Yalnız Mesajı Göster

Naomi Klein, Şok Doktrini

Eski 10-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Naomi Klein, Şok Doktrini




Naomi Klein, Şok Doktrini



1950'lerin ortalarında birkaç CIA görevlisi, insan zihnini silip yeniden oluşturmak için manyakça araştırmalar yapan Dr Ewen Cameron adlı bir psikiyatrın adeta bir işkence laboratuvarı olan araştırma enstitüsünün kapısını çalıyordu CIA'nin böyle bir yerden yararlanma isteği “işkence”ya da CIA diliyle “zorlayıcı sorgulama!”konusunda bir yöntem geliştirmek, tutsakları, iradeleri dışında itirafta bulundurmak amacıyla derin bir dezoryantasyona ve şok durumuna sokmak amacıyla tasarlanmış bir dizi tekniğe sahip olmaktan kaynaklanmaktadır (1990'ların sonlarında gizliliği kalkan CIA işkence kılavuzundaki ayrıntılarda bu “ziyaret”in anlamı daha iyi anlaşılmaktadır Direniş kaynaklarını çözmenin yolunun tutsaklar ile onların etraflarındaki dünyayı anlama yetenekleri arasında şiddetli kopuşlar gerçekleştirmek olduğu CIA işkence elkitabında görülmektedir)

CIA operatörlerinin elkitabına giren yöntemin babası Dr Cameron'a göre “zaman” ve “mekan” algımızı sürdürmemize yarayan iki önemli faktör vardır: 1- Devamlı duyusal algımız 2- Hafızamız! Dr Cameron, önce“elektroşok”larla hafızayı yok ediyor; “izolasyon klübeleriyle” de duyusal algılamayı ortadan kaldırıyordu (Dr Cameron'un kapısını çalan CIA psikiyatrı John Gittinger, yıllar sonra, 1988'de Senato oturumunda tanıklık yapmaya zorlandığında Cameron'a verdiği desteğin “aptalca bir hata! korkunç bir hata!” olduğunu söylemişti)

Ancak bu aptalca özür, on yıllar boyunca neoliberalizmin hedefine oturtulmuş devletlerin devrimcilerinin yaşadığı işkencelerin tarihini insanlığın mücadele tarihinden silmeye yetmeyecektir Çünkü CIA, bu yöntemi alınca hızla kendisine bağlı diktatörlükler veya yasal görünümlü hükümetlerin militarist güçlerini ABD'ye “eğitim” için davet etmeye başlamıştı

Honduras'ın işkencesiyle ünlü müfrezesi M-16'nın “sorgucu”larından biri, Times'e, kendilerinin Teksas'a götürüldüğünü, burada, tutsaklara korku salarak zayıflıklarını incelemek için psikolojik yöntemler öğretildiğini anlatıyordu Yöntem: “Sürekli ayakta tut!”, “Uyumasına izin verme!”, “Çıplak bırak!”, “Dış dünyayla temasını kes!”, “Hücresine fareler ve hamamböcekleri bırak!”, “Kötü yiyecekleri koy!”, “Ölü hayvanları ver!”, “Üstlerine soğuk su dök!”, “Bulunduğu yerin ısı derecesini değiştir!” ve “elektroşok!” uygula

CIA'nın, “KUBARK-Karşı İstihbarat Sorgulaması” adlı elkitabı Dr Ewen Cameron'un deneylerinin tüm izlerini taşıyordu! “MKUltra”nın gerçek amacı yalnızca beyin yıkama aracı değil direniş odaklarından bilgi alma, yani işkenceydi

KUBARK yöntemi, nerede olursa olsun kesin olarak aynı yöntemi uyguluyordu: “Tamamen şok yaratmak”, “şoku yoğunlaştırmak” ve “şoku devam ettirmek” üzere oluşturulmuştu El kitabı talimatlarına göre zanlılar en sinir bozucu saatte geceyarısı ya da sabaha karşı gözleri bağlanarak çırılçıplak soyulur ya da dövülürler Ve sonra duyusal algılama yoksunluğuna tabi tutulurlardı

1970'li ve 80'li yıllarda Orta Amerika'da yapılan işkencelerden sağ çıkanların tanıklıkları, hücreler arasında mekik dokuyup sorular soran ve talimatlar veren “İngilizce konuşan gizemli adamlar”la ilgili anlatımlar çoktur “İngilizce konuşan adamlar!” efsanesi 12 Eylül işkencelerinden geçmiş hemen hemen her bireyin anlatımlarından biridir

İlkin duygular, başına torba geçirilerek ya da gözleri bağlanılarak, kulakları tıkanarak, kelepçe vurarak, dış dünyadan tamamen izole ederek herhangi bir “algı”dan yoksun bırakılır, sonra beden şiddetli bir uyarım bombardımanına tabi tutulur: Hızla yanıp sönen ışıklar, yüksek sesli müzik, dayak atma, elektrik şoku vs

Bu “yumuşatma amacı!”ın amacı, beyinde bir tür kasırga yaratmaktır Böylelikle tutsaklar gerileyecek ve artık mantıksal olarak düşünemez ya da kendi çıkarlarını koruyamaz hale geldikleri korkusuna kapılacaklardır

İşte bu şok durumunda, dünyanın her yerinde, hangi ulustan olursa olsun tutsakların çoğu sorgulama yapanlara istedikleri şeyleri vermektedirler

*

12 Eylül 1980'de yaşadığımız siyasi ve ekonomik “şok!” aslında son 35 yılda bizim gibi ülkelerde uygulanmış bir programın devamı, Chicago Üniversitesi ekonomi profesörlerinden Prof Milton Friedman'ın “Şikago Okulu”adıyla anılan neo-liberal politikaların sonucudur

