Prof. Dr. Sinsi
|
Hidrosfer Tabakasında Meydana Gelen Olaylar
Atmosferin yüksekliği, atmosferi teşkil eden gazların yok olduğunu kabul ettiğimiz yüksekliktir Bu noktada atmosferin basıncı sıfırdır Dünyamızda mevcut bulunan yerçekimi kuvveti gibi, atmosferde de bu kuvvetin tesiri ile hava zerrecikleri hareket haline dönüşürler Yine dünyamızda mevcut olan merkezkaç kuvveti, üzerinde bulunan cisimleri atmosfere atmak ister ise de, yere verilmiş olan çekme kuvveti daha fazla olduğundan bu mümkün olmaz Yer sathından atmosfere Doğru yükseldikçe yerçekimi azalır Buna karşılık merkezkaç kuvveti yükselir Yükseldikçe öyle bir nokt Aya gelir ki, yerçekimi ile merkezkaç kuvveti eşit olur Bu nokt ayı geçtiğimiz anda merkezkaç kuvveti yerçekimine üstün gelir Bu durumda hava zerreciklerinin hava ile alakası kalmaz Fizikerler tarafından yapılan hesaplara göre ekvatorda yerçekimi kuvveti merkezkaç kuvvetinden 289 defa büyüktür
Atmosferin yüksekliğini hesap etmek gayesi ile birçok usullere başvurulmuştu Eski arap astronomları Güneş battıktan sonra alaca karanlığın (ufuk altında) kaç dereceye kadar indiğini hesap etmişlerdir Umumiyetle bu 18° olarak bilinmektedir
Bilhassa 3540 bin fit (3fit=1 m) yüksekte uçabilen uçaklar bulununca atmosferde mevcut bütün su buharının kalınlığı 8–12 km olan troposter dediğimiz tabakada bulunduğu ve bütün meteorolojik hadiselerin bu katta oluştuğu öğrenilmiş oldu
Şu anda 250 bin fit’de uçabilen süpersonik jet uçaklarının, daha yükseklerde seyredebilen meteoroloji roketlerinin yardımıyla, tabakalar arasındaki fiziki ve kimyevi farklılıkları ve değişmeleri daha da iyi anlamış oluyoruz
Şayet yeri çevreleyen atmosfer tabakası daha ince olsaydı, saniyede 11–72 km- hızla hareket eden ve her gün dünyamızdan uzakta yanıp tutuşan milyonlarca meteor (akan yıldız) yerin her tarafına çarpar ve her tarafını ateşleyip yakardı Eğer meteorların her biri birer mermi hızında hareket etselerdi her biri fezada yanmadan dünyamıza çarpar ve bu da dünya ve dünyalılar için çok korkunç olurdu Mermi süratinden 90 kat daha hızla hareket eden küçük bir meteorun, insana çarpması değil de, insanın yakınından dahi geçmesi anındaki sıcaklık, insanı paramparça etmeye kafi gelirdi
Atmosfer biyocoğrafya içinde lüzumlu olan kimyevi ışınların geçmesine müsait kalınlıktadır Bu ışınlar aynı zamanda mikropları öldürür, vitaminlerin oluşmasını sağlarlar insana ise, çok fazla altında kalmamak şartı ile zarar da vermezler
Yüzyıllardır yeryüzünden ekserisi zehirli olarak çıkan gazlara mukabil, atmosfer kirlenmeden kalmış, sırlı bir elle daima temizlenmiş, insanların korktuğu kirli havada boğulmaları henüz başlarına gelmemiş insanın yaşaması için elverişli şartlarda hiç bir değişiklik olmamıştır
Bazılarının dediği gibi Atmosferdeki hareketler düzensiz, sırasız ve intizamsız değildir ilim adamı, bir prensip ve Kanun içine alamadıklarının da belli bir hesap içinde olduğunu ve bunda çeşitli maslahat ve gayeler bulunduğunu kabul etmelidir 0 kanunlardaki aksaklıkları da, kanun koyucunun varlık alemine her an müdahale ettiğinin işaretini ve şuurlu işlerin şuur sahibi bir el tarafından idare edildiğini görmelidir
Evet, bu büyük düzen, intizam ve Denge içinde, insan nerede ve nasıl durduğunu düşünmeli, dönen dünyayı, etrafında atmosferi tutan Zat’a ve O’nun isteklerine b Oyun eğmeyi bilmelidir Takriben 150 milyon km ötelerden ona faydalı ısı ve ışığı ona gönderen, mikro Alemin ve makro alemin zararlı mahlûkatından onu koruyup, hayatını devam ettiren Kudret’e karşı yerlere kapanıp teşekkür etmekten artık kaçınmamalıdır
SU KÜRE (HİDROSFER)
Okyanuslar ve denizler:Okyanuslar kıtaları birbirinden ayıran çok büyük su kütleleridir Denizler ise okyanusların kıta içlerine doğru uzanan kollarıdır Okyanus ve denizleri birbirinden ayıran en önemli etmenler şunlardır:
* Derinlik
* Kapladıkları alan
* Tuzluluk
* Akıntı sistemleri
* Sıcaklık
* Karaların fiziksel özelliklerinde etkilenme
Her adanın belli bir kıtanın malı ve parçası sayılması gibi, her denizde belli bir okyanusun parçasıdır Bu nedenle denizleri,okyanusla meydana getirdiği bağlantıya dayanarak üç kısma ayırırız
