10-15-2012
|
#2
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Türkiye'de Psikolojinin Tarihi Hakkında
Psikolojinin kendi tarihine ilişkin genel ilgisizliğinin dayanak noktasını psikoloji içindeki hakim paradigmanın belirlediğini söylemek yanlış olmayacaktır Psikolojinin bir ‘doğa bilimi’ olduğu iddiası ve psikologların teorik değil deneysel çalışmalarla ilgilenmesi gerektiği bütün dünyada bir çok psikolog tarafından paylaşılan bir görüştür Bu görüşe göre psikoloji tarihinin araştırılması da psikologlara değil bilim tarihçilerine bırakılmalıdır
Oysa bu, psikolojinin kendine özgü bir takım özelliklerinden dolayı mümkün değildir Psikoloji tarihine yönelik ilgi salt bilim tarihi çerçevesinde değerlendirilemez Psikoloji tarihinin kendi tarihine bakıldığında görülecek olan, bu konuyla ilgili çalışmaların psikolojinin bir takım “kriz” dönemlerinde yoğunluk kazandığıdır Örneklemek gerekirse: Psikoloji 19 yüzyıldan 20 yüzyıla girilirken bağımsız bir araştırma ve bilgi alanı olarak komşu disiplinlerine karşı dayanabilmek ve kendi sınırlarını belirlemek zorundaydı Bu zorunluluk teorik psikoloji çalışmalarına olan eğilimi güçlendirmişti Aynı şekilde 20li yıllar ve 30lu yılların başında psikoloji, birbirleriyle yarış halinde çok sayıda okul ve anlayış tarafından parçalanmak tehdidi altında bulunuyordu 3 Yine psikolojinin “kriz”lerine dair bir diğer örnek de psikolojinin çevresel nedenlerle yeniden yapılandırılmak ihtiyacında bulunduğu dönemlere ilişkindir Nazizm sonrası Almanyası ve Avusturyası buna iyi birer örnektir 4
Görüldüğü üzere psikoloji tarihinin gündeme gelişi psikolojinin “kriz” dönemleriyle bir paralellik taşımaktadır Thomas Kuhn’un terminolojisini5 metaforik olarak kullanırsak, psikoloji tarihi “kriz” ve “devrim” dönemlerinde gündeme gelirken, “olağan bilim” döneminde yadsınmaktadır
Buradan hareketle psikoloji tarihinin Türkiye’de neden genellikle gündem dışı olduğuna dair fikir yürütmek mümkündür Bir çok orta ve az gelişmişlikteki ülkede de durum aynıdır: Bilimsel bilgi bu ülkelere büyük oranda dışarıdan “ithal” edilmektedir ve yine Kuhn’un kavramlarını kullanmak gerekirse ithal edilen “kriz”ler değil, genellikle “ders kitapları” bilimidir Bu nedenle “Krizler” ve “paradigma değişimleri” çevre ülkelerde merkez ülkelerde yaptığı etkiyi yapmamakta ve bu ülkelerde psikoloji çalışmaları sürekli ithal edilen bir “olağan bilim” durumunda kalmaktadır
Diğer yandan psikoloji tarihi çalışmaları günümüzde çevre ülkelerde de önem taşımaktadır Bu ifadeyle yukarıda belirtilen, psikoloji tarihi çalışmalarının yoğunluğunun psikolojinin “kriz”leri ile paralellik taşıdığı iddiası arasında bir çelişki yoktur:
Birincisi özellikle bilgi akışının hızlanmasıyla birlikte artık merkezlerdeki “krizler” çevre ülkeler tarafından da çok daha şiddetli hissedilmekte, modern tartışmalar eskiye oranla oldukça hızlı bir şekilde çevre ülkelere dahil olabilmektedir Üstelik kimi alanlarda çevre ülkelerden gelen çalışmaların sayısı, hiç de merkez ülkelerdekilerden az değildir
İkinci olarak, çevre ülkeler de geçmişte, merkez ülkelerdeki paradigmaları benimseyerek “kriz”leri savuşturamamış, belki bir miktar geciktirmiş, ancak bu paradigmaların kendi ülkelerindeki sağlamalarının yapılmasında hep bir takım sorunlarla karşılaşmışlardır Bunun sonucunda “daha ulusal” psikoloji geleneklerinin gündeme gelmesi sözkonusudur Bugün kimi Arap ülkelerinde İslam ile psikolojinin bütünleştirilmelerine yönelik bir eğilim görünmektedir 6 Bugün özellikle kültürler-arasılık boyutunda psikolojinin yeni bir “kriz”inden sözedildiğini duymak şaşırtıcı değildir Bu “kriz” artık merkez ülkelerin sınırlarını aşan genel bir “kriz” olarak değerlendirilmelidir Psikoloji tarihi bilgisi de bu “kriz”in hangi yolla aşılacağına ilişkin ipuçlarını elinde bulundurmaktadır
|
|
|