Prof. Dr. Sinsi
|
Friedrich Nietzsche Böyle Buyurdu Zerdüşt Özeti
-VI-
Bu yapıtın yeri apayrıdır Ozanları bir yana bırakalım: Belki de hiçbir şey böylesine bir güç bolluğu içinde yaratılmamıştır daha “Dionysosca” kavramım en yüksek uygulanışını buldu burada; onunla ölçülünce, insanoğlunun yaptığı öbür işlerin hepsi zavallıca, olağan şeyler olarak görünür Bir Goethe, bir Shakespeare bu korkunç tutku içinde, bu yüksekliklerde bir an bile soluk alamazlardı; Dante Zerdüşt’ün yanında yalnızca bir inanandır, doğruyu kendi yaratan, dünyayı yöneten bir kafa, bir yazgı değildir Veda’ların ozanları rahiptirler, Zerdüşt’ün eline su bile dökemezler; doğruluğuna doğrudur ya, daha birşey değildir bunlar, hiçbiri bu yapıtın apayrı yerini, içinde yaşadığı gökmavisi yalnızlığı belirtemezler Ta bengiliğe dek şunu söylemeye hakkı vardır Zerdüşt’ün: “Çemberler çiziyorum çevreme, kutsal sınırlar; gitgide azalıyor benimle çıkanlar daha yüksek dağlara, -sıradağlar kuruyorum gitgide daha kutsal dağlardan ” Tüm büyük kişilerin düşünce gücünü, iyiliğini bir araya getirseniz gene de Zerdüşt’ün bir tek konuşmasını çıkaramazsınız Bir sonsuz merdivendir O’nun üzerinde inip çıktığı; herkesten daha ötesini görmüş, daha ötesini istemiş, daha ötesini başarmıştır Gelmiş geçmiş bu en olumlu düşüncenin her sözü gene de bir karşı durmadır; tüm karşıtlıkları içinde toplamış, onlardan yepyeni, tek birşey yapmıştır İnsan yaradılışının en yüksek ve en aşağı güçleri, en tatlı, en delice, en korkunç olan şey o bir tek çeşmeden ölümsüz bir güvenle akar Yükseklik nedir, derinlik nedir, hiçbiri bilinmezdi Zerdüşt’ten önce; hele doğru hiç bilinmezdi Doğrunun bu vahyinde bir tek yer yok ki, öncüleri bulunsun, en büyüklerden biri önceden sezmiş olsun Ne bilgelik, ne ruhların derinliğine iniş, ne de konuşma sanatı diye birşey vardı Zerdüşt’ten önce: En tanıdık, en günlük olan şey burada hiç duyulmamış nesnelerden söz ediyor Tutkusundan tir tir titriyor deyiş; uzdillilik burada musiki olmuş; yıldırımlar savruluyor daha önce bilinmeyen geleceklere Dilin kendi özüne, imgeye bu dönüşü yanında, şimdiye dek bilinen en büyük, en güçlü simgecilik bir çocuk oyuncağı kalır -Zerdüşt nasıl da herkese iniyor, nasıl da biliyor gönül almayı! Üstelik hasımlarına, papazlara nasıl okşarcasına dokunuyor, onlarla birlikte acı çekiyor!- İnsan burada her an aşılmaktadır, “üstinsan” kavramı en büyük gerçek olmuştur burada, -şimdiye dek insanda büyük bilinen ne varsa, hepsi de sonsuz uçurumlar boyu aşağıda kalmıştır Bu mutlu sessizlik, bu tüy gibi ayaklar, bir an eksik olmayan bu hayınlık, bu kabına sığmazlık, Zerdüşt’ün kişiliğini yapan başka ne varsa, hiçbiri büyüklüğün ayrılmaz parçası olarak düşünülmemiştir daha önce Zerdüşt kendini işte bu yüzden, böyle geniş uzaylarda yaşayıp, en çelişik şeylere böylesine açık olduğu için, en yüksek varoluş biçimi saymaktadır; kendisinin bunu nasıl tanımladığını duyunca, onu başka birşeye benzetmekten vazgeçer artık insan
-en uzun merdiveni olan ruh, en derine inebilen, en geniş, en büyük ruh, kendi içinde en çok dolanıp gezebilen, yolunu en çok şaşırabilen,
o en zorunlu olan, seve seve atılan rastlantının içine, o varolan ruh, oluşu isteyen, varlıklı ruh, istemeyi ve açlığı isteyen,-
Kendi kendinden kaçan, en geniş çevrelerde yakalayan kendini,
en bilge ruh, kulağına çılgınlığın en tatlı şeyler fısıldadığı,
kendini en çok seven, içinde tüm şeylerin ileriye ve geriye aktığı, alçaldığı, kabardığı-
Ama bu Dionysos kavramının ta kendisi işte -Başka bir düşünüş yolu da oraya götürür bizi Zerdüşt örneğindeki psikolojik sorun şudur: Şimdiye dek evet denen herşeye, duyulmamış ölçüde, sözle ve eylemle hayır diyen kimse, nasıl gene de yadsıyan bir düşüncenin tam tersi oluyor; yazgıların en ağırını, yıkımlı bir ödevi taşıyan düşünce, nasıl gene böyle hafif, böylesine az yersel oluyor -bir dansçıdır Zerdüşt-; gerçeği en katı yüreklilikle, en korkunç olarak gören, o “uçurum gibi derin” düşünceyi düşünen kimse, nasıl oluyor da varlığa, onun bengi dönüşüne karşı durmuyor, -tam tersine evrensel olumlayışın, “o sonsuz, sınırsız evet ve amin deyiş”in ta kendisidir… “Ta uçurumların dibine dek taşıyorum bu kutsayan evet-deyişi”… İşte gene vardık Dionysos’a
