|
Prof. Dr. Sinsi
|
Doğadaki Düzen Ve Denge Nasıl Oluşuyor?
Değişim – dönüşümler varlıkların yapısal durumlarının da sürekli değişmelerinin temel nedendir Bu nedenle doğada dinamik sistemler oluşur Dinamik sistemlerde her şey bir diğer öğeye bağımlı olarak zaman içinde sürekli değişime uğrar Bu nedenle doğada tepeye bağlı (hiyerarşik) sistem değil, birbirlerine karşı bir üstünlükleri olmayan, karşılıklı bir bağımlılık ağı içinde, eş-değerli varlıklar arası etkileşimli bir sistemin olduğu ortaya çıkmış ve heterarşi (heterarchy) diye yeni bir terim türetilmiştir
Doğa bilimlerindeki bu yeni gelişmeler ışığında insanlarımızı bilgilendirmek, hayatın anlamını kavrayabilmek ve toplumsal sorunlarının çözümünde kolaylık sağlamak amacıyla şu soruların yanıtları aranmıştır:
1- Doğada neden sürekli bir değişim-dönüşüm oluşmaktadır? Zaman kavramıyla ilişkisi nasıldır?
2- Hayat neden doğum ve ölüm üzerine gelişmektedir? Tavuk-yumurta döngüsü neden zorunludur, hangisi diğerine bağımlıdır?
3- Değişim-dönüşümler hangi yöne doğru gitmektedir? Doğadaki varlık boyutları zaman içinde hangi yöne kaymaktadır?
4- Varlıkların gittikçe büyüyen sistemler içinde bir araya gelmelerinin (birleşme) nedeni nedir?
5- Birleşmelerde ortaklık kuralları (düzen-ölçütü) nasıl oluşturulmaktadır?
6- Maksimum enformasyon prensibi nedir? Bilgi neden üssel olarak gelişmektedir?
7- Simetri kırılması- solidifikasyon- köleleştirme etkisi kavramlarının birleşme kuralları oluşturulması ile ilişkisi nasıldır?
8- Toplumsal hayatta denge ve düzen şimdiye dek niçin tam sağlanamamıştır?
SONSÖZ:
Bizler gençlerimize ve çocuklarımıza muhtacız, çünkü yaşlandığımızda emeklilik gelirlerimizi onların üretecekleri ürünlerden elde edeceğiz Ürün ve üretim ise tamamen bilgiye bağlıdır Ne kadar iyi bilgi oluşturup, bu bilgileri çocuklarımıza aktarabiliyorsak, o kadar bolluk içinde bir toplumsal düzeyimiz olur Gençlerimiz ve çocuklarımızı ne kadar iyi bilgilerle donatırsak, onlar gelecekte o kadar verimli üretim yapacaklardır ve bizler de o kadar rahat ve huzurlu yaşayacağız Yani ne ekersek, onu biçeceğiz Günümüz dünyasının toplumları kalkınmışlıklarını veya geri kalmışlıklarını hep atalarının ekinlerine borçludurlar Hangi toplumlarda atalar iyi-yararlı bilgiler ektiklerse, gelecek nesilleri daha iyi olmuştur Dolayısıyla bir toplumun geleceği, en az 40-50 yıl öncesinden atılan bilgi tohumları ile belirlenirler ve ekilen bu bilgilerin sürekli değişim-dönüşüm içindeki doğa ve dünya koşullarına uyumluluk oranına göre iniş çıkışlar gösterirler
Bu temel görüş doğrultusunda, biz öğretim üyeleri öğrencilerimizin en iyi bilgilerle donatılmasını ve mesleklerinde en iyi olmalarını isteriz, çünkü bu durumda geleceğimizi güvenceye almış oluruz Jeoloji ve Paleontoloji dersi öğreticisi olarak benim temel amacım da tamamen buna yöneliktir: Jeolojik ve paleontolojik verilerden yararlanarak gençlerimizin yaşanılan doğa ve dünyadaki değişim-dönüşümlere en uygun bilgilerle donatılmasını sağlamak!
