Prof. Dr. Sinsi
|
Kültürel Bütünleşme
Kültürel bütünleşme
Öncelikle bir toplumda yaşayan “ kişiler arası değerler oydaşması”33 sosyokültürel bütünleşmenin sağlanması için gerekli en temel faktördür Her toplumun süregelen işleyişi ve özsel dayanışması, en alt düzeyde de olsa kişiler arası değer ve norm gövdesinin paylaşılmasını gerektirir Kişilerin çoğunluğu ortaklaşa verilen bu değer dizisine gönüllü olarak uyarlar Kişilerin davranışları arasında çok büyük farkların bulunmasına karşın ideal davranış örüntülerine yönelik ortaklaşa bir anlayış vardır Bu ortak değerler genellikle somut eylemlerde kullanılmamakla beraber kişilerin üzerinde anlaştığı genelleşmiş anlamlar sağlarlar ve sosyo-kültürel bütünleşmenin temel faktörleri olarak görülürler 34

Sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir diğer özsel faktör de, toplumda iş bölümü ve sosyal farklılaşmanın artmasıdır 35 Tek başlarına tüm ihtiyaçlarını karşılayamayan farklı iş kollarından insanlar temel gereksinimlerini; zorunlu, kültürel ve lüks ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla birleşir, bütünleşirler
Sosyo-kültürel bütünleşmenin bir diğer unsuru da, insanların ortak işlevleri paylaşmalarıdır Şeyleri birlikte yapan insanlar, birlikte bir iş başarmanın değerli olduğuna inanırlar Burada esas olan kişilerin gönüllülük dereceleridir Bu noktada güdülenme, toplumun takdiri, uğrunda çalışılan değer ve hedeflerin yüceliğinin belirlediği “birlikte iş yapma” sosyal bütünleşmenin oluşmasında etkilidir 36
Önemli bir diğer sosyo-kültürel bütünleşme faktörü de, çeşitli kültürel örüntülere sahip farklı gruplardaki kişilerin çoğul katılımıdır 37 Yani zihniyet değişikliğine sahip olacak demokratikleşme sürecine geçiş; demokratik müesseselere kavuşma, çoğulcu demokratik rejim ve demokratik mekanizmanın işlemesi bütünleşmenin gerçekleşmesi için gerekli temel şartlardandır 38
Bunların yanında bizim için önemli sosyo-kültürel bütünleşme faktörlerindenbiri de aile müessesesinin güçlü olmasıdır Sosyal bütünleşmede aile esastır Aileyiyıpratıcı unsurlardan teşebbüslerden kaçınılmalıdır Eşlerden her birini diğerinden ayrı ve bağımsız düşünen uygulamalardan, kanunlardan özellikle kaçınılarak güçlü bir aile kurumunun oluşturulması gerekmektedir Aile içinde karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma, sadakat ve işbölümü esastır Aile üyelerinin, ailenin hayatiyeti için önemli farklı fonksiyonları yerine getirmeleri; işbölümü ve farklılaşma içinde olmaları, üyelerinin her birinin ailenin devamı ve birliği için taşıdığı sorumluluğu duyabilmeleri ve yerine getirebilmeleri aile kurumunun güçlü olmasını sağlayacak ve bu ailenin oluşturduğu toplumda bütünleşmiş ve güçlü olacaktır
