Yalnız Mesajı Göster

İnsanlar Niçin Yaratılmıştır?

Eski 10-11-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İnsanlar Niçin Yaratılmıştır?




İnsanlar Niçin Yaratılmıştır?
Hakkında İnsanlar Niçin Yaratılmıştır?




Soru
insanlar neden yaratilmistir sorusuna cevap olarak insanlar allaha ibadet etmek için yaratilmistir denilmektedirama allahin bizim ibadetimize ihtiyaci yokturo zaman neden ihtiyaci olmadigi biseyi yaratsin

Cevap 1:

“Insan niçin yaratilmis?” sorusuna sikça muhatap oluruz Böyle bir soruyu kendimize yahut bir baskasina sormamiz, bizim için büyük bir Ilâhî ihsandir Söyle ki: Bu soruyu günes kendisine soramadigi gibi, bir baska yildiz da günese sorabilmis degil Yine bu soruyu bir ari bir baska ariya, yahut bir koyun berikine sormaktan aciz Demek oluyor ki, bu sorunun cevabini arayan insanoglu, kendi varligini istedigi sahada kullanma konusunda serbest birakilmis; bir arayis içinde ve bu konuda bir imtihana tabi tutulmus

Bu imtihani kazanmanin tek yolu, sorunun cevabini bizi yaratandan ögrenmemizdir Bu noktaya varan insanlar gerçegin kapisini çalmis olurlar Ve kendilerine Kur’an lisaniyla, Peygamber diliyle cevaplari verilir

“Ben cinleri ve insanlari, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattim” ( Zâriyât Sûresi, 56)

Nur Küllîyatinda ibadete “marifet” manasi veriliyor Bu mana üzerinde çogu tefsir alimlerimiz ittifak etmisler Namaz, oruç gibi ibadetler ise bu marifetin neticesidir Yani, insan nimetin sükür gerektirdigini idrak edecektir ki, sonra bu sükür ve hamd vazifeni yerine getirsin

Insan, bu kâinati dolduran Ilahi mucizelerin tefekkür ve hayreti icap ettirdiklerini bilecektir ki, tespih ve tekbir vazifesini ifa etsin

Insan, baska insanlara merhamet etmesi gerektiginin suuruna erecektir ki zekât ve sadaka verme yolunu tutsun

Bütün bunlar imanin ve marifetin, yani Allah’a inanmanin ve onu tanimanin meyveleridir

Nur Külliyatindan bir marifet dersi: “Su kâinattan maksad-i âlâ, tezahür-ü Rububiyete karsi, ubudiyet-i küllîye-i insaniyedir” ( Sözler, 264 )

Rububiyet, terbiye edicilik manasina geliyor Bütün alemlerin her birinde bu fiil bir baska sekilde, bir baska güzellikte, bir baska mükemmellikte kendini gösteriyor Ve biz her namazda Fatiha Sûresini okurken alemlerin Rabbine hamd etmekle bu farkli terbiyelerin suurunda oldugumuzu ilan etmis oluruz

Isiklar alemini de Allah terbiye ediyor, gözler alemini de Ve biz, günesin isik verecek sekilde, gözümüzün de ondan faydalanacak biçimde terbiye edildiklerini düsünerek Rabbimize sükretmekle “tezahür-ü Rububiyete karsi, ubudiyet” vazifemizi yerine getiririz

Gida maddelerinin yenilecek sekilde, agzimizin, dilimizin, midemizin de onlardan faydalanacak tarzda terbiye edildiklerini nazara alarak Rabbimizin bu sonsuz ihsanlarini hayret ve tesekkürle karsiladigimizda, yine o rububiyete karsi ubudiyetle mukabele etmis oluruz

Kâinatin yaratilmasi insan için, insanin yaratilmasi ise ubudiyet içindir Burada dikkatimizi iki kelime çekiyor; âlâ ve küllîye kelimeleri Bu iki kelime bize bu vazifeyi yapan daha baska varliklar da oldugunu haber veriyorlar Su var ki, insan ubudiyet vazifeni onlardan daha üstün ve daha küllî bir derecede yapabilecek bir istidada sahip Sözünü etmek istedigimiz bu varliklar, meleklerle cinlerdir

Bir melek, bir meyveyi tefekkür ederken, dünün sekilsiz, renksiz elementlerinin bugün güzel bir varlik haline gelmelerini, sert agaçtan bu yumusak meyvelerin çikmasini hayretle seyreder Ama o meyvenin tadini, vitaminini, kalorisini düsünemez, tefekkür edemez Zira, istidadi buna müsait degildir

