Yalnız Mesajı Göster

Şu Çılgın Türkler - Ahmet Serim

Eski 10-21-2012   #3
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Şu Çılgın Türkler - Ahmet Serim




"Hayır !"
"Yalnız başına mı gelmiş ?"
"Albay Kel Asım Bey'le birlikte:”
Yarbay Nidai Ömer Faruk'u, göğsü dekoratif nişanlarla dolu fiyakalı fotoğraflarından tanır ve can pazarından gelmiş bütün subaylar gibi gülünç bulurdu Her şey az çok yoluna girdikten sonra, bu delikanlının çıkıp gelmesi midesini bulandırdı Bilmediği yeni bir durum olduğunu düşünerek, Şehzade'nin karaya inmesine izin verdi ve durumu Ankara'ya telledi
Belediye Başkanı Hüseyin Kaşif Bey, Şehzade ile Albay Asım Gündüz'ü (sonradan yeniden ve tek başına geldi ve Batı Cephesi Kurmay Başkanı oldu AS) eve yemeğe davet etti Subayların katılmadığı yemek soğuk geçti Ankara'nın cevabını beklemek için yemekten sonra bahçeye indiler Kahvelerini içtikleri sırada bir inzibat eri göründü Elinde bir telgraf vardı Selam verip Ömer Faruk'a uzattı Telgraf M Kemal Paşa'dan geliyordu ve şöyle bitiyordu:
"İstanbul'a dönmeniz ve hanedanın bütün üyelerinin hizmetlerinden yararlanılacağı güne kadar orada kalmanız rica olunur:”
Şehzade ve Albay Asım, akşam İnebolu'ya uğrayan bir gemiyle İstanbul'a yolcu edildiler Şehzadenin geri gönderilmesine, İnebolu'da, birkaç yaşlı Hürriyet ve İtilaf Partiliden başka kimse aldırmadı

