Yalnız Mesajı Göster

Bayburt Dede Korkut Diyarı

Eski 10-13-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bayburt Dede Korkut Diyarı




Bayburt Dede Korkut Diyarı

Bayburt Dede Korkut Diyarı

DEDE KORKUT DİYARI : BAYBURT CUMAVANK YAYLASI

Ömer Asan

Cumavank yaylasındayım Bu yaylaya ulaşabilmek için ya Soğanlı Dağları'nı geçeceksiniz, ya da Sultan Murat yaylası üzerinden yol alacaksınız Yolu uzatmayı göze alırsanız Bayburt tarafından daha rahat ulaşabilirsiniz Yaylaya vardığınızda ister arabanızda isterse yaya olun, göreceksiniz, gökyüzü ile bastığınız yer arasında bir göz atımlık mesafe var Bir de sise yakalanırsanız, biraz yürekli bir insansanız ve de yükseklik fobiniz yoksa, bulutlarda yürüme zevkini tadarsınız

Cumavank, yaklaşık 3000 m rakımlı bir tepenin yamacında kurulu bir yayla Bayburt sınırları dahilinde olmasına rağmen ahalisi Oflulardan oluşmakta Oflular, yıllar süren mahkemeler sonucunda yaylanın tapusunu da üzerlerine almışlar

Yaylanın bir özelliği de, Soğanlı Dağları'nı cepheden görmesi ve Bayburt ovasına yukarıdan bakmasıdır Dede Korkut Şenlikleri'ne ve Bayburt'a günübirlik gitmek istiyorsanız en iyi konuşlanacak yer yine bu yayladır Hiç korkmayın; her hangi bir yaylacıya "Selamunaleykum", deyin yeter, size evinin kapısını sonuna kadar açacaktır Biz de öyle yaptık

Öyle yapmamızın bir sebebi de, Dede Korkut Şenlikleri'ni düzenleyen kişilerden her hangi bir muhatap bulamamamızdır Ulaşım ve konaklama konularında yardım istediğimiz İl Kültür Müdürlüğü hariç (en azından yardım etmek istediler), Turizm, Milli Eğitim, Halk Eğitim Müdürlükleri ve Valiliğe bizzat yaptığımız yazısız başvurular "yetkimiz yok" gerekçesiyle yanıtsız kaldı "Canları sağ olsun", dedik

Halkın, Dede Korkut Şenlikleri dediği, Valiliğin, Bayburt Dede Korkut 3 Kültür Sanat Şöleni, diye adlandırdığı organizasyon, 15-20 Temmuz l997 tarihleri arasında yapıldı Bu vesileyle, biz de Bayburt'u ve Bayburtluları gözlemleme olanağı bulduk

Tarihle Gezinti

Bayburt'a gitmeden, kentin bulunduğu yerin bölgenin en eski yerleşim yerlerinden biri olduğunu biliyorduk MÖ 400, yani bundan 2400 yıl önce Ksenofon adlı bir general, on bin kişilik ordusuyla buralardan geçmiş Çoruh ve İspir'e gelen on bin kişilik ordu dört günlük bir yolculuktan sonra Bayburt'a gelir Ksenefon, tuttuğu notlarda Bayburt'u Gymnias olarak adlandırır, zengin ve kalabalık bir şehir olarak tarif eder Bu şehirden, kabile reisi, kendilerine düşman olan memleketlerden geçirmek üzere Ksenefon'a kılavuz verir Bu kılavuz, kendilerini beş gün içinde denizi görebileceklere yere götürebileceğini söyler ve onları söylediği sürenin sonunda Thekes Dağına (Madur Dağı) ulaştırır

Kente girerken, doğrusu, araştırmacı/yazar Mehmet Bilgin gibi biz de Ksenofon'un ordusunun ayak izlerini aradık Ne gezer; yolları asvalt, toprakları bereketten fışkırmış sevimli bir kent çıktı karşımıza Kentte, yeni yapılan binalardan çok kesme taştan yapılmış yapılar ilgimizi çekti Çünkü çevre köylerde de benzer evlerle karşılaşmıştık Ancak, gördüğümüz kadarıyla, Bayburt'un geleneksel mimarisinden pek fazla eser kalmamış Kente taş yapılardan çok beton yapılar hakim konumda Çarşı içindeki saat kulesi her nasılsa ayakta kalmış, gelen geçene zamanı anımsatmakla meşgul

Bayburt'un, insanlarına nefes aldıran en güzel yeri, şehrin ortasından geçen Çoruh nehri Nehrin üzerinde yapılan köprülerden aşağı baktığınızda pırıl pırıl bir akarsu görürsünüz Başınızı kaldırdığınızdaysa sizi bir sürpriz bekliyor; dış cephesiyle hala ayakta durabilen Bayburt Kalesi'nin çarpıcı görünümü