Insana bu noktada bambaska bir kabiliyet verilmistir O, akliyla, hayaliyle sadece hazir esyayi degil, o anda görmedigi nice seyleri hatta geçmisi ve gelecegi düsünebilir Böylece fikri, düsüncesi, anlayisi ve feyzi küllîlesir Eline aldigi bir meyveyi yerken, o anda bir milyonu askin canli türünün sonsuz denecek kadar çok fertlerinin rizklandiklarini, kendisinin de bu Ilâhî sofradan faydalanan bir fert oldugunu düsünebilir ve böylece Allah’in Rezzak ismini küllî manada tefekkür etme imkanina kavusur

Dilerse, düsüncesini geçmis ve gelecek zamanlara da götürür Bütün zamanlarda ve mekânlardaki her türlü nimeti ve onlardan istifade edenleri, hayalinin yardimiyla, birlikte düsünür ve tefekkürü daha da küllîlesir

Bütün Ilâhî isimlerin tecellileri için benzer seyler söylenebilir

Nur Küllîyatinda, “Iyyake na’büdü” “Biz ancak sana ibadet ederiz” ayetinin açiklamasi yapilirken, ayet-i kerimede niçin ben degil de biz denildigine dikkat çekilir ve böyle denilmekle üç ayri cemaatin kastedildigi ders verilir Bunlardan birisi bütün müminler, digeri vücudumuzda vazife gören ve her biri kendine mahsus bir ibadetle mesgul olan bütün organlar, hücreler, duygular,, üçüncüsü ise bütün bir varlik âlemi

Demek oluyor ki insan, bütün varlik alemi n----- “Iyyake na’budü” diyebilecek bir kabiliyettedir Iste tek basina da namaz kilsa, ferdiyetten kurtulup bu üç cemaatin ibadetlerini Rabbine takdim eden insan küllî bir ibadet yapmis demektir

Insanin bu kâinata meyve olmasi da böyle bir neticeyi dogurmaktadir Bir agacin bütün birimlerini suurlu farz verseniz, en küllî tefekkürü meyve yapacaktir Çünkü meyvenin içindeki çekirdek bütün agaçtan süzüldügü için o meyvede agacin tümünün ibadetlerini temsil etme, tefekkür etme kabiliyeti bulunacaktir

Bu küllî ubudiyeti en ileri derecede yapanlar kâinat agacinin en mükemmel meyveleri olan peygamberler ve özellikle Peygamber Efendimiz Hz Muhammed’dir(asm)

“Maksad-i âlâ ve ubudiyet-i küllîye” manalariyla su kutsî hadis arasinda yakin bir ilgi vardir: “Sen olmasaydin ben felekleri yaratmazdim

Nur Küllîyatinda insanin vazifesiyle ilgili birçok bahis mevcut Bunlarin bir özeti olarak birkaç maddeyi takdim etmek isterim:

- Ruhuna bir Ilâhî ikram olarak takilan, ilim, irade, görme, isitme gibi sifatlarini Allah’in sifatlarini bilmeye bir vasita olarak kullanmak Kendi ruhundan Ilahi sifatlari bilmek için açilan bu marifet pencerelerini iyi degerlendirmek

- Akil kuvvetini hikmet dairesinde, sehvet kuvvetini iffet dairesinde, gazap kuvvetini secaat dairesinde kullanmak

- Muhabbetini ancak Allah’a vermek ve mahlukati da yine Onun n-----, Onun isimlerine ayna olmalari, kemaline isaret etmeleri, cemalinden haber vermeleri cihetiyle sevmek

- “Ibadatin bütün enva’ina müstaid bir fitratta” yaratildiginin suurunda olup bütün ibadet çesitlerinin ayri ayri feyizlerinden azami ölçüde nasiplenmeye çalismak

- Kendisine verilen “kalb, sir, ruh, akil hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-i ebediyeye yüzlerini çevirmek” Böylece bunlarin her birini kendine mahsus ibadetiyle mesgul etmek

- Duygularinin her biriyle Allah’in rahmet hazinelerinden birini açmak, ondan güzelce faydalanmak ve küllî sükretmek

- Aczini ölçü alarak Allah’in kudretini, fakrina bakaran Onun rahmetini, noksanliklarini düsünerek Onun kemalini tefekkür etmek Rabbini sonsuz kemal, rahmet ve kudret sahibi, kendi nefsini ise yine sonsuz aciz, fakir ve noksan bilmek

- Ruhunu günahlardan, bedenini de her tüllü kirlerden, pisliklerden uzak tutarak Ilahi huzura çikmak

- Kendini Allah’in en mükemmel eseri olma cihetiyle meleklerin, ruhanilerin seyrine, temasasina güzelce sunmak

Iste insan bu gibi ulvî gayeler için yaratilmistir Ama ne yazik ki, bir çok insan, kendini unutmus ve bu gayelerden gafil olarak sadece dünya hayatini rahat bir sekilde geçirmek için çabalar Bütün kâinatin ibadetlerini temsil etme kabiliyetine sahip oldugu halde, sadece çevresindeki bir gurup insanin teveccühlerini kazanmayi ve kendisini onlara begendirmeyi hayatina gaye edinir

