Yalnız Mesajı Göster

Keşke Şöyle Olsaydı, Demenin Bir Sakıncası Var Mıdır?

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Keşke Şöyle Olsaydı, Demenin Bir Sakıncası Var Mıdır?






Lûgat Manâsıyla Temennî

Temenni, bir şeyi dilemek ve ummak manâsına gelir Umulan, temennî olunan şeye (minye/münye) ve (ümniyye) denir (M Asım Efendi, Kamus Tercemesi, 3/39) Temennî, okuma ve yazma manâlarında da kullanılmıştır İbn Manzur, tilâvete “ümniyye” de dendiğini, çünkü, Kur’an okuyanın rahmetle ilgili bir ayet geldiğinde onu temennî ettiğini, azap ayeti gelince de ondan kurtulmayı dilediğini söyler Ayrıca, temennînin “aslı olmayan sözü söylemek” anlamında istimal edildiğini de belirtir (İbni Manzur, Lisanu’l Arab, 157293-5)

Temennide, gerçekleşmesi istenen ve husulü arzu edilen o şeyin (mütemennâ) husulünün mümkün olması da şart değildir Muhal şeyler de temennî edilir; “N’olaydı gençliğim avdet edeydi!” mısraında olduğu gibi Adanavî Abdunnafi Efendi’nin ifadesiyle, temennî edilen şey ya imkânsızdır veya imkân dairesinde olduğu halde gerçekleşmesi çok uzak bir ihtimaldir; fakat, temennî sözleriyle, isteğin olması, istenilenin meydana gelmesinden daha çok mücerret muhabbetin açığa vurulması kastedilmektedir Bundan dolayı, temenni edilen şeyin bizatihî mümkün olması gerekmeyip, gerçekleşmesi mümkün bulunmayan şeyler dahi temenni edilir Çok kere vaki olur ki, insan, kendisi için elde edilmesi muhal olan bir şeye muhabbet duyar ve onu temenni eder Hasılı, temenni edilen şey bazen mümkün, bazen de muhal olur (Abdunnâfî Efendi, 278-282)

Türkçe’de temennî genellikle, geçmiş zaman için gereklilik kipinin rivayet ve hikâye sigalarıyla, gelecek zaman için de aynı kipin şart ve hikaye sigalarıyla ifade edilir Diğer bir ifadeyle, gerçekleşmesi mümkün olsun veya olmasın bir dileği, bir arzuyu, bir isteği ortaya koymak için istek, dilek-şart ve gereklilik kipleri kullanılır ve bu şekildeki cümlelere de “istek cümlesi” denir İstek cümleleri, “Allah analı babalı büyüte” ve “Aşkın şarabından içem / Mecnûn olup dağa düşem / Sensin dün ü gün endişem / Bana Seni gerek Seni” (Yunus Emre) örneklerinde olduğu üzere istek kipiyle kurulabildiği gibi; “Fırsat bulsam da köyüme gitsem”, “Herkes sevgiye koşsa, düşmanlıklar unutulsa” türünden dilek-şart kipiyle ya da “Kur’an’ı en az ayda bir hatmetmeliyim”; “Hareketlerime dikkat etmeli ve tebliğ vazifesiyle beraber temsilin de hakkını vermeliyim” şeklindeki gereklilik kipiyle de kurulabilir

Fiil kiplerine ilaveten, bari, tek, n’olaydı ve keşke gibi edatlar da temennî bildirir “Veda eyler iken bakdı, dedi hasretle ol mehru / N’olaydı olmayaydı beynimizde ülfet evvelden” mısraında olduğu gibi “n’olaydı”; “Zülfün görenlerin hep bahtı siyah olurmuş / Tek zülfünü göreydim bahtım siyah olaydı” sözündeki “tek”; “Ateş-i aşkın hakikat pek tahammülsüz imiş / Olmayaydım kaşki sen bîvefaya aşina” beytindeki “keşke” ve “Hakkımdaki tegâfülüne sabreder idim / Ağyara bâri etmemiş olsaydı iltifat” mısralarındaki “bari” kelimeleri, temenni ifade etmek için kullanılır (Tâhir’ul Mevlevî, 64)