Bayburt, Türklerin Anadolu'da ilk yerleştikleri yerlerden biridir Tuğrul Bey'in Anadolu seferi esnasında (1054), Çoruh nehri ve Karadeniz (Parhar/Yayla) dağlarına kadar uzanan sahalarda akınlarda bulunan Selçuklu öncü kuvvetlerinin hücumuna uğramışsa da, ele geçirilememiştir Türklerin eline geçmesi Malazgirt zaferinden (26 Ağustos 1071) sonradır

Yörenin bilinen en eski halkı Azzilerdir Khaldi egemenliğinin sonuna değin Domana adıyla anılan, İskitler döneminde Gymnias adını alan yörede, Antik Çağda Hart ve Varzahan gibi kentler de kuruldu Bayburt, Roma döneminde Baiberdon adıyla da anılmıştır

Bayburt Kalesi'nin kim/kimler tarafından yaptırıldığı belli değildir Ancak, yapının Roma dönemi ve öncesinde de var olduğu söylenmektedir Kale, şehrin kuzeyinde yükselmiş tepenin üzerindeki yalçın kayalarda inşa edilmiştir Çevresi 2 kilometreden fazla olan kale, iki kat surla çevrilmiş olup, surları altı köşe üzerine yapılmıştır Her köşe 12-13 metre yükseklikte ve yarım silindiri andıran köşeli burçlarla tahkim edilmiştir Çoruh nehri, kalenin en sarp tarafını dolaşmaktadır Bu haliyle de, kale, bir yarımada izlenimini vermektedir Dış sur ile iç sur arasındaki mesafe 200 metredir Dış sur duvarlarının yüksek kayalar üzerine bina edilmesi, kaleye korkunç bir manzara kazandırmıştır İç- kale duvarlarına, zahire anbarı olma olasılığı yüksek bazı dehlizler görülmektedir Nitekim XVI yüzyıla ait bir defterde, kalede 7 adet buğday, arpa vs hububatı depo etmekte kullanılan anbarlar bulunduğu kayıtlıdır Bunlardan başka, kaleden Çoruh nehrine gizli yollarla gidilen suluklar da vardır Dış surların burçları mavi ve mor çinilerle süslenmiştir Bugün bunların ancak kırık parçalarını görmek mümkündür Evliya Çelebi'ye göre, kalenin biri doğuya, diğeri batıya açılan iki kapısı vardır l202-l225 yılları arasında Erzurum'da hüküm süren Tuğrul Şah, Trabzon İmparatorluğu'ndan gelecek hücumlara karşılık Bayburt Kalesi'ni yeniden tamir ettirmiş

Ünlü Amasyalı coğrafyacı Strabon'un (MÖ 63- MS 21) iki bin yıl öncesinin Trabzon, Bayburt ve çevresini anlattığı bölüme bir göz atalım: " Trapezus ve Pharnakia'nın üst tarafında Tibarenler ve eski zamanlarda Makronlar denen, Sanlar ve Küçük Armenia bulunur; ve erken devirlerde Kerkitler denen Appaitler kavmi bu bölgelere oldukça yakındır Bu insanların ülkesini iki dağ keser Burada yukarı Kolkhis'deki Moskhia dağları (tepeleri Heptakometler tarafından işgal edilmiştir) ile birleşen ve çok kayalık olan Skydises (İskitler) dağı ve aynı zamanda Sidene ve Themiskyra bölgesinden Küçük Armenia'ya kadar uzanarak, Pontos'un doğu tarafını meydana getiren Paryadros dağı da vardır Şimdi bu dağlarda yaşayan insanlar tamamiyle vahşidir Fakat Heptakometler daha da kötüdür Bazıları ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar Bu kulelere Mosyn dendiğinden, antik devirde bu insanlar Mosynekler olarak adlandırılmışlardır Bunlar, vahşi hayvan ete ve ceviz yiyerek yaşarlar ve kulelerinden atlayarak yolculara saldırırlar Heptakometler, Pompeius'un ordusu dağlık ülkeden geçerken, üç Roma bölüğünü imha etmiştir Bunlar, ağaç sürgünlerinden elde edilen beli balı kaselerle yol üzerine bıraktılar ve askerler bunu yiyip de bilinçlerini kaybedince, onlara saldırarak kolayca hepsini saf dışı ettiler Bu vahşilerin bir kısmına da Byzeres denir" (Gaographika, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, s22-23)