Bir süre sonra kendisi de, o insanlar da dünyadan göçüp gitmekte ve bütün bu gayeler de onun bedeniyle birlikte adeta topraga gömülüp kaybolmaktalar

Cevap 2:

Bir doktor, bir hastaya bazi ilaçlari mutlaka kullanmasi gerektigini söylese, hasta da o doktora: Bu ilaçlari benim kullanmama senin ne ihtiyacin var diyebilir mi? Hayir Çünkü o ilaçlara doktorun degil hastanin ihtiyaci vardir Bunun gibi ibadetlere de hasa Allah'in degil bizim ihtiyacimiz vardir

Yeryüzünün tamamini küçücük aynalardan olusmus farz edelim Bu aynalarin isik ve sicakligi gökteki günesten alacaklari apaçik bir gerçektir Gökteki günesin aynalarda yansimasinda, onlari isiklandirmasinda bir ihtiyaci oldugu düsünülemez Yani günesin aynalarda yansiyip yansimamasi bir ihtiyaçtan dolayi degildir Yansima hadisesi olmasa da onun isigindan, sicakligindan, yedi renginden hiçbir sey eksilmez Günes, isigi ve kütlesi ile ne ise yine odur Yansima olayindaki bütün fayda ve menfaat, ancak aynalara aittir Onlar, karanliktan kurtulup, isiga kavusma hususunda günese muhtaçtirlar Yoksa günes, onlarin aydinliga çikmalarina muhtaç degildir

Simdi yukaridaki örnegi biraz daha gelistirerek günesi ilim, irade, kuvvet ve hayat sahibi; aynalari da akil ve suur sahibi olarak kabul edelim Simdi tekrar düsünelim, akil ve suur sahibi aynalar, günesi sevmeleriyle günesin mükemmelligine, muhtesemligine ne katabilirler? Yahut ona isyan ederek onun yüce sanindan ne eksiltebilirler? Mesela günesin bitki ve hayvanlara isik vermesinde ne faydasi olabilir? Yahut vermemesinde, onun için ne eksiklik düsünülebilir? Elbette hem fayda hem de zarar onlara aittir

Aynen yukaridaki misaller gibi, Allahin varlik âlemini yaratmasinda Onun sonsuz kemalinde bir fazlalik oldugu düsünülemez Mevcudati yaratmasaydi yine onun kemalinden hiçbir sey eksik olmazdi Mesela hadsiz yildizlarla yaldizlanmis su gök kubbenin, üzerimizde bir çadir gibi çatilmasinda ve yeryüzünün rengârenk çiçeklerle süslenmis bir hali gibi ayagimizin altina serilmesindeki bütün faydalar bize aittir

Hak Teâlâ, ne varliklarin yokluktan varlik âlemine çikmalarina, ne meleklerin onu sena ve methetmelerine, ne de insanlarin ibadet ve itaatlerine muhtaçtir Bunlar olsun ya da olmasin, O, zatinda hamd ve senaya lâyik, esi, misali, dengi olmayan bir Allahtir Sonsuz zenginlik sahibi, her sey kendisine muhtaç ve o hiçbir seye muhtaç olmayan Allahin ihtiyaçtan münezzeh oldugunu böylece tespit ettikten sonra, kâinati niçin yarattigi hususuna bakalim

Kâinatin yaratilmasindaki en önemli cihet, Allahin kendi manevi cemal ve kemalini, yani ilminin eserlerini, kudretinin harikalarini, isimlerinin tecellilerini, zenginliginin genisligini, ihsan, sefkat ve merhametinin yansimalarini, varlik aynalarinda bizzat kendisinin müsahede etmesidir

Kâinatin yaratilmasinin ikinci ciheti Allahin rahmetidir Rahman ve Rahim olan Allah, insanlari ve diger canlilari yokluk karanliginda birakmayi dileyebilirdi Ama Onun o sonsuz rahmeti buna müsaade etmemis ve bu varlik alemi ve ondaki bu sonsuz canli alemler varlik sahasina çikmislardir

Kâinatin yaratilisinin üçüncü ciheti ise ahiret alemine bakmaktadir Hadis-i Serifte bildirildigi gibi “Dünya ahiretin tarlasidir” Tarlanin yaratilmasi mahsulleri içindir Bu fani dünyanin mahsulü ebedi ahiret alemleridir

Bu üçüncü gayede en büyük pay insan nevine ve o nevin temsilcileri olan peygamberler taifesine ve onlarin reisi olan ahir zaman peygamberi, bizim peygamberimiz Hz Muhammede (asm) aittir Yani alemler Onun için ve onun teblig arkadaslari olan diger peygamberler için ve bu irsat ve ikaz kafilesinin izinde giden salih ümmetler için yaratilmistir


Alıntı Yaparak Cevapla