Konu: Hayâ
Yalnız Mesajı Göster

Hayâ

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hayâ




Hayâ
Hakkında Hayâ




Hayâ’nın Anlamı

Çekingenlik ve utanma da demek olan hayâ; sofiye ıstılahında, Allah korkusu, Allah mehâfeti ve Allah mehâbetiyle O’nun istemediği şeylerden çekinmek manâsına gelir Böyle bir hissin, insan tabiatında bulunan hayâ duygusuna dayanması, şahsı, edep ve saygı mevzuunda daha temkinli, daha tutarlı kılar Temelde böyle bir hissi bulunmayan veya yetiştiği çevre itibariyle onu yitiren şahıslarda hayâ duygusunu geliştirmek zor olsa gerek

Hayâ’nın Kısımları

Evet, yukarıdaki işaretlerden de anlaşıldığı gibi hayâyı ikiye ayırmak mümkündür:
1- Fıtrî hayâ ki, buna hayâ-i nefsî de diyebiliriz; insanı pek çok ar ve ayıp sayılan şeyleri işlemekten alıkor
2- Îmândan gelen hayâdır ve İslâm dîninin önemli bir derinliğini teşkil eder
Fıtrî hayâ, İslâm dîninin rûhundaki hayâ ile beslenip gelişince ar ve ayıplara karşı en büyük mânia teşekkül etmiş sayılır Tek başına kaldığı zaman, bazı ahvâl ve şerâit altında sarsılır, yırtılır, hatta bazen bütün bütün yıkılabilir

Hayâ İmandandır

Evet, insan tabiatında bulunan bu sıkılma ve çekinme hissi, “O, Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi?” (Alak/14) gibi âyetlerle anlatılan îmân şuuruyla “Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde her şeyi görüp gözetendir” (Nisâ/1) misillü beyanlarla ifâde edilen ihsan anlayışıyla beslenmezse uzun ömürlü olamaz Olamaz, zira hayânın hem var olup gelişmesi hem de devam ve temâdisi îmâna bağlıdır Bu münâsebeti Hz Seyyidü’l-Enâm (sav), ashâbından birinin diğerine, hayâyla alâkalı nasihatlarını duyunca: “ Bırak onu, hayâ îmândan gelir” Diğer bir ifâdelerinde: “Îmân yetmiş şu kadar şûbeden ibârettir, hayâ da îmândan bir şûbedir” buyururlar

Bu itibarla diyebiliriz ki; fıtrî hayâ, tıpkı insan tabiatında saklı bulunan diğer iyilik nüveleri gibi, insanı insan yapan marifet dinamikleriyle beslendiği ve takviye edildiği ölçüde gelişir, kalbî ve rûhî hayâtın bir buudu hâline gelir ve nefsin pek çok bâlâpervâzâne isteklerine set çeker ve engeller Aksine bu duygu îmân ve marifetle geliştirilemez, ihsan şuuruyla takviye edilemez; takviye edilmek şöyle dursun nefsânîlik gayyâlarında açılıp-saçılarak köreltilecek olursa, fert ve toplum plânında insanı insanlığından utandıran yırtıklıklar ve sürtüklükler kaçınılmaz olur İnsanlığın İftihar Tablosu, hayâ âbidesi aleyhi ekmelüttehâyâ Efendimiz, bu hususa temas eder ve "Hayâsız olduktan sonra istediğini yap!" buyurur Hayâ ve hayat birbirine bakan kelimelerdir ve bu yakınlıktan, kalbin ancak, îmân ve marifet sağanaklarıyla beslendiğinde hayattar kalabileceği esprisini çıkarmak mümkündür Evet hayat kendi dinamikleriyle, hayâ da kendi dinamikleriyle var olur ve yaşar yoksa her ikisi için de inkıraz kaçınılmazdır