Kur’an’da Temennî Edatları

“Bari, tek, keşke, n’olaydı, ne olurdu” gibi manâlara gelen “Leyte”, Kur’an-ı Kerim’de ondört yerde değişik şekillerde kullanılmıştır Meselâ:

“Onlar ateşin karşısında durdurulup da, ‘Ah n’olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek, mü’minlerden olsak!’ dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler!” (En’am, 6/27)

“Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevrileceği gün: ‘Ah!’ derler, ‘ah ne olurdu! Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik’!” (Ahzab, 33/66)

Genelde, gerçekleşmesi imkân dahilinde olmayan bir temenni için kullanılan edatlardan biri de “keşke olsaydı” anlamındaki “Lev”dir Kur’an-ı Kerim’de çok yerde geçmekle birlikte, yaklaşık yirmi ayette temenni ifade etmektedir Meselâ:

“Dini inkâr edip Resûl’e isyan edenler, işte o gün yerin dibine girmek, yerle bir olmak isteyecekler Onlar hiçbir sözlerini, hiçbir kabahatlerini Allah’tan gizleyemezler” (Nisa, 4/42)

“Ve ilave edecekler: “Keşke biz gerçeği işiten ve aklını çalıştıran kimseler olsaydık, elbette bu alevli ateşe girenlerden olmazdık!” (Mülk, 67/10)

Aslında bir soru edatı olan “Hel” ender de olsa temenni için de kullanılır Kur’an-ı Kerim’de “Hel”in bu şekilde istimaline dair örnekler mevcuttur:

“O gün cehenneme Biz: “Doldun mu,?” dedikçe O: “Daha yok mu?” diye iştahını dile getirir” (Kaf, 50/30)

“Lealle” edatı, tereccî yani, korkulan veya umulan bir işin, bir durumun beklenmesini ifade eder Türkçe’de “umulur ki, ihtimal ki, ümit edilir ki, ola ki, keşke olsa, korkarım ki, umarım, belki” gibi anlamlarla tercüme edilir (MÇelen, 243) “Lealle”nin temenni için kullanıldığı da olur Bu noktada şu ayrımı yapmak da faydalı olacaktır: Temenni, nefsin olmasını arzu ettiği ama daha çok imkânsız istekler ve yakınmalardır Tereccîde ise, istenilen iş mümkündür ve olması beklenir Temennide hep arzulanan, nefsin hoşuna giden şeylere özlem vardır Tereccîde ise, bazen hoşlanılmayan şeyleri bekleme de söz konusudur Kur’an-ı Kerim’de “Lealle”nin temenni için kullanıldığı ayetler de vardır Meselâ:

“Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: ‘Ya Rabbî!’ der, ‘ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım’ Hayır, hayır! Bu, onun söylediği manâsız bir sözdür Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır” (Mü’minûn, 23/99-100)

“Tuttular, Allah’tan başka tanrılar peşine düştüler, ümit ettiler ki yardıma nâil olacaklar!” (Yasin, 36/74)

Arapça’da, bir diğer temennî edatı “E La”dır “E La”, “temenni ederim, umarım, keşke” manâlarına gelmektedir Kur’an-ı Kerim’de tenbih, tevbih ve inkâr, olumsuz ifadeyle soru, arz ve tahdit manâlarında kullanılmıştır; fakat, temennî edatı olarak kullanıldığı yer yoktur

Mü’minlerin “Keşke”si ve Müflislerin Temennîsi

Kur’an-ı Kerim, bir yandan iman mahrumlarının hem bu dünyada hem de âhirette pişmanlık, esef, korku ve dehşetle, temenni sözlerini birbiri ardına sıralayacaklarını belirtip misaller verirken, diğer taraftan da, mü’minlerin Allah’ı ve hak dini insanlara tanıtma, onları İslâm’ın gölgesinde bir hayata sevketme ve bu vesileyle Rabb’in rızasını kazanma gayesine matuf temennilerine de vurguda bulunur ve bu konuda örnekler serdeder Evvelâ, Cenab-ı Hakk’ın kullarına karşı merhametini gösteren –kendi Zat’ına has – “keşke” ifadelerini nazara verir: “Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir Keşke bunu bir bilselerdi!” (Ankebut, 29/64) “Savaşa çıkmayıp Resûlullah’tan ayrılarak geride kalanlar, oturmalarından memnun olup sevince garkoldular Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten hoşlanmayıp ‘Bu sıcakta sefere çıkmayın!’ dediler De ki: ‘Cehennem ateşi, bundan da sıcak! Ona nasıl dayanacaksınız?’ Keşke bunu bilip anlasalardı!” (Tevbe, 9/81) mealindeki ilâhi beyanlarda olduğu gibi bazı ayetleri “Keşke bilselerdi, keşke anlasalardı” fezlekesiyle bitirir Daha sonra da, her devirde Allah elçilerinin ve salih kulların insanlığın imanı için yanıp yanıp tutuştuğunu, beşerin dünya ve ahiret saadetini ölesiye arzu ettiklerini ve temennilerini bu hususa bağladıklarını misalleriyle anlatır

