Azat edilmiş bir köle olan Epiktetos (50 — 130), Eski Stoa ahlâkının sert tutumunun temsilcisidir; bütünüyle Eski Stoa’ya dayanır Orta seçmeciliğini, uzlaşmacılığım bir sapıtma sayar İlk Stoa anlayışında düşünmüş ve yaşamıştır Sessiz, yiğitçe bir deyişi ve davranışı var

Roma Stoa’sının bu azatlı köle yanında yer alan üçüncü temsilcisi Marcus Aurelius Antonius (121 – 180) ise bir imparator O da Epiktetos’un yolunda ve tutumunda “Kendini incelemeler” adlı yapıtı, insanın kendisine her gün hesap vermesini, kendisini yapıp ettikleri bakımından yargılanmasını isteyen Stoa ahlakının bir yansımasıdır Marcus Aurelius gerçekten de kendini her gün denetlermiş; bu kendini gözden geçirmeyi de, iktidarda bulunan bir kimseyi —ölçüsüzlük, kendini beğenmişlik, işleri savsaklama vb—, baştan çıkaran davranışlar bakımından yaparmış Marcus Aurelius “kendini hep bir Romalı, bir imparator, görevi başında bulunan bir asker gibi gör”’ der

Bu üç Stoacı Romalının felsefelerinde —bütün Stoa’da olduğu gibi— dinsel bir renk var Üçüne göre de, insan ancak kendi gücüyle erdemli, dolayısıyla mutlu olabilir Erdem de, insanın doğaya uygun yaşaması, başka bir deyişle kendisine usu egemen kılınasıdır Bu durum, Tanrısal yasaya da uymuş olma demektir: Çünkü Tanrı her şeyi kapsayan doğa yasasıdır İnsan, dünya düzeninin bütünü içinde yerini doldurmak, dünya planında kendisi için öngörüleni gerçekleştirmek, sonra da yerini başkasına bırakmak için yaşar Marcus Aurelius bu düşünceyi şu sözleriyle anlatır “Yaşadığın şu zaman aralığını doğaya uygun olarak yaşa; sonra ondan üzüntüsüz ayrıl – tıpkı olgunlaşmış bir yemiş gibi Yemiş olgunlaşınca yere düşer, kendisini yaratmış olan toprak ile ağaca gönül borcu duyarak

Dinsel dönem

Hellenizm – Roma felsefesinin ahlâk sorunlarının başlıca kaygı yapıldığı dönemindeki öğretiler, aydınlar için dinin yerini tutacak ‘bir dünya görüşünü oluşturmak istemişlerdi Bunda başarılı olamayınca, üstelik ortalığı yoğun bir din gereksinimi de kaplayınca, din ile felsefenin sınırları üzerinde bulunan bir takım görüşler ortaya çıkmıştır Bunların içerdiği sorunlarla uğraşmak, felsefenin İlkçağ sonuna kadar başlıca işi olacaktır

Dinsel dönemde beliren görüşler Tanrı ile madde arasındaki’ metafizik ikicilik öğretisinde, Tanrı ile insan arasında iyi ve kötü ruhlu vb varlıkların bulunduğu inancında; ruhun çeşitli kalıplara girerek göçtüğü ve evreni tinsel güçlerin yönetti ği anlayışlarında birleşirler Bu dönemde bilgi artık bir içsezi olmuştur; bilge örneği de usunu kendisine kılavuz yapan Sokrat değil, yaşamı mistik – dinsel bir temele oturtmak isteyen Pithagoras’tır

Felsefe ile dinin içiçe gireceği ‘bu gelişmeyi İskenderiye’de Yahudi düşünürü Philon (MÖ 25 — MS 50) başlatmıştır Onun yaptığı, Tevrat’ı Platon felsefesi açısından bir yorumlama olmuştur Ona göre, Yunan felsefesi ile Tevrat özdeştirler, çünkü Tevrat’taki melekler, kişiler, olaylar vb birtakım simgelerdir Yunan filozofları sonra bunları kavramlar haline sokmuşlardır Platon Musa’nın bir öğrencisidir

Bu dönemde felsefenin araçlarıyla dinsel nitelikte bir dünya görüşü oluşturmak denemesinde başlıca Platon felsefesine dayanılmıştır Bu denemenin ilkini ve en olgununu da Yeni – Platonculuk adı verilen çığır gerçekleştirmiştir Yeni – Platonculuk o sıralarda ortaya çıkan Hıristiyanlığa karşı çoktanrıcılığın dayanağı, felsefesi olmak istemiştir Çığırın kurucusu Plotinos’un (203 – 270) öğretisi çok tutarlı bir materyalizm karşıtlığıdır Bu ‘öğretide varlığın —her birinin kendine özgü yapısı ve yasası olan— aşamalardan kurulmuş olduğu tasarlanır: En başta salt tinsel nitelikte olan Tanrılık—”Bir”— vardır; bunun altında, ‘sırasıyla, Tin, Ruh ve Madde yer alırlar Bunların hepsi Bir’in—Tanrılığın— türümleridir, ışımalarıdır Tanrılığın ışıması da kaynaktan uzaldaştıkça sönükleşir ve madde’de tam bir karanlı ğa varır Beden yönü ile insan madde’nin bu karanlığına batmıştır Onun için ruha düşen ödev, ışığın kaynağına doğru yükselmektir Pek az kimsenin pek az eriştiği “esrime” —vecit— halinde insan Tanrıya kadar yükselip onunla “bir olabilir” Yeni – Platonculuk tüm – tanrıcılığın başlıca bir çığırıdır, bütün mistisizmlerin (gizemciliklerin) de ana kaynağıdır

Felsefenin araçlarıyla dinsel bir dünya görüşü geliştirmek, denemelerinden ikincisi Hıristiyanlıkta yapılmıştır Bu deneme ye ilk girişenler, dolayısıyla Hıristiyan öğretisini ilk olarak işle yenler “Patristik Felsefe” (Kilise Babaları Felsefesi) çerçevesin de yer alırlar ve yaptıkları başlıca iş de Hıristiyanlığı, bu yeni dini suçlamalara, saldırılara karşı savunmadır Hıristiyan öğretisini kurarken Kilise Babalarından kimisi Antik felsefeye hiç dayanmadan salt Hıristiyan inancı ile yetinmek ister, kimisi de bu felsefeden yararlanmayı doğru bulur Bu arada yaygın bir akım olan gnostisizmin kutsal kitaptaki “vahiy”i —Tanrı’nın açılmasını-— atlayarak, insanın kendi içinde doğan ışıkla Tanrı’yı bilmesini amaçlayan kişisel – gizemsel bir dindarlığı ileri sürmesi tepki yaratmış, bir sapkınlık sayılmış, bunun karşısına ‘inanç” kavramıyla çıkılmıştır Örneğin “inanma”yı temel olarak aldığından, usun Tanrı önünde alçakgönüllü olmasını iste yen Tertullianus adındaki Kilise Babası “akıl almaz Olduğu için inanıyorum” anlayışına kadar varmıştır Ama Antik felsefenin yardımına, dolayısıyla akla inananlar ise, “anlayayım diye, aklım alsın diye anlayışından yana olmuşlardır Bu iki anlayışla da Ortaçağ felsefesi boyunca hep karşılaşılacaktır

Felsefenin Evrimi-Macit Gökberk-Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları-1979






Alıntı Yaparak Cevapla