Prof. Dr. Sinsi
|
Sivasın Yollarına Türküsünün Hikayesi
Anadolu bozkırına kır çiçekleri gibi dağılmış Türkmen obaları hangi şahtan yana olacağını şaşırmış, iki dünya sultanının kavga alanında sıkışıp kalmışlardı Kah İstanbul'a, kah Tebriz'e çeviriyorlardı yüzlerini Ama hep "can" diyorlardı Hep "dost" diyorlardı Hep "yar" diyorlardı
Sazının avazını arttırdı Pir Sultan Şah'ı öven sözler söyledi Bildiğince dava kıldı padişaha Anadolu diyarında Şah Tahmasb'ın dili oldu, daveti oldu ,
Sevince deli bir ciğerle sever Anadolu Yandaş olunca dağ gibi sırt verir sevdiğine, hesapsız kabul eder dostun çilesini Alır varlığına katar, öper başına kor onu  Türkmen evlad-ı resul sevgisini alıp sarmış idi yüreğine Nesiller boyu adlarını en kutlu ad olarak yaşatmış, onlara zulüm edenlerin adlarını yasaklamıştı hafızalarda Yüz yıllar boyu Hasan da, Hüseyin de yürek yangını, ciğerpare, mazlum manasına geldi Anadolu'nun dilinde Sünnisi için de, Alevisi için de  
Payitahtta işitildi  Padişahı gazaplandırdı, sarayı sarstı Anadolu'daki fitne  Duyuldu ki Türkmen aşiretleri içinde şaha sırt veren çoğalmış İran'dan gelen din alimleri köy köy, oba oba gezip halka Şiiliği anlatır olmuş On iki imam davası güdüyoruz diyerek halkı İstanbul'a düşman ediyorlarmış Batıya doğru bir sefere çıkılacak olunsa Türkmen illeri Tebrizli şaha el uzatacakmış Dahası şimdiden ayaklanmalar baş göstermiş, Şahkulu, Nur Halife, Baba Zünnun, Kalender  derken isyan büyümüş Bu fitneye dur demeli, gidip yerinde görmeli, ateş harlanmadan söndürülmeli
,
Dünyanın yarısına hükmü geçen saraydan irade buyuruldu ki Tebrizli şahın Anadolu'ya uzanan kolları kesile, Türkmen içindeki sesi susturula  Meğer Pir Sultan gibi şeyda bülbül olsa bile  
Nice kulu sultan kılan kader, Hafikli azap Hızır'ı da önce kul, sonra kapıcı, sonra paşa etmişti bu sıralar Payitahttan emir çıktı "Hızır Paşa Sivas'ı iyi bilir, iyi tanır Gidip sükuneti sağlaya, devleti devlet bildire, başkaldıranın başını eze  "
Kızılırmak kıyısının sisi, ince dumanı, dağılıp dağlara yayılır seher zamanı Bülbül ağlar gül dalından Çiğ düşer çam iğnelerinin ucundan Yele karşı uçar turna seher zamanı Üşütür sabah ayazı kınalı kız ellerini Boş yollardan geçer rüzgar Soldurur Zühre yıldızının şavkını güneş Banaz uykudan uyanır, Banaz yaşama başlar Kımıldanıp kalkar seher zamanı  
,
Pir Sultan, besmeleyle doğruldu yatağından Adı güzel peygamberi, velilerin baştacı Ali'yi andı Hacı Bektaş'ı selamladı yüreğiyle Kalkıp ibrikte gece ayazıyla buz kesilmiş suyu çarptı yüzüne Uzun bıyıklarını, ak düşmüş sakallarını sıvazladı eliyle Bir düş görmüştü  Bir urgan, bir darağacı, bir baş görmüştü Kalın duvarların gerisinde kara taş görmüştü Şah'ı görmüştü, Ali'yi görmüştü Ellerini açıp "Gel!" demişlerdi ona "Gel! Kalma ırakta daha fazla Nice ömürleri talan etti ecel, gel! Uçup gitti pirler civanlar, kuşa benzer misali Ahdinde dur, hilaf etme, gel! Sözünü bergüzar koy sehi bilene Sazını yadigar et seni sevene Dünyayı koy dursun yerli yerine, sen gel!"
