Yalnız Mesajı Göster

Yüzyıllık Yalnızlık Kitap Özeti

Eski 10-21-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yüzyıllık Yalnızlık Kitap Özeti




Din kavramınınsa çok da ön planda bulunmadığı bu eserde lanet kavramı o kadar ön plandadır ki; kaçarken, aslında onun gerçekleşmesine bizzat yol açtıkları düşünülürse dindeki “kader” kavramının yerine “lanet” kavramını atadıkları söylenebilir Hayatları boyunca bu lanet korkusundan kaçıp saklanmaya çalışan Buendia ailesi her şeye rağmen bir şekilde pes etmiş, gerek kendilerini yalnızlıklarına kapattıkları bir odada, gerek yalnız yaşayan bir ağacın gölgesi altında; kimsesiz bir şekilde hayata gözlerini yumarak lanetlerine boyun eğmişler; ya da onu bizzat gerçekleştirmişlerdir

Üç Kahraman

Kitabın ana konusunu oluşturan Albay Aureliano Buendia, dönemin liberalizm ve muhafazakârlık görüşleri ve iktidar kavgaları arasında kendisini sürekli bir gelgit içerisinde bulmuştur Sonunda liberalizmi benimseyerek katıldığı savaşların otuz ikisini de kaybeden Albay, sinirle sarf ettiği tehditler yüzünden on yedi farklı eşten olan on yedi oğlunun on yedisinin de kurşuna dizildikleri haberiyle çareyi yalnız bir ölümde bulmuştur Onu ölüme iten sebeplerden savaşları kaybetmesini millî bilinçle değil, sırf şahsî onuru adına katılmış olmasının bir sonucu olarak düşünmesi ve bunun suçluluğundan kendisini alamaması da hesaba katılırsa; iç huzurdan yoksunluğun yol açtığı bir “yalnız ölüm” olduğundan söz edilebilir

Romanın en güçlü kahramanı olan Ursula, evin annesi, din kavramından oldukça uzak olan diğer kahramanların yanında; dindar, güçlü, azimli, mantıklı, özverili ve her şeyden önce bütün ailenin kurucusu rolündedir Öyle ki yalnızlık lanetine en çok direnen de kendisidir Yaşlılık gözlerini kör ettiğinde dahi bunu kimseye belli etmeden bir süre direnebilmiş, daha sonra o da yalnız bir şekilde ölü bulunmuş ve Marquez bu durumu “yaşlılığın aşılmaz yalnızlığı” olarak nitelendirmiştir

Son olarak kasabaya gelip giden Melquiades, ailenin yüz yıllık geçmişine oldukça önemli katkıları olan, sihirli güçlere sahip bir çingenedir Roman, aslında Melquiades’in ayrıntılarıyla kaleme aldığı Buendia ailesinin hayatının, soyun son ferdi tarafından okunmakta olduğu el yazmalarından başka bir şey değildir Soyun hayatta kalan son ferdi, kardeşi olduğunu sandığı eşinin aslında teyzesi olduğunu da el yazmalarından öğrenmiştir ki bu da karışık (lanetli) soy ilişkilerinin açık bir göstergesidir Ne var ki yüz yıllık lanetin bu son üyesinin sonu da çingenenin el yazmalarında yazmaktadır Bir taraftan kendi sonunu okurken bir taraftan da okuduklarını saniyesi saniyesine yaşayan son üye; yüzyıllık yalnızlık lanetini, yalnız ölerek noktalamaktadır

Kitabın İletisi

‘Kalabalıklar içerisinde yalnız kalmak’ durumunu, ‘yalnız ölüm’ gibi oldukça ürkütücü bir tasvirle okuyucuya sunan Marquez, bunun sebebi olarak da ‘iç huzurdan yoksun olma’nın her örneğinde altını çizmiştir Ne kadar kalabalık bir toplum içerisinde yaşıyor olursak olalım, ne kadar geniş bir çevremiz olursa olsun, iç huzurumuz yoksa yalnızlık denilen “lanet” en yalnız anımızda bizi yakalayıp kaçınılmaz sonla buluşturabilir

