Prof. Dr. Sinsi
|
Bulaşıcı Hastalıklar Hakkında Bilgi
Boyutları 250 milimikrometreden,
başlayıp 1 mikrometreyi aşabilen riketsiyaların hücre duvarları yoktur, çevreleri yalnızca bir hüc* re zarıyla kuşatılmıştır Q hummasının (Bal* kan gribi) etkeni olan ve sütte, lağım sularında ya da havadaki asıltı damlacıkla*rında yaşayabilen Coxiella burnetii dışında, riketsiyaların hepsi hücre içi asalaklardır İnsanlara eklembacaklılar aracılığıyla bula* şır Riketsiya hastalıklan antibiyotiklerle tedavi edilebilir
Boyutları 150-850 milimikrometre arasın* da değişen mikoplazma ve üreplazmalar, hücre dışı ortamda gelişebilen canlıların en küçükleridir Zatürree ve üreme yolları enfeksiyonlarının yanı sıra, beyin, omurilik, karaciğer ve öbür organlarda da enfeksi*yonlara yol açabilen bu mikroorganizmalar antibiyotiklerden etkilenir
Maya ya da küf biçiminde olabilen mantar*lar, çevre koşullarına bağlı olarak bir biçim* den öbürüne dönüşebilir Mayalar, 3-5 mik* rometre çapında basit hücrelerdir; küf man*tarlarında ise, uç uca eklenmiş çok sayıda hücreden oluşan, 2-10 mikrometre çapında ve dallanmış yapıda lifler bulunur Histo- plazmoz, koksidiyodomikoz ve blastomikoz gibi mantar hastalıkları, bazen üst solunum yollarında hafif bir enfeksiyonla sınırlı kalır*ken, bazen kan dolaşımını ve bütün organla*rı tutan ağır bir hastalık tablosu gösterebilir Tedavide antibiyotikler etkilidir
Bulaşma yoluyla hastalık yapan asalakların en önemlileri, Protozoa filumu içinde sınıf* landırılan ve hücre duvarı bulunmayan tek- hücreli canlılardır Sıtmadan sorumlu olan bu asalakların bazı türleri yaklaşık 4 mikro* metre çapındadır Oysa, önemli bir asalak grubu olan bağırsak şeritlerinin (tenya) uzunluğu metrelerle ölçülür
Etkenlerin yaşama biçimleri Bulaşıcı has* talık yapan etkenler birbirlerinden çok de* ğişik yaşama biçimleri gösterir Bazıları, örneğin kızamık ve grip virüsleri hızla çoğalır ve hemen konak değiştirir; salgın hastalıklardan genellikle bu tür mikroorga*nizmalar sorumludur Buna karşılık, verem gibi daha yavaş gelişen ve daha güç bulaşan hastalıklarda, mikroorganizmalar (verem basilleri) konağın vücudunda uzun bir süre kalarak, yavaş yavaş dokulara yayılan kro*nik iltihaplanmalara yol açar Bazı mikroor* ganizmalar ise, sıcağa, soğuğa, kuraklığa ve kimyasal etkilere dayanıklı sporlar oluştura* rak durgun ya da hareketsiz bir evreye girer Bu tür canlılar en kötü koşullarda bile aylarca, hatta yıllarca yaşayabilir, ama has* talık yapıcı etkileri çok güçlü değildir Örneğin tetanosun sorumlusu olan Clostri- dium tetani, insanların yaşadığı çevrede çok yaygın olarak bulunduğu halde (toprak, toz, kapı, pencere ve yer döşemeleri), özellikle gelişmiş ülkelerde tetanos son derece seyrek rastlanan bir hastalıktır Aynı durum şarbon basili (Bacillus anthracis) için de geçerlidir; post, yün ve kıl işlenen fabrikalarda bol miktarda basil bulunur, ama çalışanlar arasında tek tük şarbon olayı görülür Botülizmin etkeni olan ve insanlar için en öldürücü zehirlerden birini üreten Clostridium botulinum da, insanın asalağı olmayan sporlar biçiminde yaşamını sürdü*rebildiği için çok ender olarak hastalığa yol açar
