Prof. Dr. Sinsi
|
Doğadaki Düzen Ve Denge Nasıl Oluşuyor?
Doğada değişim-dönüşüm sürdükçe, beyinlerdeki hücreler bu değişim-dönüşümleri algılayıcı yeni sinaps-devreleri oluştururlar Yeni sinaps devreleri oluşturmak yeni düşünce sistemleri oluşturmak anlamına gelir Halbuki eskiden oluşturulmuş geleneksel hayat görüşleri değişim-dönüşümsüz bir sistem varsayımına göre olduğundan (örn Kutsal kitap bilgilerinin tek doğru oldukları ve değiştirilemez olduğu inancı), bu dogmatik bilgilerin değişen yeni-doğa ve dünya koşullarına uygun olmamaları durumu ortaya çıktıkça, eski kitaplarda tahrifatlar yapılmış olması gerektiği gibi çözüm yolları oluşturulmuştur Halbuki en eski kitaplar kil tabletler üzerine yazılmış çivi-yazısı belgelerden oluşmaktadır ve bu tabletlerde değişiklik-tahrifat yapılması söz konusu değildir Değiştirilen şey, beyinlerdeki sinaps yapıları (yeni amino-asit-dizilimleri) ve bu yeni amino-asit dizilimlerine dayalı olarak gelişen yeni sinyal sistemleri, yeni düşüncelerdir
Atalarımızın oluşturucu güç anlayışında bu güç her şeyi anında yapabilen bir güç-sistemi olarak tasarlanmıştır Halbuki doğadaki oluşum-ve gelişimler tamamen varlıklar arası sinyal alış-verişleri sonucu oluşturulan ve belli bir kaos dönemi sonucu ulaşılan düzen ölçütlerine göre gelişmekte ve uzun zaman aralıkları gerektirmektedir Yani bir şey yapabilme-oluşturma bilgisi (information & self-organisation), varlıklar-arasında çok uzun süreli etkileşimleri zorunlu kılmaktadır Şöyle ki: 13-14 milyar yıl öncelerinin evreninde (Big-bang evresinde) sadece atom-altı-parçacıklardan oluşan bir kozmos, bir sonraki evrede H ve He ağırlıklı bir bileşime sahip olan bir kozmos söz konusudur Dünyamız ve güneş sistemimizin oluşumuna yola açan süper-nova (büyük-yıldız) ise, yaklaşık 5 milyar yıl önce oluşmuş ve dünyamızdaki yaklaşık 92 tür kimyasal temel element oluşturulmuştur Yaklaşık 4 6 milyar yıl önce oluşan dünyamızda hayat yaklaşık 3 5 milyar yıl önce ortaya çıkmıştır ve sadece çekirdeksiz hücrelerden (prokaryota) oluşmaktadır Çekirdekli tek hücreli canlılar ise ancak 2 milyar yıl önceleri oluşabilmişlerdir İlk hayvanlar ise ancak yaklaşık 0 6 milyar yıl önceleri oluşabilmişler, insan ise yaklaşık 2 5 milyon yıl önce oluşmaya başlamış ve yaklaşık 40 bin yıl önceleri ilk belirgin insansı davranışlar (mağara duvarlarına resim yapma, mızrak, iğne, vs ) sergilemeye başlayabilmiştir Yani insan gibi düşünen ve çeşitli senaryolar üretebilen bir varlığın düşünce ve davranışlarını tetikleyen madde bileşimi, 14 milyar yıllık evrenimizin ancak son 40 bin yılı içinde olgunlaşabilmiştir Yani doğada bir şeyin oluşması, varlıklar arası karşılıklı etkileşimlere bağlı olduğundan ve karşılıklı etkileşimlerle ortak bir mutabakata ulaşılması, uzun süreli kaotik devrelerin sonunda gerçekleştiğinden, dünyamızdaki oluşumlar yaklaşık 14 milyar yıllık bir süreçte ancak ortaya çıkabilmişlerdir
