Prof. Dr. Sinsi
|
Hunlardan Kalan Tarihi Eserler
Meşhur Yenisey kitabeleri ve başka arkeolojik eserler bu köyde bulunmuştur Bu köy, en eski zamanlardan beri Abakan Türkleri'nin oturduğu Abakan bölgesindedir Abakan, hem Yenisey'in kollarından birinin, hem de bu suyun Yenisey'le birleştiği yerde bulunan şehrin adıdır Bu bölgede yaşayan Türkler "Abakan Tatarları" olarak anılıyordu Daha sonra Ruslar bunlara "Minusinsk Tatarları" dediler Minusinsk Abakan'ın yakınında, çok daha sonraki dönemde kurulan bir şehirdir Özbeöz bir Türk kavmi olan Abakan Tatarları'nı oluşturan boylar şunlardır: Kaş, Koybat, Sagay, Kamasin, Beltir, Sor, Kızılkaya, Aba Kızıl, Tuba, Küerik ve Hakas Şimdi Rusların bunlara verdiği resmî ad 'Hakas'lardır
Abakan Türkleri örf ve âdet bakımından Al-taylı Türklerden farksızdırlar Abakan kadınlarının giyimleri Anadolu yürüklerinin giyimlerine çok benzer Kız isteme, düğün, cenaze, ölüyü anma gibi bazı gelenekleri ise, Anadolu'da İslâmi geleneklere adapte edilerek sürdürülmektedir
Andronovo'da, Yenisey ırmağının kaynak bölgelerinde, yani eski Türklerin yerleşim bölgesinde kalan bu köyde elde edilen arkeolojik bulgular, Türklerin atı evcilleştirdikten başka, demir ürettiklerini ve onu işleyerek silâh ve başka araçlar yaptıklarını ispatlıyor Asalak göçebe toplumlarda buna imkân yoktur!
At gibi hızlı bir vasıtaya, demir gibi güçlü bir silâha sahip olan savaşçı kavimlerin, daha geniş topraklar elde etmek için harekete geçmeleri, bulundukları yere yapışıp kalmamaları tabiidir Tarih boyunca, hangi millet hızlı araçlara kavuştuktan sonra göç veya fetih maksadıyla uzak diyarlara gitmemiştir? Hele bulundukları yer çok verimli değilse, yılkılarını, yaklarını beslemek (besicilik yapmak) için, elbette mevsim mevsim verimli bölgelere göç edecek ve bu bölgeleri silâhla koruyacaklardır
• Bereket ambarları yoktu
Nehir boyları, nehir araları gibi verimli topraklar üzerinde yaşayan Türkler buralarda uzun süre yerleşik kalmışlardır Meselâ Yenisey boylarında, Maveraünnehir'de, yani Ceyhun (Amuderya) ve Seyhun (Sırderya) havzalarında sürekli yerleşik hayat yaşamışlardır Fakat, geniş Türk illerinin her bölgesi aynı verimlilikte değildi Ganj boyları, Nil boyları ve Mezopotamya gibi bereket ambarı sayılacak yerler pek çoktu Putlara, ilahlara taptıkları için büyük tapınaklar yapan Yunanlılar gibi, dar bir bölgede kapanıp kalacak mizaçta da değillerdi Bilindiği gibi küçük Yunan siteleri birbirlerine çok yakın oldukları halde, yakın tabiat engellerini aşıp birbirleriyle kaynaşmamış, birleşmemişlerdi Bu yüzden dilleri ve gelenekleri ayrı idi
• Tabiat âşığı,coşkun ruhlu idiler
Türkler ise tabiat âşığı idiler Gür ormanlar, yalçın dağlar onlar için aşılmaz engel değil, kucaklanması gereken kutsal güzelliklerdi Toprakları, kurganları (atalar mezarı) kutsaldı Onları korumak için savaşır ve terketmez-lerdi Ama bir yerde saplanıp kalamayacak kadar da coşkulu idiler Hayalleri, dağları, ufukları aşıyordu Bu karakterleri destanlarında, sözlü-yazılı edebiyatlarında da görülmektedir Meselâ Oğuz Kağan halkına şöyle hitap eder "Kargıları demirden bir ormanı andıran büyük ordumuzla zaferden zafere koşacağız Başka denizlere, başka nehirlere ulaşacağız Yurdumuz öyle büyüyecek ki, onun üzerine kuracağımız otağ ancak gök kubbesi, otağın tepesine dikeceğimiz tuğ ise ancak güneş olacaktır!"