Hiç değilse yaşamlarının bir bölümünü insan vücudu dışında geçirebilen bu görece bağımsız canlılara karşılık, frengi ve belso* ğukluğuna yol açan mikroorganizmaların yaşamı tümüyle insana bağımlıdır Bazı canlılann yaşam çevrimi ise çok daha kar* maşıktır ve birden fazla sayıda konak gerek*tirir Örneğin sıtma asalağı yaşam çevrimi*nin bir bölümünü sivrisineğin vücudunda geçirmek zorundadır; karaciğer kelebeği ise yaşamının bir bölümünü koyun vücudunda, bir bölümünü su salyangozunda, bir bölü*münü de kist olarak otlann üzerinde geçirir
İnsan vücudunun bütün dış yüzeyi, olağan koşullarda insana zarar vermeyen, hatta yararlı olabilen sayısız mikroorganizmayı banndınr Ağızdan anüse kadar uzanan sindirim kanalını da, bu anlamda vücudun dış yüzeyi olarak kabul etmek gerekir Konakla salt asalaklık ilişkisi kurmadıkları için ortakçı denen bu küçük canlılar, deri üzerinde yaşadıklan zaman, ölü deri hücre* lerinin ve deri yüzeyine açılan sayısız küçük bez ile gözenekten salgılanan artık maddele* rin yıkımına yardımcı olur Bağırsaklara yerleşmiş olan ortakçı canlıların birçoğu karmaşık artıkları daha basit maddelere parçalarken, bir bölümü de, insan yaşamı için temel önem taşıyan vitaminler gibi birtakım kimyasal maddelerin yapımına ya da bireşimine yardımcı olur
İnsanın boğazında aylarca hatta yıllarca hiç zarar vermeden yaşayan hemolitik streptokokların nasıl olup da birdenbire bademcik iltihabına yol açtığı ya da zararsız gözüken pnömokokların neden bir zatürree başlattığı bugüne değin tam olarak açıklana*mamıştır Benzer biçimde B tipi Haemophi-lus influenzae'yi herhangi bir zarar görmek- sizin boğazında banndırabilen bir insanın, bu mikroorganizmanın vücuda yayılmasıyla menenjitin en ağır biçimine yakalanması da gene anlaşılamayan bir olgudur Bu tür olaylarda, sıcaklık ya da nem oranı değişik* liği gibi dış etkenlerin ya da vücuda giren yeni bir saldırganın konak ile asalak arasın* daki dengeyi bozduğu düşünülebilir Ayrı*ca, konağın bağışıklık ya da iltihap siste* mindeki herhangi bir değişiklik de (diren*cin kırılması) bu mekanizmalarda rol oyna*yabilir Antibiyotiklerin özensiz kullanılma* sı çoğu kez ortakçı canlıları öldürerek, bunların yerini daha zararlı canlıların alma* sını kolaylaştırır Örneğin ağız ve boğazdaki streptokokları, pnömokoklan ve öbür du*yarlı mikroorganizmaları yok eden bir peni*silin tedavisinden sonra, Cartdida albicans gibi penisiline duyarlı olmayan canlılar bu bölgede gelişme fırsatı bulur ve pamukçuk denen iltihaba yol açar Salmonella cinsin*den hastalık yapıcı mikroorganizmaların bağırsaklara yerleştiği anda uygulanacak bir antibiyotik tedavisi, bağırsakların olağan konuklan olan ortakçı bakterileri öldüre* rek, Salmonella bireylerinin daha kolay üreyebiİeceği bir ortam yaratır
Bağışıklık Hastalık yapıcı bir mikroorga* nizma vücuda girdiği anda, çeşitli savunma mekanizmaları harekete geçer Bunların bir bölümü, hastalık yapsın ya da yapmasın, canlı ya da cansız, vücuda yabancı bütün maddelere karşı koyan genel savunma me* kanizmalarıdır (deri ve mukoza engeli, kandaki akyuvarlar gibi) Bunun yanı sıra vücudun, hastalık etkenini "tanıyan" ve yalnızca bu etkene karşı kendini savunan özgül mekanizmaları da vardır; en iyi bili* nen özgül mekanizma, vücudun her etken için ayrı ve özel bir antikor üretmesidir Bu özgül mekanizmaların tümüne birden bağı- şıklık(
) adı verilir