Söğüt gölgesine gömülmüş evinin önündeki koca değirmen taşına oturdu Bu taşı Pir Sultan'ın ceddi Horosan'dan asasının ucuna takıp getirdi derler  Sazını eline alıp rüyasını söyledi gonca misal kızına, genç oğullarına, yaşının en güzel çağını süren karısına Sazını o güne değin görülmedik bir durgunlukla, bir dinginlikle çaldı Vedalaştı sanki sevenleriyle Halleşti, helalleşti
Pir Sultan'ım Hakk'a niyaz ederim ,
Erenler rahına doğru giderim
Külli varım hakka teslim ederim
Erenler sırrına erdim bu gece ,
Seher vakti geçmiş, gün yükselmiş, sıcak vurmuştu Banaz'ın yaylasına
1588'in baharında Sivas valisi Hızır Paşa'dan haber geldi Banaz'a Eski mürit, şeyhi Pir Sultan Abdal'ı çağırıyordu Atlıların arasına katıp sürüklediler Pir Sultan'ı, rızasını sormadılar, dileğini almadılar Sazı evinde kaldı Sevdiği, helali, çocukları evinde kaldı Pir Sultan'ın
Ucu Sivas kalesine çıkan dar kağnı izlerinden geçip geldiler kaleye Hızır Paşa'nın huzuruna çıkacaksın dediler Başının sargısını çıkardı Pir Sultan, bir zamanlar kapısında kul olan Hızır mıydı bu? Neydi bu kaderin cilvesi? Ağalar kul olur, taht sahipleri dilenci olur derlerdi de bu kadarı görülmüş müydü dünya kuruldu kurulalı?
Hızır Paşa saygıyla karşıladı Pir Sultan'ı Buyur etti, hal hatır sordu, ikramda bulundu İstanbul'a gidişini, Hakk'ın takdiriyle yükselip paşa oluşunu anlattı Sonra lafı çevirip Tebrizli şahın Anadolu'ya serptiği fitne tohumlarına getirdi Pir Sultan'ın adı da duyulmuştu sarayda Kendisi hakkında iyi düşünceler yoktu Sazını susturmalı, halka padişahı anlatmalı, yüzünü İran'dan İstanbul'a çevirmeliydi
Pir Sultan, önüne konmuş olan yiyecekleri geri çevirdi, kalktı Hızır'ın sofrasından Kendisinden bir ses, bir cevap bekleyen paşaya dönüp dedi ki, ,
-Hafikli Hızır! Yeni adın Hızır Paşa oldu rahat mısın? İyi misin, Hoş musun? Banaz'ın koyununu güderken daha iyi değil miydin Taç taht, makam mevki memnun etti mi seni Yoksa doğru yoldan çevirdin mi gönlünü Hafikli Hızır! Çoban olup kuru yufka sunsaydın bana, şeker şerbet gibi yer idim Azap olup kapılarda dolansaydın, sana ben de dost der idim Hafikli Hızır! sen dünyanın sefasına, bir gün koca karıya dönecek bu kahpe güzelliğe aldandın İkramında haram kokusu var Hızır Sunduğun sofraya oturmak yanlış, dediğine kulak vermek, senin durduğun yerde durmak yanlış İkimizin arasına dünya girdi İsteğinin oluru yok benden yana Var sen bildiğini işle
Hızır Paşa bu beklemediği çıkış karşısında şaşırmış, kendilerini dinlemekte olan adamlarına dönüp öfkeyle bağırmıştı ,
-Alın bunu, atın dam altına Atın da akıllansın Atın da bilsin padişah kimmiş, paşa kimmiş
Pir Sultan'ı alıp boş bir çuvalı bırakır gibi bıraktılar karanlık bir mahzene Gürültüyle örttüler kapıyı üzerine Sabah akşam kuru ekmek ile su verdiler
Günler geçti, geceler geçti, haftalar geçti
,
Hızır Paşanın içi rahat değildi nicedir Pir Sultan, pir olduğunu ispat etmişti işte Yıllar önce kendisine dua ederken "gün gelir bana kıyarsın, beni dara çekersin, ölümüm elinden olur, anlamazsın, bilmezsin" dememiş miydi? Kapısında kalmıştı nice zaman, ekmeğini yemişti, suyunu içmişti, iyiliğini görmüştü Pir Sultan'ın Erliğe, iyilik bilirliğe, müminliğe yakışan ekmek tuz hatırı gütmek olmalıydı Bu koca pirin karanlık hücrede çürümesi reva değildi Ama inat ediyordu doğru bildiğinde Ne vardı isteğine tamam dese, ne vardı padişahtan yanayım dese Ne vardı geçmişini, kulluğunu, azaplığını yüzüne vurmasa
