Prof. Dr. Sinsi
|
ßomba Kitabı Özeti
HÜRRİYET BAYRAKLARI
Hikayenin kahramanı olan Türk , sıcak ve yorgun geçen bir günün akşamında Demirhisar’dan Cumayıbala’ya gelerek bir otele yerleşir Sabahleyin zurna ve davul seslerine karışan naralar, türkülerin gürültüsü ile uyanır Gerinirken, bu kansız ve hakikate ancak manasız alkış tufanlarından ibaret olan zavallı düzme Türk inkılabının ikinci senesi olduğunu hatırlar Milli bir bayram olduğunu “Lakin, acaba hangi milletin bayramı? “ diye düşünerek kalkar Pencereden bakar,dışarıda karmakarışık bir kalabalık,kaynaşarak gitmektedir Bulgar dükkanları açıktır Sahipleri bu diyara yeni gelmiş hakim yabancılar gibi önlerinden geçen sırma cepkenli Türk delikanlılarına gülümseyerek bakmaktadırlar Bir süre bu geçiş törenini , On Temmuz kutlamalarını izler Dalmıştır, Türkiye’nin, vatanının ,bu mutlaka öleceğine iman edilen hasta adamın hayatını düşünür, yeise pek benzeyen acı bir hisle bütün zihniyetinin büzüldüğünü,işlemez bir hale geldiğini duymaktadır Odanın kapısı açılır, Rum otelciatlarının hazır olduğunu söyler Razlık’a gidecektir Giyinir,yola çıkar Bir saat sonra Papaz Bayırı’nı çıkan dik yokuşu tırmanmaktadır Atından iner,tepeye çıkar Biraz ileride bir atlı görür,kılıcının parıltısından bir zabit olduğunu anlar Oda dinlenmektedir yanına gider Türkiye’de takdim vetakatdümebinced olmadığına Selam verir Nereye gittiğini sorar Gülümseyerek cevap verir
‘Razlık’a efendim siz?’
‘Ben de’
‘O halde beraber gideriz’
Konuşmaya başlarlar Konu politikadan açılır Kahramanımız On Temmuz’un buralarda bile takdir olunduğunu söyler Mülazım kahramanımızın hayretine canı sıkılmış gibi bir tavırla ‘On Temmuzu takdir etmek…’ bu da lafmı? Bu bizim en büyük en şanlı günümüz, en mukaddes milli bayramımız keşke bir gün yerine üç gün olsa der Kahramanımız iddaaların aksini söyleyerek asabi munakaşacıları kızdırmak hoşuna gittiğinden ilave eder
‘Hem bu nasıl milli bayram? Hangi milletin bayramı?’
‘Osmanlı milletinin… ’
‘Osmanlı milleti demekle Türkleri mi kasdediyorsunuz?’
‘Hayır, asla … Bütün Osmanlıları… ‘
‘Bütün Osmanlılar kimlerdir?’
‘Tuhaf sual! Araplar,Arnavutlar, Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar, Yahudiler,
Ermeniler, Türkler…Hasılı hepsi…’
‘Bunlar demek hep bir millet?’