Anlaşılacağı üzere, atalarımızın doğadaki oluşturucu güç sistemi tasarımı, varlıkların karşılıklı etkileşimlerine dayalı olarak ortaya çıkan bir fiziksel kuvvet alanı şeklinde değildir Tersine, görünmeyen bir insansı varlık şeklindedir Doğa-bilimsel araştırmalara göreyse, doğadaki oluşturucu güç, sadece ve sadece varlıkların karşılıklı etkileşimleri sonucu ortaya çıkan kuvvet alanlarından oluşurlar ve maddelerin kombinasyon dereceleri değiştikçe de sürekli değişmektedirler
Geçmiş bölümlerde gösterildiği üzere, doğadaki düzen varlıkların kendi aralarındaki karşılıklı etkileşim sonuçlarına göre oluşmaktadır İnsanlık ise toplumsal düzenini, tepeye yerleştirdiği (seçtiği veya seçildiğine inandığı) kişilerin inisiyatiflerine bırakmaktadır Doğadaki temel sistem gereği tek bir varlığın yönlendirmesine göre düzen ve denge oluşumu olanaksız olduğundan, toplumsal denge bir türlü oluşturulamamaktadır Bu dengesizliklerden rahatsız olan insanlar da, sık sık ihtilaller, isyanlar, demokratik seçimler, vs ile tepeye gelecekleri sürekli değiştirmeye çalışarak, dengeli bir toplumsal hayat sistemi oluşturmaya çalışmakta, ama bir türlü başarılı olamamaktadır
Tek bir çözüm vardır, o da doğadaki sisteme uygun davranmaktır Bunun yöntemi ise, insanların çevreleriyle ilişkilerini kendi gözlem ve deneyimlerine uygun olarak bizzat ayarlamalarıdır Dolayısıyla toplumda düzen ve denge oluşturmak için, tepeye yerleştirilecek insanları değil, kendi bedeni içindeki yapısallaşmaları değiştirmesi gerekmektedir Bu da tamamen yeni bir hayat görüşü oluşturmak ve ona uygun davranmak demektir
· Bizler sorunlarımızı ancak kendimiz çözebiliriz Kimse uzaydan veya başka devletten gelerek sorunlarımızı çözemez
· Sorunları çözebilmek için akıl ve mantığımızın sağlam olması gerekir
· İnsanların akıl ve mantığı, ana hatlarıyla çocukluk evresinde şekillenir (Ağaç yaşken eğilir prensibi = simetri kırılması ve solidifikasyon) (Simetri kırılması, solidifikasyon, düzen-ölçütü, köleleştirme gibi kavramlar için “Temel fizik ilkeleri” bölümündeki “sinerjetik” kısmına bakınız )
· Bu nedenle sorunlarını çözmekte başarılı olamayan toplumların (ki sorunu olmayan hiçbir toplum da yok zaten), eğitim sistemlerinde ve gelenek- göreneklerinde köklü yanlışlıklar var olmak zorundadır çünkü, akıl ve mantık sorunlarımızı çözmemiz için vardır; çözemiyorsak, hatalı bir sabitleştirme yapılmış demektir
Eğitimde veyahut akıl-mantık sistemi yapısallaşmasında yapılan temel yanlışlık nedir? Hangi yanlış sabitleştirme (solidifikasyon) yapılmaktadır?
