Yalnız Mesajı Göster

Türkçedeki Eklerin Kökeni

Eski 10-21-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Türkçedeki Eklerin Kökeni




Türkçedeki Eklerin Kökeni

Türkçedeki eklerin meydana gelmesinde, başlıca üç yolun etkili olduğu anlaşılmaktadır
Bazı ekler başlangıçta ayrı sözcükler oldukları halde, kullanılış ve anlam zorunluğu ile zamanla ek durumuna geçmektedirler

Bu düşünce eklerin bir kısmı için kolayca ispatlanabilir "i-" ünlüsüyle başlayan bazı sözcük kökleri kullanılış durumuna göre kolayca ekleşmektedir "ile" sözcüğü, günümüzde hem ayrı sözcük olarak, hem de ek olarak kullanılmaktadır, "eli ile = eliyle, taş ile = taşla" örneklerinde olduğu gibi

Ekeylemlerin bütün çekimleri de hem ayrı sözcük olarak hem de ek olarak kullanılmaktadır: "gelmiş idi, gelmiş-ti; gelir idi, gelir-di; ne ise, ne-y-se" gibi "için" sözcüğü bile son zamanlarda ekleşme yolunu tutmuştu Eski İmlâ Kılavuzu'nda, "olduguyçin, geldigiyçin" gibi örnekler verilerek "için" sözcüğünün ek gibi yazılabileceği gösterilmişti [1] "Şiş-man, koca-man, az-man, sök-men, seğ-men, Köle-men, Türk-men" gibi sözcüklerdeki "-man /-men" ekinin aslında ayrı bir sözcük olduğu, sonradan ek durumuna geçtiği söylenebilir Çünkü bu ek, getirildiği ad ya da eylem soylu her sözcüğe genellikle "adam, insan" kavramı katmaktadır "Değir-men" sözcüğü bile, başlangıçta daha çok "değirmenci" kavramı vermiş olmalıdır

Bunlardan başka Prof Jean Deny'nin dediği gibi, "-daş" eki de "-da" kalma durumu ekiyle "eş" sözcüğünden kurulmuş olabilir; "arkadaş = ar-ka-da + eş, kardaş = kar-da + eş, yoldaş = yol-da + eş" gibi [2]

İkinci bir yol olarak, bazı eklerin iki ekin birleşmesiyle doğduğu söylenebilir "kumsal" ve "yoksul" sözcüklerindeki "-sal" ve "-sul" ekleri, "-sı" ve "-al, -ıl" eklerinin birleşmesiyle oluşmuş görünmektedir "kumsal" sözcüğü, "kum-su", "kum gibi" anlamından, "-al" ekiyle genişletilmiş ve kökanlamdan mensubiyet yüklenerek, köke bağlı sıfat gibi kullanılmış, sonra da adlaşmıştır "kumsal" gibi, "yoksul" sözcüğü de, aynı yolla "yok-su", "yok gibi" anlamından yararlanılarak, "-ıl" ekiyle genişletilmiştir Anadolu ağızlarında kullanınılan "varsıl = varsı-l" sözcüğü de aynı kuruluştadır

Bu yol, "-cıl / çıl" eki için de düşünülür: "adamcıl = adam-cı-l [3] = adamdan ürken, adama saldıran hayvan, ters yorumla adama düşkün, adama sokulan, yaklaşan hayvan" (bkz Kamus-ı Türkî, İstanbul 1317) "insancıl = insan-cı-l = insana alışık, insana düşkün"; "balıkçıl = balık-çı-l = balıkla beslenen, balık tutan bir tür kuş"; "alımcıl = al-ım-cı-l = satın almak isteyen, müşteri" (bkz Derleme Sözlüğü) Görülüyor ki, bu tür "-cıl / -çıl" ekinin kurulmasında, anlam bakımından, "-cı" eki etkili olmuş ve bu ekin verdiği kavram "-l" ekiyle genişletilmiştir Hatta bu tür sözcükler "-l" ekini almadan da kullanılabilir