KAÇAK SUBAY ve silah denetimi yapan işgal subaylarının titizliği yüzünden Triestino adlı İtalyan gemisi, İstanbul'dan iki saat gecikmeyle ayrıldı Gün batmak üzereydi Çoğu köylü olan yolcular, arka güvertenin küpeştesine dayanmış, sessizce, bu büyülü saatte İstanbul'u seyrediyorlardı Aralarında bir Fransız çift de vardı Gemi Anadolu Hisarı hizasına geldiği zaman Madam Amiel (2), suluboya bir rüyadan uyanmış gibi mahmur,
"Ama Jean” dedi, "Mösyö Konstantinidis haksız ! Ne yana baksan, burası bir Türk şehri Yunanlılıkla hiç ilgisi yok
Jean Amiel, yolculuğun asıl sebebini bilmeyen karısına cevap vermedi 35 yıl önce, birçok becerikli Rum gibi Marsilya'ya yerleşmiş olan Trabzonlu zengin Konstantin Konstantinidis'in yanında çalışıyordu Konstantinidis, Avrupa ve Amerika'da bulunan Karadeniz Rumlarını, 1918'de Marsilya'da düzenlediği Pontus Kongresi'nde bir araya getirmişti 500 yıl önce tarihe karışmış olan Pontus devletini diriltmek istiyordu İstanbul'un bir Yunan şehri olduğunu iddia ediyor, Batum'a kadar Karadeniz kıyılarının da, Rumların nüfusun ancak yüzde onunu oluşturduğuna bakmaksızın, Pontus devletine verilmesini istiyordu Bütün servetini bu işe ayırmıştı Venizelos da, Karadeniz kıyılarındaki RumIarın örgütlenmeleri için Albay Katenyotis'i görevlendirmiş, Pontus çetelerinde dövüşen RumIarın sayısı hızla 25000'e yükselmişti
Buna karşılık Karadeniz Türkleri de silahlanmışlardı Ankara’da merkezi Amasya'da olan bir ordu kurmuştu Merkez Ordusu gibi gösterişli bir ad taşıyan bu kuruluşun toplam tüfek sayısı 6700'dü Kuzeyde Pontus çeteleriyle, güneyde de, bu tehlikeli dönemde Koçgiri'de isyan etmiş olan Kürt aşiretleriyle çatışıyordu
RumIarın Pontus rüyası bütün sıcaklığı ile sürmekteydi
Jean Amiel’in görevi, Sumela Manastırı'nı incelemek bahanesiyle Pontus hareketinin Anadolu'daki liderlerinden Trabzon Metropoliti Hrisantos'la buluşmaktı Konstantinidis'den talimat ve para götürüyordu Eşiyle geldiği için kuşku çekmeyecek, Türklerle Fransızlar arasındaki yumuşamanın da yardımıyla Trabzon'a çıkması zor olmayacaktı
Yemek salonu da köylüler ve taşralı, kılıksız tüccarlarla doldu Yolcular durgun, yemekler baştansavmaydı Müzik de yoktu Madam Amiel'in canı sıkıldı Oysa Marsilya'dan İstanbul'a, savaştan sonra bütün Avrupa'yı sarmış olan o çılgınca hava içinde eğlenerek, türlü gösteriler seyrederek gelmişlerdi Erkenden kamaralarına çekildiler Sabah geç uyandılar Kahvaltılarını yapıp güverteye çıkmaları öğleyi buldu
Sıralara, yerlere, tahta çantalara, küçük denklere oturmuş, küpeşteye yaslanmış yolcular, hiç konuşmadan soluk kıyıyı seyrediyorlardı Madam Amiel, sağında duran buruşuk fesli, kirli gocuklar giymiş, gözleri uykusuzluktan kanlı adamlara bakarak yüzünü buruşturdu, "Ne kadar çok köylü var bu gemide: ” diye yakındı, Fransızca anlamayacakları için de sesini alçaltmadan ekledi: "ne kadar da çirkin insanlar:”
Dr Hasan (2), "Madam bizi beğenmedi" diye homurdandı Yüzbaşı Faruk (2) güldü :
"Haklı Hepimiz manda leşi gibiyiz:'
Uğurlamaya gelen İhsan tanıştırmıştı ikisini Az sayıdaki kamaralar dolu olduğu için Faruk'la doktor, geceyi birçok son dakika yolcusuyla birlikte, pireli ve küf kokan başaltının tahta döşemesi üzerinde geçirmişler, sabaha kadar gözlerini kırpmamışlardı
Madam Amiel başını öbür yana çevirdi, makine dairesinde geceledikleri için kömür tozuna ve yağa bulanmış delikanlıları gördü; utanacakları yerde bu hallerinden pek hoşlanmış gibiydiler, iğrenerek döndü :
"Çok da pisler Jean Güzelim İstanbul'u gerçekten bu ilkel insanların elinde bırakmamalı:”