En büyük yanlışlık, doğadaki oluşum ve gelişim sisteminin nasıl olduğu, yani bir şeyi yapma-oluşturma erkinin, dolayısıyla oluşacak yapının sahipliğinin kime ait olduğu konusunda yapılmaktadır
Şöyle ki:
Geleneksel hayat görüşlerinin hepsinde, doğa ve dünyamızda bir şeyi yapma-oluşturma erkinin veyahut sahipliğinin beden dışında bir varlığa ait olduğu yönünde bir eğilim vardır Bu nedenledir ki, bedenlerimizin sahibi olarak hücrelerimizi değil, bedenimiz dışında hayali bir şey tasarlarız ve ne olduğunu tarif etmekten de aciziz Kafamız bu konuda tamamen karışık bir duygu içindedir
Bu temel hata nedeniyle, toplum dediğimiz yapının sahipliği konusunda da kafamız karma karışık duygular içindedir Hem toplumun sahibi olarak insanların olması gerektiğini düşünürüz, hem toplumsal sisteme her yönüyle sahip çıkıp, ona zarar verecek her türlü eyleme karşı çıkmayız “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” gibi bir deyişin oluşmasına olanak tanırız
Bu hatalı hayat görüşünün nedeni, atalarımızın doğa ve dünyadaki oluşum ve gelişimleri hatalı yorumlamış olmalarından ve bu hatalı yorumlarını geleneklere dönüştürerek, nesilden nesile aktarmalarından kaynaklanmaktadır
Şekil 11 10: Doğa ve dünya sürekli bir değişim dönüşüm içindedir ve her şey tavuk-yumurta döngüsü içinde, doğum ve ölümlü bir sistemde gerçekleşir Böyle bir sistemde düzen ölçütü denilen toplum-hayatı kuralları ilgililerin (meslek sahiplerinin) karşılıklı etkileşimleriyle oluşturulur Bireyler değişim-dönüşümlü bir doğal sistem içinde yaşadıklarını bildiklerinden, sürekli olarak doğadaki değişim-dönüşümleri takip ederler ve düzen ölçütlerini sürekli olarak düzeltirler
Çözüm basittir: Bedenlerimizin sahipliğini hücrelerimize, toplumun sahipliğini de insanlarına havale ettiğinizde, tüm sorunlar çözülecektir, çünkü kimse sahibi olduğu bir şeyin kötü duruma düşmesini istemez
Görüldüğü üzere, eğitim sistemimizde gerçekleştireceğimiz kökten bir değişiklikle, tüm sorunları ortadan kaldıran bir yapısallaşmaya geçilecektir
Toplumsal hayatta düzen ve dengenin sağlanması için liderleri değil beynimizdeki amino-asit dizilimlerini değiştirmemiz gerekir Bu değiştirme işlemini ise ancak ve ancak hücrelerimiz yapabilirler
Tüm canlılar değişim-dönüşüm sistemi içindeki bir doğa ve dünyada oluşup geliştiklerinden, davranışlarını bunlara uygun olacak şekilde ayarlarlar Ayarlama işlemleri hücreler tarafından aminoasit dizilimlerinin yeniden düzenlenmesi şeklinde gerçekleşmektedir
Biz insanlar sorunlarımızı çözemiyorsak, bedenimizdeki amino-asit dizilimlerinde hatalı bir dizilim gerçekleşmiş demektir Bu hatalı dizilim de, bizlerin hücrelerimizi yanlış yönlendirmiş, onlara doğa ve dünyayı yanlış tanıtmış olmamızdan kaynaklanırlar Çünkü hücreler duyu organlarından gelen verilere göre bedenlerin işleyiş şekillerini düzenleyecek ve doğadaki tüm değişim-dönüşümlere uyabilecek yapısallaşmalar oluşturacak temel yeteneğe sahiptirler
Doğadaki düzen ve denge ancak ve ancak tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleri ile oluşturula bilinmektedir Toplumsal hayattaki düzen ve denge de tüm insanların çevreleri ve kendi aralarındaki karşılıklı etkileşimleri ile mümkün olacaktır Etkileşimler ise karşılıklı anlaşma-ve uzlaşmalar (mutabakatlar) şeklinde olmaktadır
Hepimiz aynı dünya gemisindeyiz ve doğadaki denge ancak ve ancak tüm varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle mümkün oluyor Dolayısıyla global (küresel) toplum hayatı da ancak tüm toplumların karşılıklı olarak anlaşıp-uzlaşmalarına dayandırılmak zorundadır
|