Bu karakterde, bu duyguda olan bir milletin, nüfusuna göre çok geniş alanlarda egemenlik kurmuş olması, milyonlarca hayvandan oluşan sürülerini otlatmak için, mevsimlere göre bir bölgeden bir bölgeye göç etmeleri tabiidir Ama bu göçebelik, medeniyet kurmamış, tarihî anıtlar bırakmamış bazı çöl ve orman toplumlarının göçebeliği değildir Türklerin besicilik ve çobanlık yapanları yılkı, sığır ve davarlarını otlatmak için diyar diyar dolaşırken, bir kısmı da asıl yurtlarında, büyük şehirlerde ve köylerde oturuyorlardı Onun için, her göründükleri yerde bayındırlık eseri bırakmamış olmaları da tabiidir
Türkler, yerleşik olarak yaşadıkları şehirlerde, köylerde taş evler, saraylar, anıtlar, ama en çok ahşap evler yapmışlardır Çünkü tabiat âşığı idiler ve taştan ziyade ağacı seviyorlardı Bozkır Türklerinin göründükleri ve bulundukları yerde tarihî anıtlar arayan ve bunları bulamadıkları için de "Çünkü Türkler göçebedir, göçebe milletler medeniyet kuramaz, onların tarihi yoktur" hükmüne varanların ne büyük bir yanılgıya düştüklerini, son zamanlarda, hele şu son çeyrek yüzyıl içinde, anlamayan kalmamıştır
Araştırmaları takip, etmedikleri için, bazı bulgular çok büyük yankılar uyandırmış olmasına rağmen bunlardan habersiz oldukları için, eski saplantılarından kurtulamayanlar da az değildir
Görgü tanıkları ne diyor?
Türklerin medenî mi yoksa bedevî mi oldukları sorusuna cevap teşkil edecek çok ünlü görgü tanıklarının bir iki cümlesini vermek de faydalı olacaktır:
• Abbasî Halifesi Muktedir-billah, 920 yılında (h 308), Türkistan'a bir elçilik heveti göndermişti Bu heyette görev alan İbn-i Fadlan, henüz Müslüman olmayan Türk illerinde gördüklerini "Er-Rıhle" (Seyahatname) adlı risalesinde anlatmıştır Bu seyahatnamede şöyle diyor (  Oğuzlar diye bilinen bir Türk kabilesinin bulunduğu yere ulaştık  Müslüman olmayan bu Türklerden biri zulme uğrar veya sevmediği bir şey görürse, başını semaya kaldırıp "Bir Tengri" der Bu "Bir Allah" anlamına gelir Çünkü Türkçe'de bir "vahid", Tengri ise "Allah" demektir Türk kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar, vücutlarını gizlemezler, ama zina diye bir şey bilmezler, Türkler, böyle bir suç işleyeni ortaya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler  Misafiri olduğum Türk, tercümanıma: "Bu Arab'a sor, Rablarının karısı var mıymış?" dedi Onun bu sözünü büyük bir günah telâkki ederek tövbe ve istiğfarda bulundum Bu hareketim hoşuna gitti O da benim gibi tövbe etti ve "estağfurullah" dedi Türk'ün âdeti böyledir  Bir Türk'ün yurdundan, tanımadığı bir kimse geçip, ona "Ben senin misafirinim, develerinden, hayvanlarından ve parandan şu miktara ihtiyacım var" derse, Türk istediklerini ona verir  )
İbn-i Fadlan'ın bu tespitlerini Turkler'in İslâmiyetten önceki inançlarına, âdetlerine çok kısa bir örnek vermek, İslâmiyeti niçin baskısız, zorlamasız, istekle benimsemelerinin bir sebebini ve putculukla ilgileri bulunmadığını göstermek için aktarıyoruz Elbette İslâmiyeti bütün Türkler bir anda ve hiç direnmeden kabul etmediler Ama, direnen boylara bu dini kabul ettiren ve öğretenler yine Türklerin kendileri oldu
|