"-tan / -dan" çıkma durumu ekinin de (ablativus), "-ta / -da" kalma durumu ekiyle (lokativus), "-ın" araç durumu ekinin (instrumentalis) birleşmesiyle oluştuğu ileri sürülebilir Çünkü eski kaynaklarda "-ta" kalma durumu eki, aynı zamanda çıkma durumu eki görevini de yapmaktaydı Sonradan "-tın / -dın" çıkma durumu eki (ablativus) belirmiştir Ekin aslında "-ın" (instrumentalis) eki gibi dar ünlüyle kurulmuş olması ve her iki ekin verdikleri kavramların birbirine yakın bulunması böyle bir düşünceye yol açmaktadır Ayrıca "-ın" araç durumu eki Anadolu ağızlarında "artık-ın" gibi sözcükler meydana getirmektedir

Daha sonra da "-tın /-dın" çıkma durumu eki, "t" sesinin dar ünlüleri açma ve genişletme etkisiyle, "-dış / taş" sözcüklerinde olduğu gibi, "-tan / -dan" biçimine dönüşmüştür

Bazı eklerin durumu da inceleyicilerinin dikkatini, üçüncü bir yola, belli diller arasında ortak bir kaynağa çekmektedir Bu tür eklerin başında "-al / -ıl" eki gelmektedir

"-al" eki, başka ekler ve sözcüklerle birlikte, aynı anlam, aynı görev ve biçimde Latincede geçmektedir

Latince ile Türkçe arasında, zaman ve bölge bakımından, böyle bir karşılaştırma olanaksız görülürse de, uzun yüzyıllar bir sözcük kökü veya ek yaratılamaması, sözcük köklerinin ve bazı eklerin tarihinin, insanın yaratılması kadar eski olduğu daima dikkate alınmalı, tarihsel dönemlerde ses, biçim ve görev değişikliğine uğrayarak dilden dile geçmiş, tanınmaz duruma gelmiş sözcük ve eklerin varlığı unutulmamalıdır

Böyle görüşlerin ışığı altında, Milâttan önce 40 yüzyıldaki Sümerce ile Macarca bile karşılaştırılmaktadır
Tarihsel dönemlerde, dillerin birbirlerinden sözcük aldıkları da bilinmektedir Bu tür olay ve örneklerin, tarihin bilinmeyen, karanlık dönemlerinde de geçerli olduğu görülen izlerle anlaşmaktadır
Her dilde olduğu gibi, Türkçede de tarihsel dönemlerde yabancı sözcükler ve ekler alınmıştır
Yabancı dillerin Türkçeye ağır baskı yaptığı dönemlerde yabancı sözcükler kök ve ekleriyle, hatta gramer kurallarıyla birlikte alındığı gibi, Türkçe sözcükler de yabancı kurallara göre kurulan tamlamalarda kullanılmış [4] özellikle Türkçe köklere yabancı ekler getirilmiştir

Arapça "millî, medenî, insanî sözcükleri gibi, Türkçe "altın", "gümüş" sözcüklerine "-î" eki getirilerek "altun-î, gümüş-î" sözcükleri yaratılmıştır

Arapça "teşkilât, varidat, faaliyet, zaten" gibi sözcükler örnek tutularak Türkçe köklerden yabancı eklerle "geliş-at, gidiş-at, var-iyet, ayrı-yeten" gibi sözcükler de kurulmuştur Türkçe sözcük köklerine Farsçanın ekleri de getirilmiştir: "emek-tar, sürme-dan-lık, iğne-den-lik, su-dan-lık" gibi [5] "otlakiye vergisi" biçimindeki örnekler dilimizde hâlâ kullanılmaktadır

Görülüyor ki sözcükler gibi ekler de diller arasında alınıp verilmekte, anlam ve görevi her dilde az çok aynı kalmaktadır Bu bakımdan tarihsel dönemlerde olduğu gibi, tarihten önceki dönemlerde de, eklerin sözcükler gibi dilden dile geçtiği bilimsel görüşlere aykırı düşmediği gibi, bu durum, dillerin karanlık dönemlerini aydınlatmada öncü de olmaktadır