Hayâ Hakkında Değişik Yorumlar

Hz Cüneyd’e göre hayâ, Cenâb-ı Hakk’ın üzerimizdeki maddî-manevî nimetlerini idrâk etmenin yanında eksiklerimizin ve kusurlarımızın endişesini yaşamaktır
Zünnûn’a göre, sürekli gönüllerimizde olumsuz davranışların dehşetini duymak, duyup yönümüzü bir kere daha kontrol etmektir
Bir başkasına göre insanın, Cenâb-ı Hakk’ın gizli-açık her şeye nigehbân olmasına göre hayatını tanzim edip onun kendisine olan muâmelesini esas alarak yaşamasıdır ki, bir İlâhî eserde bu husus hatırlatılarak şöyle buyurulmaktadır: İnsanoğlu! Sen Benden hayâ ettiğin sürece insanlara ayıplarını unuttururum” Bu arada Cenâb-ı Rabbi’l-İzzet’in, Hz Îsâ’ya: "Yâ Îsa evvelâ nefsine nasihatte bulun, o bu nasihati kabul ederse halka va’zet; yoksa benden utan!" şeklindeki sözünü de kaydedebiliriz
Hayâ mevzuunda daha değişik tasnifler de vardır Bu cümleden olarak: Affına ferman geleceği âna kadar, Hz Âdem’in tavırlarından dökülen suçluluk hayâsı gece-gündüz ara vermeden Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ettikleri halde marifet erbâbının onca derinliklerine rağmen: Seni hakkıyla bilemedik” sözleriyle solukladıkları iclâl hayâsı hayatlarını kendi arzu ve isteklerinden tecerrüd ufkunda seyahatle sürdüren ruh ve kalp insanlarının her zaman duyup hissettikleri heybet hayâsı her an kurb içinde bu’d; bu’d içinde de kurb televvünüyle, sonsuz uzaklıklarında sonsuz yakınlığı duyan yakîn insanlarının minnet hayâsı Hz Mahbûb’u sevilmesi gerektiği ölçüde sevememe endişesinden kaynaklanan vefâsızlık hayâsı duâ ve talep makamında istediklerini iyi seçememiş olma tedirginliğini taşıyanlarda ihlâsı ihlâl hayâsı her zaman ahsen-i takvime mazhariyetlerinin şuurunda olan yüksek ruhların, mazhariyetleriyle telif edemedikleri “pes” işler karşısında hissettikleri gayret hayâsı sayılabilir

Hayâ’nın Mertebeleri

Hayâda ilk mertebe, insanın kendisine, Hakk’ın nazarıyla bakmasıyla başlar Bir insanın, O’nun ölçüleri ve O’nun murâkabesi açısından kendini yakın takibe alması onda temkin derinlikli bir hayâ hâsıl eder ki, böyle bir insan duygu ve düşünceleriyle hep diri sayılır
İkinci mertebe; kurbet ve maiyyet şuuruyla mebsûten mütenâsiptir ve: "Nerede olursanız O sizinle berâberdir" (Hadîd/4) ufkunda seyahat edenlere müyesserdir ki, bu hususla alâkalı Efendiler Efendisi’nin şöyle buyurduğunu naklederler: Allah’a karşı olabildiğince hayâlı davranın! Allah’a karşı gerektiği ölçüde hayâlı olan, kafasını ve kafasının içindekilerini, midesini ve midesindekilerini kontrol altına alsın! Ölüm ve çürümeyi de hatırından dûr etmesin! Âhireti dileyen dünyanın sûrî güzelliklerini bırakır işte kim böyle davranırsa, o Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş sayılır
Üçüncü mertebe; En son durak Rabbindir” (Necm/42) hedefine ulaşma yolunda, rûhî ve kalbî hayâtın şühûd enginliklerinin sezilmesiyle gerçekleşir ve seyr-i rûhânînin kanatları altında sonsuza kadar sürer gider
Bir insanın gerçek insanlıktan nasîbi, hayâdan hissesi ölçüsündedir Eğer Hakk yolcusu, menfî-müsbet bütün teşebbüslerinde başını sonsuza çevirip davranışlarını ötelere göre ayarlayamıyor, mahviyet içinde iki büklüm olup edeple yaşayamıyorsa, onun mevcûdiyeti bir bakıma kendisi için ar, başkaları için de bârdır Bu mülâhazaya binâendir ki: "Hayır hayır Allah’a yemin ederim ki, hayâ sıyrılıp gittiği zaman, ne hayatta ne de dünyada hayır kalır" demişler

Hayâ İlahi Bir Ahlaktır

Hayâ, İlâhî bir ahlâk ve bir Allah sırrıdır Eğer insanlar onun nereye taalluk ettiğini bilselerdi daha temkinli olur ve daha titiz davranırlardı Bu hususu tenvir edecek şöyle bir vak’a naklederler:
Cenâb-ı Hakk mahşerde hesâba çektiği bir ihtiyara: “Niçin şu günahları işledin?” diye sorar O da inkâra saparak günah işlemediğini söyler Bunun üzerine Hz Erhamürrâhimîn:
“Öyle ise onu cennete götürün” buyurur Bu defâ da melekler araya girerek:
“Yâ Rab, bu insanın şu günahları işlediğini siz biliyorsunuz” derler Allah da onlara: “Evet öyledir ama ümmet-i Muhammed’den biri olarak ağaran saçına-sakalına baktım; ayıbını yüzüne vurmaya hayâ ettim” fermân eder Kenz’in rivâyetine göre; Cibrîl bu haberi Efendimiz’e iletince, o şefkat ve hayâ insanının gözleri dolar, ağlar ve şöyle buyurur: “Cenâb-ı Hakk ümmetimin ak sakallılarına azap etmekten hayâ ediyor da ümmetimin ak sakallıları günah işlemekten utanmıyorlar
Hâsılı: "Hayiy, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerindendir Bunun böyle olduğu hadisle sâbittir Öyleyse gel, sen de bundan nasîbini al!”



Alıntı Yaparak Cevapla