Yukarıda sıraladığımız özsel faktörlerin yanında, eğitimde kabiliyet esasına göre fırsat eşitliğinin sağlanması, toplumda sosyal statünün ferdin başarısı sonucu kazanılması, bölgeler arasında ve gelir grupları arasındaki sosyal adalet dengesinin kurulması, din-mezhep ayrımını giderici çalışmaların yapılması ve kaliteli din adamı yetiştirilmesi, azınlık şuurunun yarattığı tahriplerin azaltılması, sosyal grupların ve cemaatlerin toplumun bütününe dâhil olduklarına ait şuurun geliştirilmesi, kültürel yabancılaşmanın önlenmesi, menfaat gruplarına üye fertlerin eğitim ve kültür politikaları ile toplumsal birlik şuurundan haberdar edilmesi, sanayi sektöründe sosyal politikaların uygulanması, orta sınıfın mali ve ekonomik politikalarla teşviki; kültür ve sanat alanında topluma birleştirici mesajların iletilmesi, aydınların kimlik arayışından kurtulmaları, sosyal, kültürel konu ve meselelerin netleşmesi, kavram tartışmalarının aşılması ve millî mutabakatların sağlanması sosyal bütünleşmenin sağlanmasında yardımcı faktörler olarak değerlendirilebilir 39
Kültürün genç kuşaklara naklinde önemli araç olan dilin kültürel ve nesiller arası kopukluğa yol açmaması bütünleşmenin yardımcı faktörleri ya da sosyo-kültürelbütünleşmenin gerçekleşmesi için spesifik ölçüde yapılması gerekenler içinde değerlendirilebilir
Bunların yanı sıra sosyal bütünleşmeyi önleyici faktörleri de şu şekilde sıralayabiliriz: Hoşgörüsüzlük ve millî mutabakatların oluşmaması, yeni kabilecilik, dar anlamda “biz” duygusunun hissedilmesi, insan hakları mefhumunun milletler arası sözleşmelere rağmen amaç ve anlamının dışında ve ülkelerin iç işlerine müdahalede kullanılması, yabancı düşmanlığı, etnosantrizm: kendi dışındakileri dışlama, mahalli
değer ve özelliklerin toplum dışında ele alınması, toplumdaki marjinal grupları kontrol ve entegre etmek yerine, onları kitleleştirmek ve karşı kültür alanlarını genişletmek, kavram anarşisi, millî kimliği hesaba katmadan kimliği sadece yalın, hukuki bir bağa (Hukukî vatandaşlık) veya ortak mekâna dayandırma, kültür birliğini ve ortaklığını gözden uzak tutmak toplumsal bütünleşmeyi önleyici faktörlerdir
2 2 Toplumsal Bir Olgu Olarak Dil
İnsanlar arası etkileşimde en önemli araç olan dil ile insanlar bilgilerini, duygu ve düşüncelerini, kültürlerini, değerlerini, toplumsal normları diğer insanlara; diğer kuşaklara aktarırlar Dil aracılığı ile insanlar birbirlerini anlar ve bu “anlama” ile toplumsal ilişkileri oluştururlar İnsan dil ile duygu ve düşüncelerini açıklar, bildirişimde bulunur Dil; insan için vazgeçilmez bir bildirişme ortamıdır İnsan bildiğini, bilmediğini, yaptığını, yapmadığını, yapmayacağını, yaptırmak istediğini, istemediğini hep dille açıklar Eylemleri tasarlayıp, başlatmak, onları birbirine bağlamak, belli amaçlara göre düzenlemek, sonuçlarını verilendirmek; bütün bunlar hep dili değişik ölçülerde kullanmayı gerektirir 40 İnsan doğayı, kendini, içinde yaşadığı toplumu, toplumunun tarihini, geleneklerini dil aracılığıyla anlar; dil aracılığıyla onu etkiler, ondan etkilenir Bu noktadan bakıldığında içinde yaşadığımız dünya tam anlamıyla bir dil dünyasıdır O halde dil nedir?