Jeoloji ve paleontoloji yaşadığımız doğa ve dünyanın sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olduğunu ve zaman denilen olgunun da, bu değişim-dönüşümlerin doğal bir sonucu olduğunu ortaya koyuyor Değişim-dönüşümlerin oluşma nedeni ise, varlıkların en temel yapıtaşlarının ölü-cansız değil, diri-canlı ve sürekli hareketli olmaları Her şey bu en temel yapı-taşlarının kombinasyonları ile oluştuğundan, atom-molekül-hücre-beden gibi üst sistemlere doğru çıkıldıkça, değişim-dönüşüm aşamalarının süreleri değişiyor, ama değişim-dönüşümler değişen ömürler (süreler) ve değişen boyutlarda hep devam ediyor Dolayısıyla doğada değişim-dönüşüme uğramayan hiçbir şey bulunmuyor “Değişim-dönüşüme uğramayan hiçbir şey bulunmuyor” deyince, buna doğadaki oluşturucu kuvvet mekanizması da dâhil olmuş oluyor İşte bu nokta geleneksel statik düşünce tarzı ile güncel dinamik-sistemli (synergetics) düşünce tarzı arasındaki farkı oluşturuyor Şöyle ki:
Geleneksel düşünce tarzında, doğadaki oluşturucu güç sistemi (doğa veya Allah) sabittir, değişmezdir ve her şeyi önceden planlamıştır, dolayısıyla her şey o plana göre işleyip-devam eder Dinamik-sistemli (synergetics) düşünce tarzına göre ise, doğada her şey değişim-dönüşüm içindedir Maddenin en temel yapıtaşları sürekli hareket halinde, aktif, canlı varlıklardır Onlar tek başlarına, küçük öğeler olarak kaldıklarında çok hareketli olmak zorundadırlar, çünkü çevrelerindeki tüm diğer öğelerle karşılıklı etkileşim içinde olmak mecburiyetindedirler Bu nedenle çok enerji harcayıp-çok yorulurlar Halbuki birbirleriyle birleşip, daha büyük birimlere dönüştüklerinde, karşılıklı etkileşim-içine girmek zorunda olacakları öğe sayısı azalmış olacağından, daha az koşuşturur durumuna geçerler ve rahatlarlar İşte bu nedenden dolayı, doğa ve dünyadaki tüm varlıklar, sürekli olarak, en az enerji harcayacak, en rahat konuma geçecek üst-sistem oluşturma çabaları içindedirler Bu nedenledir ki, atom-altı-parçacıkları atom denilen kimyasal elementler içinde bir araya gelmişlerdir; atomlar moleküller, mineraller içinde bir araya gelmişlerdir, ve bu böylece devam etmektedir Bu doğanın en temel yasasıdır Dolayısıyla doğada hiyerarşik değil, heterarşik bir oluşum sistemin var olduğu, fizik bilimindeki yeni gelişmelerle ortaya çıkmış ve hiyerarşi yerine heterarşi diye yeni bir terim oluşturulması gerekmiştir Hiyerarşi, her şeyin tepedeki büyük bir sisteme bağlı olduğu yönündeki geleneksel yönlendirici kuvvet sistemini simgeler Heterarşi ise, temeldeki birçok parçacığın karşılıklı etkileşimlerine dayalı olarak oluşturulan ortak mutabakatlara dayalı kuvvet alanı sistemine dayanır Yani biri tepeden tabana örgütlenmeyi, diğeri tabana dayalı örgütlenmeyi gerektirir
Geleneksel hayat görüşlerinde doğadaki tüm olayların önceden belirlenmiş bir şekilde oluşup-geliştiği, yani doğa ve dünyanın geleceğinin nasıl olacağının belli olduğu şeklinde bir yaklaşım söz konusudur Bunun böyle olmadığı değişik yaklaşımlarla ıspat edilir
A- Önce fiziksel bakış açısından bakalım
A1- Maddenin en küçük parçacıkları olan foton, elektron gibi temel yapıtaşlarının davranışları tamamen olasılık hesaplamalarına göre gerçekleşmektedir (Temel fizik ilkeleri, 3 2 1 bölüm) Bu demektir ki, doğa ve dünyamızı oluşturan en temel öğeler bile, önceden belirlenen bir güç sistemi ile değil, kendi dalga boylarıyla ölçüp-değerlendirdikleri bir sisteme göre davranıyorlar Davranışları belirleyen bu dalga sistemi ise, bilgi faktörü olarak karşımıza çıkıyor ve sürekli değişip-dönüştürülerek, üssel şekilde artan bir sistem oluşumuna doğru gidiliyor (Atom-altı-parçacıkların kombinasyonları ile oluşturulan H, He, O, Si, C, Fe, vs gibi temel elementler de yine olasılık hesaplarına göre davranıyorlar )
A2- Doğada her şeyin “Information & Self-organisation” sistemine göre oluşup-geliştiği yine yeni fizik dalı olan “Dinamik sistemler teorisi = synergetics”in ortaya koyduğu bir gerçektir Bu nedenle “maximum ınformation principle” gibi bir genelleme ortaya konulmuştur