Friedman'ın “şok doktrini”yukarıdaki süreci tam olarak taklit ederek, işkencecinin bir kişi üzerinde yarattığı etkileri kitlesel ölçüde yapmaya/yaratmaya çalışmaktadır! (Friedman'ın öğrencilerinden Donald Rumsfeld, Richard Perle gibi neokonlar, “11 Eylül” saldırılarından önce ancak hayal edebilecekleri şeyleri Afganistan, Irak ve tüm dünyada gerçekleştirmeyi böyle başardılar)

“Şok doktrini”ne inananlar, tutsak aldıkları / almak istedikleri bireylerin ve toplumların kafalarında yaratmayı arzu ettikleri geniş ve boş tuvalleri ancak “büyük bir kopuş”un (darbeler, savaşlar, depremler, seller, tsunamiler vs) yaratabileceğine inanmaktadırlar Ellerinde bu tehlikeli işlere hevesli “sanatçılar” (darbeciler, satın alınmış politikacılar!) psikolojik açıdan dağıldığımız ve fiziksel olarak köklerimizden koptuğumuz bu yeniden şekillendirilebilir anlarda dünyaya yeni bir kalıp biçme işine koyulurlar Bunun için insanların ve toplumların önce zihinlerinin boşaltılması gerekir!

İşte, Dr Cameron'ın “psikiyatr kliniği” gibi Şikago Üniversitesi'nin “işkence bölümü” -pardon!- ekonomi bölümü de mesleğinde devrim yapmayı görev edinmiş hırslı bir adamın Milton Friedman'ın emri altındaydı Dr Cameron'un insan belleğini temiz levha haline geri döndürme rüyasını gördüğü yerde, Friedman, toplumları modelsizleştirerek onları her türlü müdahaleden (hükümet müdahaleleri, ticaret engelleri, ulusal çıkarlardan) arınmış bir “Saf kapitalizm!” durumuna dönüştürmenin rüyasını görüyordu

“CHİCAGO OKULU”: KAPİTALİZMİN EN TEHLİKELİ OKULU!

Şikago Okulu'nun ileri sürdüğü görüşler, dünyada kapitalizmin, gelmiş geçmiş en tehlikeli ekonomi teorilerinden biridir Sözkonusu sistemin asıl karakteristiği, kamuya ait zenginliklerin özel mülkiyet/dünyanın belli başlı tekellerine peşkeş çekilmesi amacıyla yapılan büyük çaplı transferlerdir Buna, sıklıkla patlamaya hazır dış borçlar, işsiz kalıp terkedilmiş, kullanılıp bir kenara atılmış yoksullar ve göz kamaştırıcı zenginlikler arasında hızla büyüyen uçurumu ekleyebiliriz

Devlet olacaksa, vergiler düşük olmalı, zengin ve yoksul aynı oranda vergilendirmeliydi Şirketler ürünlerini dünyanın her tarafına satmakta özgür olmalılardı ve hükümetler ulusal sanayileri ve ulusal mülkiyeti koruma çabasına girmemeliydi Emeğin fiyatı dahil bütün fiyatlar piyasalarca belirlenmeliydi Asgari ücretin olmaması gerekirdi İletişim ve enerji alanını devlet hemen boşaltmalı, sağlık hizmetlerini sunmak, emekli aylığı ödemek, hatta ulusal parklar yapmaktan bile vazgeçmeliydi

Neoliberal saldırıya hedef alınmış ülkelerin hükümetleri ise “saldırgan bir gözetim”, “kitlesel tutuklamalar”, “özgürlükleri daraltma”, “sıklıkla işkence uygulaması” yapan hükümetlere dönüştürülmektedir

Friedman'a dek özellikle üçüncü dünya ülkelerinin yöneticileri, örneğin Arjantin'in Juan Peron'u, İran'ın Musaddık'ı, Mısır'ın Nasır'ı gibi politikacılar, yalnızca yer altı madenlerini yurt dışına ham olarak ihraç edip yan gelip yatmayı değil, otoyollar yapmayı, planlı bir endüstrileşme politikası gütmeyi, demir-çelik fabrikaları gibi sanayi altyapıları kurmayı, otomobil, çamaşır fabrikası imal edebilecek ulusal şirketlere cömertçe teşvikler sunmayı tercih ediyor ve korkunç derecede yüksek taifeli yabancı ithal mallarından uzak duruyorlardı1950'lerde Arjantin, kıta üzerindeki en büyük orta sınıfa sahipti ve yakın komşusu Uruguay'da okuma yazma oranı % 95'ti Uruguay bütün vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti veriyordu Kalkınmacı politika izleyen her ulusal lider tıpkı marksistler gibi kapsamlı ve radikal bir ulusal ekonomi politikası izliyorlardı

Birinci ve üçüncü dünya ülkeleri arasındaki açığın kapanabileceğine ilişkin bu güçlü uygulamalar Şikago Üniversitesi İktisat Bölümü'nü kara kara düşündürüyordu

Savaş sonrası oluşan Keynesçi uygulamalar, büyük şirketlerin oluşturduğu kesime çok pahalıya mal oluyordu İşçi ücretleri ve yüksek vergilerle kazançlarını yeniden dağıtmaya zorlanıyorlardı Şikago Okulu'na göre üçüncü dünya milliyetçiliği “totalitaryan komünizm” yolunda ilerlemeye doğru ilk adımdı ve henüz tomurcuk halindeyken koparılıp atılması gerekirdi! Ulusal ekonomiye önem veren, daha adil toplumlar yaratmak için kolektif zenginliği bir havuzda toplamaya çalışan bu Keynesçi çabalar, -Friedman'ın kendi deyimiyle- “Kapitalizmin saf halini lekeleyen!” bu ekonomik politikalar berhava edilmeliydi



Alıntı Yaparak Cevapla