Büyülü Gerçekçilik

“Büyülü gerçekçilik Latin Amerika’nın otantik ifadesidir” diyen eleştirmen Flores’in bu tespitinin Marquez’in de Latin Amerikalı olduğu gerçeğiyle sadece tesadüfen uyuştuğunu elbette söyleyemeyiz Canan Öktemgil Turgut; Latife Tekin’in Yapıtlarında Büyülü Gerçekçilik başlıklı tezinde “Latin Amerika kökenli büyülü gerçekçilik, gerçeküstücülüğün neden olduğu değişimle ivmelenen, önceden kestirilemeyen duraklara uğrayan ve nerede biteceği bilinmeyen uzun bir yolculukta biçimlenmektedir” sözleriyle büyülü gerçekçilik akımının temelini gözler önüne sererken; aynı zamanda Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ında benimsenmiş olan büyülü gerçekçiliğe de ışık tutmaktadır

Geleneksel gerçekçilik sınırları içerisinde resmedilemeyecek bir Latin Amerika gerçeği hiç şüphesiz vardır ve Marquez gibi yazarlar sayesinde ancak gerçeküstü imgelerle iç içe geçirildiğinde büyülü bir anlatı dünyası içerisinde kendisini ifade edebilmiştir

Roland Walter; büyülü gerçekçiliği Çağdaş Chiano Kurmacasında Büyülü Gerçekçilik adlı yapıtında, birbirine ters düşen fakat uyum içerisinde olan iki ayrı perspektiften büyülü gerçekçiliği tanımlamayı başarmıştır Bunlardan biri “akılcı dünya görüşüne değinen”, diğeri ise “gerçekdışının, doğaüstü ve alışılmamış olanın kendisinde somutlaştırdığı, gerçekliğin büyüsel bir şekilde görülüşü üzerinde temellenen” iki perspektiftir Fakat bu iki koşulun büyülü gerçekçiliği tanımlamaya yetmeyeceğini, çünkü bunların aynı zamanda ‘fantastik’ dediğimiz diğer bir anlatım tarzının da tanımlayıcı özellikleri olduğunu dile getiren Walter ‘büyülü gerçekçilik’ ve ‘fantastik’ farkının da belirli kıstaslara göre altını çizmektedir “Büyülü gerçekçilikte anlatılanların da, karakterlerin de doğaüstünü oldukça doğal bir durummuş gibi karşıladıklarını” belirten Walter, bu eserlerde, gerçekliğin düşsellik ve gerçeklik düzeylerinin uyumlu bir bütünlüğünün sağlanmasının da büyülü gerçekçiliğin mutlak bir koşulu olduğunu söylemektedir Çelişkili gibi görünen bu zor bütünleştirme ise Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ında sıra dışı bir beceriyle kaleme alınmış ve böylece yapıt klasikleşmiş, kendisinden sonra gelen yazarlar için ise bir yol gösterici olmuştur

Lois Parkinson Zamora ve Wendy B Faris’in editörlüğünde belli başlı büyülü gerçekçilik makalelerinin bir arada toplandığı Büyülü Gerçekçilik: Kuram, Tarih, Toplum isimli derlemeye göre; “zihin ve beden, ruh ve madde, yaşam ve ölüm, gerçek ve hayal, kendi ve öteki, erkek ve dişi arasındaki sınırlar silinecek, çiğnenecek, bulanıklaşacaktır” Bu derlemede büyülü gerçekçilik; “tek sesli politik yapıtlara karşı çıkmayı cesaretlendiren” bir saldırı olarak değerlendirilmiştir

Gerçekten, Garcia Marquez de Latin Amerika kökenli büyülü gerçekçilikle yazdığı Yüzyıllık Yalnızlık romanında o zamana kadar çok fazla dikkat çekmemiş olan bu sırrı öyle bir eskiye karşı çıkışla yansıtmıştır ki, okuyucuları gibi birçok yazar da onun büyülü gerçekçiliğinin “büyü”süne kapılmaktan kendisini alamamıştır

Türkiye’de ilk yayımlanmasının üzerinden yirmi üç yıl geçtiği hâlde bugün hâlâ basılıyor olması, Marquez’in bu başyapıtının dünyayı saran Latin büyüsünün bir kanıtıdır Büyülü gerçekçilik akımınınsa kimine göre yadırgatıcı olan anlatım biçimine rağmen bu kadar benimsenmesi belki yazarların marifeti; belki de insanın, iç dünyasının düşler sokağında dolaşmak için yanıp tutuştuğu bu “fazla gerçekçi” olan gerçek hayattan kaçmak isteyişinin bir sessiz çığlığıdır


Alıntı Yaparak Cevapla