Bilim verilerine göre Türkçe ile Latince arasında bir araştırma, karşılaştırma yapılacak olursa, kökende, yani menşede, bu iki dilin bazı sözcük ve ekler bakımından aynı kaynaktan yararlandıkları görülür Şimdilik bilinmeyen bir çağda, Türkçe ile Latince aynı kaynağa yakın dolaylarda kullanılmış, sonra da bu kaynaktan ve birbirinden uzaklaşmışlardır Bu tür yakınlıkları Türk gramercisi AC Emre daha önce [6] Türkçe ile Hint-Avrupa sözcükleri arasında açıklamağa çalışmışsa da, burada işlenen ekler üzerine durmamış ve yaptığı karşılaştırmaları da eski Türkçeye, yani Orhun ve Uygur Türkçesine dayandırmamıştır

Dillerin, yüzyıllar boyunca kolay kolay kök veya ek yaratamadıkları bilindiğine göre, pek çok dilin kök ve ek bakımından ortak bir kaynaktan ya da birbirlerinden yararlandıkları daima söz konusudur

Türkçenin ekleriyle Hint-Avrupa dillerinin ekleri arasında, özellikle Latincenin bazı kök ve ekleri bakımından, çok yakın bir benzerlik bulunduğu kolay kolay inkâr edilemez [7]

Türkçedeki soru adılı "ne" [8], Latincede de aynı görev ve aynı biçimde geçmektedir Türkçede olduğu gibi "ni" biçimi de vardır ve "negü" gibi türevlerine de rastlanır "ni-tek, ni-tek-im" gibi sözcüklerde olduğu biçimde, aynı "ne" sözcüğü Latincede de "gibi" ya da "olumsuzluk" kavramı sağlamak için kullanılır (bkz A Meillet ve A Ernout, Dictionnaire Etymologique de la Langue Latin, Paris 1932, s 627)

"ne" sözcüğü Latincede eylemlerin sonuna gelmekte ve ek gibi kullanılmaktadır : "venisti-ne = geldin mi?", "vidisti-ne = gördün mü?", "vidit-ne = gördü mü?" gibi

"ne" sözcüğü Latincede de Türkçede olduğu gibi soru kavramından başka "olumsuzluk" kavramı da verir: "ne veniat = gelmesin" gibi

Türkçede olduğu gibi Latincede de "ne" sözcüğünün ikilenmesiyle de "olumsuzluk" kavramı sağlanır: "neque venit neque me vidit = ne geldi ne beni gördü = gelmedi, beni görmedi" gibi

Bu tür yakınlıklar "tesadüf" diye yorumlanamaz, çünkü bu yakınlıklar bir tek sözcük veya ekte görülmemekte, bir dizide, bir sıralanışta olayların gelişmesinde görülmektedir

Kişi adıllarından başka, "ne" adılı gibi, öteki soru adıllarının da biçim, anlam ve kullanış bakımından her iki dilde yakınlık göstermesi ayrıca dikkate değer
Orhun ve Uygur lehçelerinde kullanılan soru adılları bir "ka = qua" köküne dayanır
Uygur kaynaklarında ise şu soru adıllarına rastlıyoruz : "kaç = ne kadar, kaç ; kaç kata = çok kez, çok defa, ekseriyetle ; kaçan = ne vakit, ne zaman ; kaçang = kaç defa, o kadar, kaç kez ; kayu = hangi, hangisi" gibi
Kaşgarlı'nın Divan'ında ise "kanu, kanda" örneklerinden başka "kayu = hangi [10]", "kayda = nerede", "kança = nereye", "kaçan = ne zaman", "kaç = soru soran bir edat" ; "kim = soru edatıdır Oğuzlar boy kim derler ki, hangi kabile demektir" gibi örneklerin bulunuşu ayrıca dikkate değer (bkz Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lûgat-it-Türk, Besim Atalay tercümesi, cilt I, s 338, sat : 24)


Alıntı Yaparak Cevapla