Dede Korkut Bayburt'ta

Bayburt'ta gezerken her köyde, yaylada, caddede ve -abartmıyorum- her evde Dede Korkut'la karşılaşırsınız, dersem şaşırmayın Dede Korkut'un efsanelerini bilenler ya da inceleyenler, o çağlardaki Türk gelenek, görenek ve törelerini az çok bilirler Kadın- erkek, bey-kul/ata-oğul ve tanrı-insan ilişkileri bu efsanelerde çok belirgindir Bayburt'ta ve köylerinde ehram adını verdikleri giysiyle gözlerinden başka görünecek yer bırakmayacak ölçüde kapanan kadınlar, yabancı bir kimseyle ne konuşur ne de konuşma cesareti verir Kadın, eve konuk geldiğinde erkeğinden izinsiz yüze çıkmaz Bir oğul babasından izinsiz kolay kolay söze girmez ve her hangi bir konudan söz edildiğinde tanrının adı sıkça anılır Yalnızca bu davranışlarda bile, Dede Korkut döneminin ve Oğuzların, İslamiyet’i kabul ettikleri dönemlerdeki törelerin izlerini bulabilirsiz Yabancılara genellikle kuşkuyla bakan bu insanlar, akıl almaz konukseverlikleriyle sizi evlerine girdiğinize gireceğinize pişman ederler Bayburt'un bir köyünde evini ziyaret ettiğimiz tanıdık bir köylünün bana "Abi, yorgunsen, çıkar çoraplarını da ayahlarını yıkayah", teklifi karşısında yerin dibine girmiştim Oysa bu onlar için çok normal bir davranıştı

Dede Korkut, Türk tarihinin ve edebiyatının ulularındandır Ona bu ululuk makamını döneminin ve sonrasının halkı vermiştir Hikayelerinden anlaşılacağı üzere Dede Korkut, yetkili bir devlet adamı, bilgin, ermiş, ozan ve hiçbir işte onsuz edilemeyen bir Türk büyüğüdür Bir rivayete göre Bayat boyundan Kara Hoca'nın oğlu olduğu söylense de, aslen kim olduğu, tam olarak ne zaman yaşadığı belli değildir Hikayelerinden, Türklerin, İslamiyet’i kabul ettiği dönemde ve Bayındır Hanlığı zamanında yaşadığı anlaşılmaktadır Türklerin, o dönemlerde Anadolu'ya (Trabzon ve Bayburt'a) akınlar düzenlemelerine rağmen henüz yerleşik bir düzene geçmedikleri varsayılmaktadır

Dede Korkut Öyküleri'nin Bayburt'la ilgili olanı "Kam Büre'nin Oğlu Bamsı Beyrek Boyu" adlı öyküdür Bayburtlular, Bamsı Beyrek'in mezarının Bayburt'ta olduğunu kabul eder ve onun adına yaptırılan türbeyi her yıl ziyaret ederek kutsarlar

Bamsı Beyrek, Kam Gan oğlu Han Bayındır zamanında yaşayan Bay Büre Bey'in tek oğludur Kendinden başka yedi kız kardeşi daha vardır Beyrek, Dede Korkut'un yardımıyla, beşik kertmesi nişanlısıyla evleneceği sırada, Bayburtluların düğün töreni esnasında yaptıkları baskınla otuz dokuz arkadaşıyla birlikte kaçırılarak esir edilir

Uzun yıllar kocasını bekleyen Banı Çiçek, Bamsı Beyreğin kanlı gömleğinin kendisine gösterilmesinden sonra başkasıyla evlendirilmeye razı olur Bunun üzerine yoldaşları, son bir umutla Bamsı Beyreği aramaya çıkarlar ve onu Bayburt Kalesi'nde kopuz çalarken bulurlar Karşılıklı manilerle ona durumu aktarırlar Bunun üzerine, on altı yıllık esaretin sonunda Bayburt Hisarı'ndan tekfurun kızı yardımıyla kaçar

Banı Çiçek'in evlendirileceği gün otağa ulaşan Bamsı Beyrek, kopuzuyla söylediği ve yalnızca ikisinin bildiği sırları şiir yoluyla Banı Çiçek'e söyler Bunun üzerine kız onu tanır ve ayaklarına kapanır

Kazan Bey der: "Gel murada er" Beyrek der:" Yoldaşlarımı çıkarmayınca, hisarı almayınca murada ermem" Kazan Bey, Oğuz'una: "Beni seven binsin", der

Güçlü Oğuz beyleri atlandılar, Bayburt Hisarı'na dört nala yetiştiler Çetin bir savaştan sonra Beyrek, otuzdokuz yiğidinin üzerine geldi, onları sağ esen gördü, tanrıya şükr eyledi

Bayburtlu Zihni

"Sümbüller perişan güller kan ağlıyor

Şeyda bülbül terkedeli bu bağı"

Edindiğim izlenimlere göre Bayburtlular konuşmayı pek fazla sevmiyorlar Karşılarındaki kişiye sessiz, saygılı ve araştıran gözlerle bakarlar Konuşmalarında bir yaşam felsefesi izleri yakalayabilirsiniz Bazen de kafiyeli, koşma türü söyleşilere tanık olabilirsiniz Bunda, yörenin aşıklar ve şairler diyarı olmasının etkisi var denebilir



Alıntı Yaparak Cevapla