“İnsan da ağaca benzer Ne denli yükseğe ve ışığa çıkmak isterse, o denli yaşam kök salar yere, aşağılara, karanlığa, derinliğe -kötülüğe
(…)
‘Sonrasız Hayat’la baştan çıkıp çekilsinler bu hayattan
(…)
Bilgi ermişleri olmak elinizden gelmiyorsa, hiç değilse bilgi savaşçıları olun Onlar, bu türlü ermişliğin yoldaşları ve öncüleridir
(…)
Devlet mi? O da ne? Peki! Şimdi bana kulak verin, size ulusların ölümünden söz açacağım Bütün soğuk canavarların en soğuğuna devlet denir Soğuk soğuk yalan söyler o; ve ağsından şu yalan sürüne sürüne çıkar: “Ben, devlet -ulusum ben ” Yalan! Yaratıcılardı ulusları yaratnalr ve onların üstüne bir inanç ve bir sevgi asanlar: böylece hayata hizmet ettiler
(…)
‘Yeryüzünde benden büyüğü yoktur: düzenleyen parmağıyım ben Tanrının’ -böyle böğürür o canavar
(…)
Orada, devletin bittiği yerde, orada başlar gereksiz olmayan insan: orada başlar gerekli kişilerin türküsü, o eşsiz, o benzersiz ezgi Oraya, devletin bittiği yere, -oraya bak, kardeşim! Görmüyor musun gökkuşağını ve köprülerini Üstinsanın?-
(…)
Sen yumuşak ve doğru olduğun için, dersin: “Suçsuzdur onlar küçükj varlıkları içre ” Fakat onların dar gönülleri düşünür: “Suçludur bütün büyük varlıklar ”
Zerdüşt – I Bölüm
-VII-
-Kendi kendine kalınca hangi dili konuşur böyle bir tin? Dithyrambos dilini Bulucusu benim dithyrambos’un Zerdüşt’ün gün doğadan önce kendi kendisiyle nasıl konuştuğunu bir dinleyin: Bu zümrütten mutluluğu, bu tanrısal sevecenliği şakıyan dil yoktur benden önce Böyle bir Dionysos’un en derin yası bile gene dithyrambos olur; önek olarak Gece Türküsü’nü veriyorum, -ışık ve güç bolluğu yüzünden, güneş gibi yaratılmış olmak yüzünden sevmeyişin o ölümsüz yakınmasını
…Gecedir: Yüksek sesle konuşuyor tüm fışkıran çeşmeler şimdi Ve benim ruhum da bir çeşmedir fışkıran
…Gecedir: Yeni yeni uyanıyor sevenlerin türküleri Ve benim ruhum da bir sevenin türküsüdür
…Dinmeyen, dinme bilmez birşey var içimde, ses olmak istiyor İçimde sevgiye susamışlık var, sevginin dilini konuşuyor kendisi
…Işığım ben: Gece olaydım keşke! Ama budur işte benim yalnızlığım, çepeçevre ışıkla sarılmış olmam
Ah, karanlık olaydım, gece olaydım! Nasıl emerdim ışığın memelerinden!
Üstelik kutsardım bir de sizleri, ışıl ışıl yıldızcıklar, ateşböcekleri göğün! O ışıktan armağanlarınızla mutlu olurdum
Ama öz ışığımla yaşıyorum ben, gene ben içiyorum benden taşan alevleri
Bilmiyorum almadaki mutluluk nedir; çoğu zaman bana öyle geldi ki, çalmak daha da büyük mutluluktur almaktan
Budur benim yoksulluğum, elim durup dinlemeden bağışlıyor; budur çekemediğim, bekleyen gözler görüyorum hep, özleyişin aydınlanmış gecelerini
Vay, bağışlayanların mutsuzluğu, vay! Güneşimin kararması! Vay susamaya susamış olmak! Vay açlıktan kıvranmak doymuşluğun içinde!
Gerçi benden alıyorlar: Ama elim ruhlarına dokunuyor mu daha? Bir uçurum vardır vermekle almak arasında, -ve en küçük uçurumdur en zor kapanan
Bir açlık büyüyor güzelliğimden: Aydınlattıklarıma acı vermek istiyorum, soymak istiyorum birşey bağışladıklarımı- hayınlığa böylesine susamışım ben
Doluluğum böyle bir öç kuruyor, böyle bir kalleşlik sızıyor yalnızlığımdan
Bağışlaya bağışlaya öldü bağışlamanın mutluluğu; kendi bolluğundan bezdi erdemim!
Durmadan bağışlayan için tehlike, utanmayı unutmaktır; hep dağıtan kimsenin elleri, yüreği nasır bağlar dağıtmaktan
Gözüm yaşarmıyor artık yalvaranın utanması önünde; sertleşen elim artık duymuyor o dolu ellerin titreyişini
Gözümde o yaş damlası nereye gitti, yüreğimde o belirsiz ürperiş? Vay, yapayalnızlığı tüm bağışlayanların! Vay, tüm ışıldayanların suskusu!
|