Muharrem Ergin dili; “İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta, kendi içinde yaşayan ve gelişen bir varlık, milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal müessese; seslerden örülmüş muazzam bir yapı; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar ve sözleşmeler sistemidir”41 şeklinde tanımlamıştır Özer Ozankaya dili; “insana türlü etkinlik süreçleri içinde, düşünce ve duygularını anlatma olanağı vererek bilme ve iletişme işlevlerini yerine getiren söz düzeni” 42 olarak tanımlamaktadır Ahmet Cevizci ise dili; “belirli standart anlamları olan sözcüklerden ve bir iletişim yöntemi olarak kullanılan konuşma formlarından oluşan yapı ya da bütün Birbirleriyle karşılıklı olarak sistematik bir ilişki içinde bulunan ve sözcük düzeyinde uzlaşım yoluyla oluşan bir anlama sahip olan birimlerden meydana gelen sistem” olarak tanımlar Bunun yanı sıra Cevizci için dil:”Duyguları, düşünceleri, seçimleri açıkça göstermeyi mümkün kılan her türlü işaret sistemi olarak, bilinç içeriklerini, duyguları, arzuları, düşünceleri tutarlı bir anlam çerçevesi ya da modeli içinde ifade etme yolu ya da yöntemidir ”43 Herhangi bir düşünceyi, niyeti açığa vurma ya da diğer insanlara aktarma sürecinde toplumdaki diğer insanlarla ortak olarak kullandığımız dil; sadece düşünce, tasarı, istek ve eylemlerimizi başkalarına ilettiğimiz bir işaretler sistemi değildir Aynı zamanda isteklerimizin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla karşımızdakini ya da bizi harekete geçirmemizi sağlayan, dış dünyayı algılamamızı şekillendiren-düzenleyen; kategorize eden; dış dünyayı etkilemede aksiyonu önceleyen bir yapıdır Dil felsefesi açısından dil; insanla meydana gelen, insanla birlikte var olan; insan başarılarının taşıyıcısı bir varlık alanıdır Dil insanla insan, insanla toplum, insanla var olan şeyler arasında bağ kuran bir varlık alanı, bir anlam sistemidir 44 İnsanın tüm başarıları, tüm edimleri; düşünmesi bile dile bağlıdır Bilim, felsefe, kültür, tarih dilin ürünüdür
Düşünce tarihinde dilin tarihsel yönüne ağırlık veren; dilin tarihsel-toplumsal yönünü ilk vurgulayan Wilhelm Von Humboldt olmuştur Humboldt, dili bir organizmaya benzetir, ona göre dil tarih içinde gelişen bir şeydir ve insanın varlık imkânı da dil kabiliyetinin kuvvetine bağlıdır Ona göre, insan düşünen bir varlıktır ve dil düşüncenin şartıdır Dil, düşüncenin yapıcı organıdır, dil düşünceyi yaratan bir şeydir 45 Ona göre dil; insanda bulunan genel dil yetisinden, insanın söylemeye ihtiyacından doğar ve diğer insanları; insan topluluğunu gerektirir Bu yönüyle de toplumsaldır Bunun yanı sıra Humboldt’a göre millet ile dilin birbirleri üzerine karşılıklı bir etkisi vardır Ancak dilimizle bir milletin parçası oluruz ve ancak “kendi diline dayanan, kendi dilinde ilerlemeler yapan bir millet gerçek bir kültüründe yaratıcısı olabilir ”46
Modern dil biliminin kurucusu Saussure; dilin temel niteliklerini belirleyerek yüzyılımızdaki dil çalışmalarına etki etmiş, dil ile ilgili çalışmalara yeni bir yön vermiştir Saussure; her şeyden önce dilin iç gerçekliğinin, bir başka deyişle dilin içkin yapısının incelenmesi gerektiğini vurgulamıştır Ona göre dil kavramları anlatan bir göstergeler dizgesidir Saussure için dil; bireye toplumun verdiği, hem geçmişin ürünü hem de günün varlığı olan toplumsal bir kuruluştur Aynı topluluktan bireylerde sözü kullanma yoluyla yerleşmiş bulunan bir gömüdür Söz bireysel istenç ve anlak edimidir Söz her zaman bireyseldir ve bireyin egemenliği altındadır Bu çerçevede Saussure için dil, toplumsal bir olgu; söz ise bireysel bir edim; dil temel bir olgu, söz ise az çok da rastlantısal nitelikli bir olgudur Ona göre dilin hiçbir zaman toplumsal olgu olması dışında bir niteliği-varlığı yoktur Toplumsallık dilin iç özelliklerindendir Dil de, söz de somut niteliklidir 47
Durkheim için dil; “düşüncemi dile getirmek için kullandığım işaretler sistemi”48 dir ve benim onu kullanışımdan bağımsız olarak fonksiyonlarını yerine getirirler Bu bağlamda dil, onun için bireylerin dışında var olmak gibi dikkate değer bir özellik taşır
|