B- Biyolojik bakış açısından duruma bakıldığında, hücrelerin de yine olasılık hesapları yaparak en fazla olasılığa göre davranışlarını belirledikleri saptanmıştır (Fiorillo ve diğ 2003; Shizgal & Arvaitogiannis 2003)
C- Paleontolojik bakış açısından değerlendirildiğinde: Fosil bulguların bol olduğu son 550 milyon yıllık zaman dilimi içinde canlılar aleminde 8 defa büyük canlı yok oluşu yaşanmış ve her yok-oluş döneminden sonra, eski organizmaların yerlerine yeni organizma türleri ortaya konularak hayat devam etmiştir Her şeyi önceden planlayan bir güç sistemi, bu durumda 8 defa yanılgıya düşüp, tekrar yeniden bilgilerini düzeltmiş olmak durumuna düşer
D- Felsefe açısından değerlendirildiğinde: Doğadaki parçalardan bütüne doğru olan yapısallaşma ve büyümenin teorik ilkeleri felsefi bakış açısından “Theory of integrative levels” başlığı altında Feibleman (1954) tarafından şöyle özetlenmiştir:
i-Her sistemde, üst düzey alt düzeye bağımlıdır
ii-Her sistemde, üst düzey alt düzeye yön (hedef) gösterir
iii-Herhangi bir düzeyin oluşumunda, oluşturma erki alt düzeydedir; üst düzey sadece hedef gösterir
Bu ilkeler doğada her şeyin içindeki parçacıklara bağımlı olduğunu göstermektedir
E- Bilgi oluşumu üssel ve integratif bir gelişim göstermektedir Her şeyi önceden bilen bir yaratıcı söz konusu olsaydı, bilgi sabit olurdu ve her şey o sabit bilgiye göre bir defa yapılır ve her şey olup-biterdi Halbuki doğada bilgi üssel bir şekilde gelişim gösterir Yani bilgi sabit değildir
F- Zaman kavramının doğada sürekli bir değişim-dönüşümü gerektirmesi, önceden her şeyi bilerek tasarlayan bir güç sistemine uygun değildir, çünkü doğada değişip-dönüşmeyen hiçbir şey olmayacağından, sabit bir yaratıcı da olamaz
Görüldüğü üzere, doğa ve dünyamız, varlıkların kendi aralarında karşılıklı etkileşimlerle oluşturdukları bilgilere (kuvvet alanlarına) göre oluşturulup, şekillenmektedir Önceden belirlenmiş bir davranış belirleyicilik, vs söz konusu değildir Halbuki atalarımızın tasavvur ettikleri oluşturucu güç sistemi değişken bir kuvvet alanı değil, tersine sabit, değişmez, ebedi bir güçtür 3-4 bin yıl önceki atalarımızın kil tabletlere yazılı olarak bıraktıkları bilgilerden, onların bu gücü nasıl tasarladıklarını anlayabiliyoruz Onlara göre, [IMG]file:///C:/DOCUME%7E1/HakanT/LOCALS%7E1/Temp/msohtml1/01/clip_image002 gif[/IMG]doğada görülen her güç türünü oluşturan bir tanrı vardır: rüzgar tanrısı, deniz tanrısı, Güneş tanrısı, vs Bu güçlerin sahipleri insan görünüşündedir ve insanlarla evlenmelerinden asil soylu ve çok uzun ömürlü yarı-tanrısal krallar doğarlar
Zaman içinde insanların bilgi düzeyleri geliştikçe, doğadaki bu güçlerin tasarım şekli de değişir Doğadaki tüm farklı kuvvet çeşitlerinin tek bir güç sistemi tarafından oluşturulup-uygulandığı görüşü oluşturulur İnsansı surette olan bu güç sahibinin sadece belli insanlara görünüp, onlar vasıtasıyla ait oldukları toplumlara ilahi mesajlar gönderdiği görüşü yaygınlaşır İnsanlar onun elçileri vasıtasıyla gönderdikleri mesajlara uyarak yaşarlarsa, öteki dünyada mutlu bir ebedi yaşam süreceklerdir
Şekil 11 9: Geleneksel hayat görüşlerinde doğa ve dünyanın harici bir sahibi olduğu (otorite) ve bu otoritenin görüşüne veya yönlendirmesine uygun bir düzen ölçütüne göre varlıkların davrandıkları varsayılır Otorite sabit ve değişmez bir düzen ölçütü oluşumunu gerektirir
Halbuki:
i- Doğa ve dünya (çevre koşulları) sürekli değişmektedir
ii- Bedendeki hücrelerin bu değişen koşullarla rezonansa girmesi gerekiyor
iii- Sabit-değişmez düzen ölçütüne göre şartlanmış beyin hücreleri, düzen-ölçütünde değişiklik yapamadıkları için rezonansa girecek amino-asit değişimlerini yapamıyorlar
iv- Bu durumda beden çevreye uyumsuz olarak kalıyor ve kendisini huzursuz-rahatsız hissediyor
|