Haber gönderip çağırttı tekrar huzura Yorgun, , çökük fakat öfkeli Pir Sultan'ı yine güler yüzle karşıladı Oturtup şerbet ile serinletti Hal hatır etti
- İlle yaptığın doğru değil koca pir Döndüm yolumdan lanet olsun şaha de Yine gönlün bildiğini okusun Kimselere fikrini belli etme Ama görünüşte döndüm de Ne kaybedersin Bak şimdi padişah kullarını çağıracağım Onların yanında padişaha övgü diz İçinde şah lafı geçmeyen bir deyiş söyle ki döndüğüne inandır huzurdakileri , Sen Banaz'a dön sağ salim, ben İstanbul'a
Hızır Paşa emir buyurdu Pir Sultan'a saz getirildi, sözünü kaydedecek katip getirtildi Sivas'ın devlet görevlileri, kadısı, müftüsü toplandı Pir Sultan nemli gözlerini dolaştırdı kalabalıkta Banaz'dan yana çevirdi yüzünü Ayarladı, seslendirdi sazını Esirgemeden doğru bildiğiyle dillendirdi sözünü
Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
,İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
Yüksek damlı konak odasında soğuk bir rüzgar esti Ak sakallı görevliler "bu pervasız adam ne diyor?" dercesine baktı birbirine Hızır Paşa'nın rengi değişti, sustu başını eğip Bu koca Alevi'nin bildiğinden dönmeyeceğini anladı
, Şahı sevmek suç mu bana
Kem bildirdin beni Han'a
Can için yalvarmam sana
Şehinşah bana darılır
Pir Sultan "dönmem" diyordu "Şah" diyordu, "vur boynumu korkmam!" diyordu Bildiğince çalıyordu sazını, bildiğince söylüyordu sözünü Döndü en son söze geldi Sazını yokladı telleri ağlatırcasına Yüzünü söylediklerini kaydeden katibe çevirdi
Kul olayım kalem tutan ellere
Katip arzuhalim yaz yare böyle
Şekerler ezeyim şirin dillere
Katip Arzuhalım yaz yare böyle
Rakibimin dedikleri oluyor
Gül benizim sararıben soluyor
Al kanlarım ılgıt ılgıt geliyor
Katip arzuhalım yaz yare böyle
Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlıbeller bölük bölük bölünür
Yardan ayrılmışam bağrım delinir
Katip arzuhalım yaz yare böyle
Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa
Yazılan gelirmiş her daim başa
Beni hasret koydun kavim kardaşa
Katip arzuhalım yaz yare böyle
Güzelim ey!
Fidanım ey!
Bir tanem ey!
Dağ dile gelse, yol dile gelse, turna dile gelse Pir Sultan'ı söylese Sivas ellerine çöken sisler, karla yolu kesilmiş çamlıbeller, yoksul çobanlar, yabani güller dile gelse söylese Kıyısı söğütlü coşkun ırmaklar anlatsa, dağdan yuvarlanan kayalar anlatsa
Yazık oldu Pir Sultan'a
-Alıp asın, uslanacağı yok bu koca Kızılbaşın! dedi Hızır paşa
Katip defterini topladı, kalemini etinden bıraktı Elleri kirli cellatlar aldı Pir Sultan'ı Saz tutan ellerini uzattı cellatlara Ağır kelepçeler vurdular Keçibulan semtine götürdüler, sur dibinde darağacı kurdular Ak sakallı başını geçirdiler yağlı urgana Ayağının dibindeki tabureye bir tekme vurdular
Sustu Pir Sultan'ın söyleyen dili Gözlerinde Banaz yaylasının yeşili kaldı Kulaklarında kızı Sanem'in sesi, eşinin ağıdı çınladı Çırpındı, çırpındı ve durdu bedeni Urganda bir elif gibi sallandı günlerce ibret olsun diye
Nice zaman sonra Banaz'a gelen bir atlı Pir Sultan'ın ak kağıda karalanmış sözlerini getirdi eşine
Sivas ellerinde sazım
|