10-21-2012
|
#4
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Bir Bilim Adamının Romanı Yazar: Oğuz Atay Kitap Özeti
Mustafa bilimde başından beri hoca olarak hizmet etmeyi düşünüyordu Sayıların ve eski yunanca harflerin gerisinde canlı ilişkiler olduğunu sezemezsek, sayılarla hayatın arasındaki ilişkiyi göremezsek, matematik ve dolayısıyla fizik çalışmanın tek amacı sınıfı geçmek olur
1933’de Darülfünun üniversite olunca ve bizde de Newton, Pascal, Gauss gibi bilginlerin yetişmesi amaçlandıysa da bu arada Doğu’nun sistemsizliği unutulmuştu Gauss’un Alman vatandaşlarının ülkeye getirilmesiyle topraktan Gauss’lar fışkıracağı sanılmıştı Oysa bu olmadı Tek tük yetişen Cahit Arf, Mustafa İnan gibi bilimcileri de toplum yeterince tanımadı, bunlar tanıtılmadı İnan bilim dünyasına girer girmez “ithal malı bilim olmaz” demişti Bu ithal malı kafa olmaz demekti Aynı zamanda Mühendis mektebinde de çok sevildi ve 1 sınıfta Divan Edebiyatıyla da ilgilenmeye başladı
Bilimde meseleler nutukla çözülemiyordu Malazgirt hakkında çok şey söylenebilirdi Fakat gazların genişlemesi hakkında bir Alpaslan kanunu olmadığı gibi matematikte de bir Hüsamettin serisi yoktu Bunun ötesinde söylentiler efsaneden ibaretti Aristo eski yunanda bilimin temellerini atmadan önce Mitoloji yürürlükteydi Bizim mitolojinin de yerini bilim alması gerekiyordu Mustafa yı okulda efsaneleştirdiler Oysa o başarısını erken kalkmasına düzenli sistemli çalışmasına, dersleri dikkatli dinlemesine, arkadaşlarına ders verirken öğrendiklerini pekiştirmesine ve olağanüstü hafızasına borçluydu
Zamanın sert eski düşkünlüklerini aynen devam ettiren , öğrenciye söz hakkı tanımayan ve dersi anlayıp anlamadığıyla ilgilenmeyen bunu tespit edemeyen devamlı arkası sınıfa dönük tahtaya ders anlatan öğretmenlere; seçtiği hocalığı nasıl yapması gerektiğini anlatıyordu Her iki taraf da işin kolayına kaçıyordu Mustafa çevresine baktığında sonraları kendisini çok düşündüren düşünme tembelliği mezhebinin farkına varıyordu Düşünmek zordu , büyük enerji istiyordu Hele yaratıcı araştırıcı düşünce için çok yorulmak gerekiyordu Yüzyıllardır insanlar gördüklerini, dinlediklerini, öğrendiklerini yorumlamaya alışmıştı İnsanlar bu nerden geliyor diye merak etmemişlerdi Onları tedirgin etmeden, onlara yeni karşısındaki ilkel korkuyu hissetirmeden düşünmeye alıştırmak gerekiyordu Doğuyu tedirğin etmeden Batıya yaklaştırmak gerekiyordu Cebirci Mustafa’nın işi zordu
Mustafa bir konuda uzmanlaşarak bilim hayatının bir köşesine çekilecek yaratılışta değildi Belki mekanikte daha birçok bilimsel makalenin altına imza atarak kitaplarda daha çok adını geçirebilirdi; üstelik bütün çalışma arkadaşlarının kuşkusuz kabul ettiği gibi bunu herkesten iyi yapabilirdi İnsanlarımızı ve hale bilim çevremizi iyi bildiği için daha geniş kapsamlı bir denemeye girişti Bilime ülkede bir “ekol” kurarak hizmeti seçti Neden daha çok araştırma yapmış gibi görünenler değil de Mustafa İnan kalıyor geriye? Çünkü Mustafa İnan onlardan çok daha derinlere yayılmak istiyordu aslında
İsviçre’de doktora yaparken İsviçre’li hocalarının da ifade ettiği gibi eğer doktoradan sonra dönmeyip İsviçre’de kalsaydı, dünyanın en büyük iki mekanikçisinden biri olabilirdi Fakat ülkesinin bundan ne yararı olacaktı? Olmasın çünkü bazılarına göre bilim evrenseldi, bu gerçeğin dışında hiçbir şeyin önemi yoktu Bu görüş belki doğrudur Ne var ki ülkemizin de bunun doğru olmadığına inanan insanlara şiddetle ihtiyacı vardır Ve Mustafa İnan gibi düşünen bilim adamları Doğudan Batıya doğru durmadan artan beyin gücünün her zaman karşısında olmuşlardır
Mustafa İnan iç dünyası ile Doğuya bağlıydı, bütünüyle bağlıydı Lise yıllarında başlayan bir sevgiyle Divan Edebiyatına bağlıydı Divan edebiyatının büyük geleneğine hayrandı Geleneklerine bağlıydı Geleneksiz olunca hiçbir yere varılabileceğine inanmıyordu Türk kültürünün de büyük bir gelenek içinde yerini alacağına inanıyordu Matematiğin de mühendisliğinde kurulacak bir bilim geleneği içinde gerçek yerini alacağına inanıyordu “ithal malı bilim” ile bilimsel ortamı yaratılamayacağına inanıyordu
Mustafa İnan hayat arkadaşı olan Jale Hanım’ı da matematik dersi verirken tanımıştı Müzeler müdürü Aziz Oğan’ın kızı Jale Hanım’da boş geçen matematik dersleri için bir arkadaşıyla birlikte artık okul çerçevesinde ün yapmış olan Mustafa İnan’dan ders alıyordu Böylece başlayan arkadaşlık evlilikle sonuçlandı Evlilikle anne ve iki kardeşin bakımıyla birlikte iki evin kirası büyük bir geçim sıkıntısı başlatmıştı Ayın sonunu getirmek için ikinci mevki tramvayla yolculuk ediyordu
Mustafa İnan’ın eniştesi Nedim Kozacıoğlu gene yardım etmek istedi onlara, genç doçentle birlikte müteahhitlik yapmalarını teklif etti Mustafa Bey’de durumu olduğu gibi eşine iletti Eşi kendi görüşünü sorduğunda cevabı şu oldu; ‘ben, piyasada mühendislik yapamam daha doğrusu zorlukla yaparım Ben öğretmenlik için yaratılmışım Devlet beni daha iyi yetişmem için Avrupalara göndermiş Gerçi eniştem tazminatı ödeyecek devlete ama bu orada benim yetişmem için devletin beklediği yıllar ne olacak? Bu zaman içinde başkasına bu parayı harcardı Şimdi de bu adam ellerinin altında olurdu ’ Karısı da ona cesaret verdi, ve genç adam müteahhit olma yerine, Profesör olmayı seçti Bu kararından bir yıl sonra 1945’de profesörlüğe atandı
|
|
|