Yan güvertenin sonunda, Yakup Kadri, tel gözlüklü, eski elbiseli bir memur ve tek başına Ankara'ya gitmeyi göze almış, sıkmabaşlı, iskarpinli, adının Nesrin (2) olduğunu öğrendiği bir genç kızla sohbet ediyorlardı Nesrin heyecanını belli etmemeye çalışarak, "Yunan savaş gemileri yolumuzu kesemez, değil mi?" diye sordu
Tel gözlüklü memur kızı yatıştırdı:
"İtalyan gemisi bu küçük hanım, cesaret edemezler
Bir delikanlı heyecanla haykırdı:
"İnebolu !"
Kerempe Burnu'nu dönmüşlerdi Ufukta İnebolu kıyısı bir çizgi halinde görünüyordu Herkes canlandı Kömürcü çırağına benzeyenlerden biri, "Haydi toparlanalım İnebolu'da inip biraz gezeriz" dedi Gençler hiç itiraz etmeden kalkıp güverteden ayrıldılar
Madam Amiel "Pisler gidiyor” diye müjde verdi, sağına göz attı,
"Oo! Çirkin adamlar da gidiyor
Dr Hasan bir an önce kılığını değiştirmek için acele eden Faruk'u durdurdu, Madam Amiel’e döndü, Fransızca, "Aziz Madam:” dedi, "size ve eşinize iyi yolculuklar diliyoruz !”
Yürüyüp gittiler
Madam Amiel sersemlemişti, "işittin mi” diye feryadı bastı, "çirkin köylü Fransızca konuştu Aman Tanrım ! Bunlar gerçekten acayip adamlar
İtalyan kamarot ve tayfaların dostça davranışları Yakup Kadri'nin ilgisini çekmişti Tel gözlüklü memur, "Ee” dedi, "bu hatta kaçak silah, cephane ve subay taşıya taşıya, Türklerle içli dışlı olmuşlar
"Acaba bu gemide de kaçak silah var mıdır ?"
"Az da olsa, mutlaka vardır
“Ama bu defa subay yok galiba
Memur gülümsedi:
"Olmaz olur mu ?"
"O kadar dikkatle baktım ama ayırt edemedim
"İşgal denetimi çok sıkılaştı Biz de denetimden geçebilmek için geçici kimliğimize uygun şekilde giyinmek ve davranmak için günlerce önce hazırlığa başlıyoruz: ”
Yakup Kadri ile kız şaşırdılar:
"Yoksa siz de mi subaysınız ?"
"Evet efendim Talimat uyarınca İnebolu'ya kadar kimseye gerçeği açıklamamamız gerekiyordu Askeri doktorum "
Yakup Kadri "Çok iyi dedi sevinçle, "tek doktor da şu sıra
Anadolu için büyük kazançtır"
Doktor güldü :
"Biz 40 doktor, 10 eczacıyız "
Yakup Kadri'nin ağzı açık kaldı
İnebolu sularına girmişlerdi Neşeli bir uğultu yükselmişti O yana döndüler Temizlenip üniformalarını ve başlıklarını giymiş kırk kadar genç, martı sürüsü gibi bembeyaz, güverteye çıkmışlardı
"Bunlar kim ?"
"Heybeli Deniz Okulu'nun kaçak öğrencileri Onlar da damla damla oluşan Deniz Kuvvetlerimize katılmak için Samsun'a gidiyorlar Biz İnebolu'da ineceğiz İzninizle"
Askerce selam verip ayrıldı
Madam Amiel bu sürprize bayılmıştı Az sonra güvertelere, üniformalarını giymiş subaylar, askeri doktor ve eczacılar da çıkınca, kendini tutamadı, el çırpmaya başladı Bugüne kadar hiç böyle çarpıcı bir gösteri görmemişti Yakup Kadri de heyecan içindeydi Genç kıza, "Bir romanda yaşıyor gibiyim" diye fısıldadı
Birkaç heyecanlı delikanlı şarkıya başlamıştı:
Karadeniz, Karadeniz (3)
Gelen düşman değil, biziz
Şarkıya katılanlar gittikçe arttı Şişman kaptanın her zamanki işareti üzerine tayfalardan biri, dostluk jesti olarak, isten kararmış, buruşuk bir Türk bayrağını direğe çekmeye koyuldu Yükseldikçe bayrağın buruşukları düzeliyor, rengi açılıyordu Nesrin'in gözleri doldu
İnebolu'nun Yarbaşı'na doğru set set yükselen beyaz evleri, denize açılmaya hazırlanan büyük kayıklar, yalıda toplanan halk görünüyordu artık Gemideki bütün Türklerin katıldığı şarkı Anadolu'nun en hareketli deniz kapısı İnebolu'ya yansımaktaydı:
Onun sana selamı var,
Diyor ki düşmanın ne canı var?
Kovsun onu sularından
Orada Türk sancağı var!






Alıntı Yaparak Cevapla