‘Şüphesiz…’
‘Fakat ben şüpheliyim’ der
Bu mümkün değildir ve bu imkansızlık nasıl riyazi ve bozulmaz bir kaide ise birbirlerinden tarihleri , ananeleri, meyilleri, müesseseleri, lisanları, mefkureleri ayrı milletleri cem edip hepsinden bir millet yapılamayacağını, bunları bir sayıp Osmanlı demesinin yanlış olacağını söyler Mülazım şaşırmıştır Onun şüphesiz ilk defa işittiği, bu kadar basit ve adi bir hakikaten şaşalamasını sersemliğe çevirmek için sözlerine devem eder Osmanlılık kelimesinin duveli bir tabirden başka bir şey olmadığını , Rumlar’ın, Bulgarlar’ın, Sırplar’ın, bütün o eski esirlerimiz olan bugünkü uyanık milletlerin, Türkler’den intikam almak ve kendi öz kardeşleriyle, Balkan hükümetleriyle birleşmekten daha tabi daha makul, daha haklı mefkureleri olmayacağını anlatır Lakin mülazım anlamadığını, gözlerinden, birden coşmasından anlaşılmaktadır Mulazım ‘sizinle münakaşa edemem’ der Çünkü fikirlerimiz taban tabana zıt…! Ayağa kalkarlar, atlarını yedeğe alarak yüremeye başlarlar Bir süre sonra mülazım ‘ah, bakınız azizim…’ diye haykırır, ‘bakınız işte Osmanlılığın şahidi’
Parmağıyla bin metre kadar ileride ucurumlu bir yarın kenarındaki küçük bir Bulgar köyünü gösterir Köydeki sallanan kırmızı kırmızı hürriyet bayraklarının bugünkü Osmanlıların birbirleriyle en samimi ve hakiki kardeş olduklarını dünyaya anlaktıklarını, bu mukaddes On Temmuz gününü alkışlayan kırmızı bayrakları gösterir Bulgar köyündeki insanların, Osmanlı vatanına düşmanlar hücum ettikleri zaman kendilerinden önce onların koşacaklarını, Osmanlılık namına kanlarını dökeceklerini savunur Kahramanımız kendini tutamaz ve ‘Bu Bulgar’lar ha?…! der
‘Evet bu Bulgarlar en sadık Osmanlılardır Komitacılarla hiç münasebetleri yoktur Fakat siz mutassıpsınız inanmazsınız Daha sonra yollarından bir buçuk saat kaybedecek olmalarına rağmen kahramanımız mulazımın ısrarlarına dayanamaz ve köye gitmeye karar verirler Köye geldiklerinde mulazımın en sadık dost dediği Bulgar’ların, tam aksine vurdumduymaz tavırları , hain ve kızgın bakışları ile karşılaşmışlar ve en önemliside mülazımın hürriyet bayrakları sandığı şeylerin aslında hava aldırmak üzere güneşe asılmış kırmızı biber dizeleri olduğunu şaşkınlık ve acı içinde görmüşlerdir
3 KİTABIN ANA FİKRİ:
Türklük, Türkçülük ve milli benlik fikridir
4 KİTAPTAKİ ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
KENAN BEY;Avrupa’da çalışan bir mühendistir Sonuçta Avrupa’ya gittiği için pişman oluyor Vatanı seven bir kişidir
GRAZİA;güzel ve kendi kültürüne bağlı bir kadındır Kenan bey’in eşidir Türklerin düşmanı olarak sayılır
PRİMO;Kenan beyin oğludur Türk olduğunu için gurur duyardı,fakat Türkçe konuşmayı ve Türk kültürünü bilmedi Kenan beyin etkisiyle kendi kültürünü sarılıyor
5 KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSI GÖRÜŞLERİ:
Kitap abartılı bir şekilde yazılmamış Gerçeği anlatan bir kitaptır Yabancı bir ülkede yaşamak nekadar zor olduğunu anlatıyor Vatana herzaman saygı ve sevgi duymalıyız
6 YAZAR HAKKINDA BİLGİ:
28 2 1884 tarihinde Gönen’de doğdu Öğrenimine Gönen’de başlayan Ömer Seyfettin, Ayancık’ta ve annesiyle birlikte geldiği İstanbul’da Aksaray’daki Mekteb-i Osmaniye’ye devam etti, Eyüp’teki Baytar Rüşdiyesi’ni bitirip asker çocuğu olduğu için Kuleli Askeri İdadi’sine yazıldı (1893), bir müddet sonra da Edirne Askeri İdadisi’ne naklolarak öğrenimini burada tamamladı Daha sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye’ye gelen Ömer Seyfettin, piyâde mülâzımı sânisi rütbesiyle buradan mezun oldu Teğmenlikle İzmir’de (1903-1910), sonra üsteğmen olarak Rumeli’de görev yaptı (1908-1910) Askerlik’ten ayrılıp Selanik’e gelerek, Genç Kalemler dergisinde yazmaya başladı Balkan Savaşında tekrar subay olarak orduya döndü, Yunanlılar’ın elinde bir yıl kadar esir kaldı Esareti sırasında da öykü yazamaya devam ederek bunları Halka Doğru, Türk Yurdu ve Zakâ dergilerinde yayımladı İstanbul’a dönünce ordudan ikinci kez ayrılıp, ölümüne kadar Kabataş Lisesi edebiyat öğretmenliği yapan Ömer Seyfettin, 6 Mart 1920 tarihinde İstanbul’da öldü 
|