Bazı canlı türlerinde birtakım hastalıkların hiç görülmemesi, örneğin farelerin hiçbir zaman difteriye yakalanmaması doğuştan bağışıklıktır Kazanılmış ya da edinilmiş bağışıklık ise canlının hastalık efkeniyle karşılaşmasından sonra gelişir Bu süreçte, hastalık etkeninin yerel bir enfeksiyon oluş* turması ya da kan akımına karışması, vü* cutta bir dizi karmaşık olayın başlaması için ilk uyarıdır Kemik iliğinde üretilen ve kan dolaşımına boşaltılan granülosit türünden akyuvarlar hemen enfeksiyon bölgesine doğru hareket eder Bu hücrelerin bazıları rasgele yol alarak enfeksiyon yerine şans eseri ulaşırken, bir bölümü kanın doğal bileşenlerinden olan komplemanın ya da hastalık etkeninin yaydığı kimyasal madde* lerle uyarılarak, kimyasal yönelim ya da kemotaksi denen bir süreçle enfeksiyon bölgesine doğru bilinçli olarak yol alır Bu akyuvarlar saldırgan mikroorganizmaya ulaştığı anda onu yutmaya çalışırken, kanda bulunan, protein yapısındaki opsoninler de bakteriyi yutulmaya hazır duruma getirerek akyuvarlara yardımcı olur Bu arada, bakte*ri hücresinin parçalanmasıyla kan dolaşımı* na kansan çeşitli hücre ürünleri, lenfosit denen ve vücudun savunma mekanizmasın da çok önemli rol oynayan başka türden akyuvarlarla karşılaşır Bu kan hücrelerinin T-lenfosit olarak bilinen türü, karşılaştığı bakteri ürünlerini vücuda zararlı yabancı madde olarak "bağışıklık belleği"ne kayde*der ve aynı ürünle ikinci kez karşılaştığında daha hızlı bir savunma mekanizması gelişti* rir T-lenfosİtlerin yanıtından sorira B-len-fositler savunmaya katılır ve kan dolaşımına karışacak olan çeşitli immünoglobülinleri (antikor) üretir Aynı mikroorganizma vü* cuda yeniden bulaştığında B-lenfositler he*men bu özgül antikorları üreterek hastalığın başlamasını önler Doğal yoldan kazanılmış aktif bağışıklık denen bu bağışıklık türü^ kızamık ya da kızamıkçıkta olduğu gibi ömür boyu sürebilirse de, bazı mikroorga* nizmalara karşı etkisini birkaç gün içinde yitirebilir Vücudun yabancı maddelere kar* şı antikor oluşturarak kazandığı bu doğal bağışıklık süreci, vücuda antijenler vererek yapay yoldan bağışıklık sağlama düşüncesi*nin çıkış noktası olmuştur Yapay bağışıklık iki yoldan sağlanabilir Aktif yapay bağışık-lamada, vücuda ölü ya da etkisi zayıflatılmış hastalık etkeni (aşı) verilerek özgül bağışık* lığın oluşması beklenir Bu zayıflatılmış etkenler vücudun antikor üretimini başlata*bilir, ama hastalığa yol açmaz; üstelik bu antijenlere yanıt olarak üretilen antikorlar hastalığın gerçek etkenine karşı da duyarlı*dır Böylece, aşılama denen bu aktif bağı- şıklama yöntemiyle, birkaç hafta sonra başlayan ama etkisi oldukça uzun süren bir korunma sağlanır Pasif yapay bağışıklama- da ise, vücuda, başka bir canlının kanından alman antikor ya da antitoksinler (serum) verilir Bu durumda bağışıklık yanıtı hemen başlar, ama vücut kendisine yabancı olan bu koruyucu maddeleri bir süre sonra parçala*yacağından etkisi çabuk geçer Daha çok difteri, tetanos ve botülizm gibi toksinlere bağlı hastalıklarda, yılan, akrep ve örümcek ısırmasında ya da kuduzdan kuşkulanıldı* ğında geçici bir korunma sağlamak amacıyla uygulanan bu yöntemin bir başka sakıncası da, özellikle hayvanlardan alınan bağışık serumun insanda istenmeyen etkilere yol açabilmesidir
|