Böyle makbul bir temenniye örnek olarak Yâsin Suresi’nde kendilerinden bahsedilen üç elçinin hikayesi verilebilir Müfessirlere göre bunlar, Hazreti İsa’nın (as) Antakya halkına gönderdiği elçilerdir Kur’an, bunları, “Sen şimdi onlara misal olarak şu şehir halkını anlat: Mâlum şehir halkını ki, hani onlara da elçiler gelmişti Evet, iki resul gönderdik onlara, ‘Yalancı!’ deyip yalanladılar o ikisini Bunun üzerine, güçlendirdik o iki elçiyi bir üçüncü resulle; dediler hep birden: ‘Biz Allah’ın elçileriyiz size’!” (Yasin, 36/13-14) ifadeleriyle takdim buyurur Ayetlerden de anlaşılacağı üzere şehir halkı, Allah’ın elçilerinden ilk gelen ikisine inanmaz ve onları yalanlarlar; dahası taşlayarak öldürmekle tehdit ederler Derken üçüncü bir şahıs şehrin öbür ucundan koşarak onların bulunduğu yere gelir Bu zat, tefsircilerin bildirdiğine göre Habib-i Neccar’dır O da elçilerin davetini seslendirir; “N’olur ey kavmim! Gelin siz bu resullere uyun! Sizden bir ücret istemeyen, sizden hiç menfaat beklemeyen, dosdoğru yolda yürüyen bu kimselere uyun” (Yasin, 36/20-21) der Fakat halk, ona da hüsn-ü kabul göstermez İnsanlar bütün gayzlarını ona boşaltmak istercesine üzerine yürürler Eline herhangi bir şey geçiren durmaz, Habib’e savurur; taşlarla, sopalarla vücudu harap olan o iman abidesi ise sözünden dönmez; “Hem ne olmuş ki bana? Neden tapmayayım beni yaratana? Hem sizlerin de dönüşü olacak O’na!” (Yasin, 36/22) der durur

Habib-i Neccar, azgınların işkencelerine ve taş yağmuruna dayanamayacağını anlayınca sükut eder Tam ruhunu teslim edeceği, ötelere yürüyeceği sırada bir ses duyar; ona, “Buyur, Cennete gir!” (Yasin, 36/26) denilir Bu sözü ister bir melekten duysun, isterse de kendi vicdanında hissetsin; onu duyunca içi burkulur burkulur da “keşke” der Fakat onun “keşke”si kendi adına değildir Anlatmıştır insanlara hak ve hakikati; ama taşla-sopayla mukabele görmüştür Şehadet mertebesine ereceği an da insanlık için yaşayan ve halkın saadetini düşünen bir hak eri olarak kendine yakışır temenniyi seslendirmiş, “Ah halkım bir bilseydi!” demiş ve dünyaya şu sözle veda etmiştir: “Ah keşke bir bilseler: Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara garkettiğini!” (Yasin, 36/27)

Âyetlerden de anlaşıldığı üzere, temenninin, daha çok inançsızlara ve hayatlarını israf edenlere ait olan mezmum şekli, bir de, mü’minlere, özellikle de ibadete ve Allah yolunda hizmete doymayan “daha yok mu?” ehline ait muhasebe, murakabe, himmet ü gayret ifade eden şekli vardır Bu çalışmamızda, önce onun birinci şekli üzerinde duracağız


Alıntı Yaparak Cevapla