a)- Kenar denizler:Okyanusların hemen yanında, kıtalara sokulmuş körfezler durumundadır Örneğin; umman denizi vb
b)- Karalar ve kıtalar arasında kalmış denizler:Bu tip denizlere en güzel örnek Akdeniz’dir Okyanusla bağlantısı,bir eşik meydana getiren dar bir boğaz iledir Afrika, Avrupa ve Asya kıtaları arasında kalan Akdeniz geniş anlamda Marmara ,Karadeniz ve zad denizi de içine alır
c)-Kapalı denizler:Bunlar aslında suları tuz olan göllerdir Çünkü okyanusla hiçbir bağlantısı yoktur Hazar denizi gibi
Deniz sularının fiziksel ve kimyasal özelikleri:
Tuzluluk: Bir litre deniz suyunda erimiş halde bulunan madensel tuzların gr olarak ağırlığıdır Örneğin: okyanusların ortalama tuzluğu 35’tir,denildiğinde, 1litre okyanus suyunda 35gr çeşitli erimiş madde bulunduğu anlaşılır
Deniz suyundaki başlıca kimyasal maddeler şunlardır:
Sodyum klorür: %78,32
Potasyum klorür: %1,69
Magnezyum klorür: %9,44
Magnezyum sülfat: %6,40
Kalsiyum sülfat: %3,94,
Toplam : 99,79
Deniz suyunun tuzluluk oranı sıcaklığa bağlı olarak değişmektedir Sıcaklık buharlaşmaya bu da tuzluluk oranın artmasına yol açar Deniz suyu tuzluluk oranı ortalama %35tir Deniz suyu tuzluluğunu çok azda olsa denize dökülen akarsular ve yağışlarda etkiler Deniz suyu tuzluluğu en fazla olan deniz %65 ile Kızıldeniz,en az olan denizde %01 ile Baltık denizidir
Yurdumuz da Akdeniz’den,Karadeniz’e doğru gidildikçe enleme bağlı olarak tuzluluk oranının azaldığı görülür Aynı durum gidildikçe de gözlenir
Ağır Küre
Üzerinde yaşadığımız yer yuvarlağı Güneş sisteminin gezegenlerdendir Güneşten uzaklık bakımından üçüncü (Güneşten ortalama uzaklığı 149 481 000 km ), bu sistemdeki büyüklüğü bakımından beşinci (yüzölçümü 509 200 000 kilometrekare) dir Dünyanın ağırlığı 5 977 trilyon ton, hacmi 1 082 841 310 000 kilometreküp, ekvatordaki çemberi 40 076 423 metre, ekvatordaki çapı 12 726 kilometredir Dünyada yaşayan insanların sayısı 2 995 000 000 dur
Dünyanın oluşu : Dünyanın oluşu hakkında birçok teoriler vardır Bunların en önemlilerinden! biri olan KantLaplace teorisine göre, Dünyanın güneşten kopmuş, yuvarlak ve kızgın ateş; halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır İlkin dünyanın, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir kütle halinde bulunan bir parça olduğu sanılmaktadır İlkin dünya, güneş ve öbür gezegenlerle birlikte bir bütün kütle halinde bulunuyordu Merkezi parlak olan bu kütlenin çevresi gaz ve buhar moleküllerinden yapılmıştı Bu büyük kütle, çok soğuk olan uzayda dönerken, sahip olduğu ısının bir kısmını çevresine dağıtarak soğumağa başlıyordu
Bu soğumanın etkisi ile, bu kütlenin bazı cisimleri yoğunlaşmağa başlamış, gaz tabakası da, merkez kısmına yaklaşmış ve hacmi küçülmüştür Böylece merkezin etrafında bir halka meydana gelmiş, yoğunlaşma sebebiyle kütlenin dönme hareketinin hızı artmıştır Dönme hızı artan bu kütlenin dış yüzeyinin bütün kısımları aynı zamanda soğuyup yoğunlaşmamış, bazı kısımları gaz kitleler halinde konarak çok uzaklara gitmiştir Bu gaz kütleler, esas kütlenin çekim kuvvetinden kurtulamadıkları için bunun çevresinde dönmeğe başlamışlardır Halkalar koptukça bu kütle (yani güneşin) nin hacmi küçülmesine başlamışlardır Halkalar koptukça bu azalmıştır Hızın azalması ile sonradan kopan halkalar, öncekiler kadar büyük olmadıkları gibi, çok uzaklara da gidememişlerdir
İlk kopan ve kütlenin çevresinde yer alan parça Plüton olmuş, sırasıyla Neptün, Uranüs, Satürn, Jüpiter, Merih (Mars), Dünya, Venüs, Merkür, birbirini takip etmişler Böylece dünya, gezici yıldızlar arasında, güneş kütlesinden kopup ayrılan yedinci dereceden bir gezegen olmuştur
Zamanla ,soğuma sonucu her gezegende çeşitli cisimlerin bir noktada toplanmalarıyla bir çekirdek meydana gelmiş ,bu çekirdek, çevredeki gaz halkanın yoğunlaşmasıyla büyümüş, böylece, gezegenler bazı noktalarda, yoğunluk sıralarına göre, güneş çevresinde dizilerek, aynı yön ve dönme hızı ile hem eksenleri etrafında, hem de bir elips olan yörüngeleri üzerinde dolanmaya başlamışlardır Sonradan, bu gezegenler de, aynı mekanik olayların, etkisiyle bir ya da birçok uydular (peyk) meydana getirmişlerdir
|