Prof. Dr. Sinsi
|
Keşke Şöyle Olsaydı, Demenin Bir Sakıncası Var Mıdır?
Dünya Yörüngeli Temenni
Misallerde açıkça görüldüğü ve görüleceği üzere, mü’minlerin temennisi tevbe, azim ve kasıt televvünlüdür İmandan mahrumların temennilerine gelince onlar, dünya adına bir nedametin ve iç acısının tezahürleridir, boş ve varidatsızdır Meselâ, Tebuk Seferi’ne çıkıldığında Ka’b b Malik (r a ) –kendi ifadesiyle– bir ihmalkârlık sonucu geride kalmıştı Artık yola çıksa da orduya yetişemeyeceğini anlayınca hüzünden iki büklüm olmuştu ve o derin üzüntünün ifadesi dudaklarından “Keşke Allah Rasulü’ne yetişebilse ve Onunla beraber olabilseydim! ” şeklinde dökülmüştü “Keşke” sözü onda bir seyyienin pişmanlığı olarak, tevbesinin bir buudunu teşkil ediyordu; geri kalan kısmı ise, doğruluğunun ve sadakatinin arkasından gelen af fermanı tamamlıyordu ” (Buhari, “Megazi”, 79; Müslim, “Tevbe”, 9/53) Ka’b b Malik’in temennisine mukabil cihada çıkıp yarı yolda nifaklarını kusarak geri dönen münafıklara bakılırsa onların temennisinin ne kadar boş bir kuruntudan ibaret olduğu görülecektir Onlar, müminlerin başına bir felâket gelirse derler ki: “Neyse ki, Allah bana lutfetti de onlarla beraber çıkmadım ” (Nisa, 4/72) Fakat, Allah’tan, inananlara bir nimet ve inayet erişirse, bu defa da, “keşke”lerle inler; “Ah! n’olurdu, ben de onlarla beraber olaydım da zafer kazanaydım, büyük bir ganimete konaydım!” diye sızlanırlar (Nisa, 4/73) Ne tevbe, ne cihad şevki, ne ahiret için azık edinme gayreti ve ne de Peygamberle beraber olma arzusudur onların içini yakan Pay alamadıkları zafer ve kaçırdıkları bol ganimettir ciğerlerine pişmanlık ateşi salan
Buna karşılık, Allah Teâlâ, bir mü’minin diğer bir insanın malına, makamına, kabiliyet ve meziyetlerine göz dikmesini yasaklamıştır Bir mü’min, başkalarına bahşedilen ama kendisine verilmeyen lütuflara göz dikerek yakınmalarla kendini mahvedeceğine, içini kemiren kin, kıskançlık, çekememezlik ve intikam gibi yıkıcı duygulara kapılacağına, komplekslere gireceğine ve bunların neticesi olarak yüce Allah’ın adaletinden ve her şeyi kulları arasında isabetli biçimde dağıttığından kuşkulanacağına haline kanaat etmeli ve şükür hisleriyle dolmalıdır Çünkü kanaatsizlik ve başkalarının elindekine göz dikme saikiyle dünyalık temennilerde bulunma haset, kin ve düşmanlık hasıl eder; Allah’ın takdir ve taksimine razı olmama manâsına gelir Kendi hakkında takdir edilmeyen bir şeyi temenni etmek, kaderdeki hikmete karşı gelmektir ve kısır bir ızdırap kaynağıdır Başkasının çalışıp didinmesine bir mükâfat olarak takdir edileni kuru kuru temenni etmek de bir münasebetsizlik, avarelik ve zamanı boşa harcamaktır Bundan dolayı Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır Çalışın da, daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından isteyin Allah, her şeyi hakkıyla bilir ” (Nisa, 4/32)
Allah’ın verdiklerine kanaat etmeme ve daha fazla dünyalık talebinde bulunma bir küfür sıfatı ve âhirete inanmama veya iyi inanamama hastalığının bir sonucudur Nitekim Kur’an-ı Kerim, bu konuda, Karun’un hazineleri karşısında insanların tavır ve davranışlarını iki gruba ayırır ve bir ibret tablosu olarak onların halini gözler önüne serer Karun bir gün, yine bütün ihtişam ve şatafatıyla halkının karşısına çıktığında dünya hayatına çok düşkün olanlar: “Keşke bizim de Karun’unki gibi servetimiz olsaydı Adamın amma da şansı varmış, keyfine diyecek yok!” (Kasas, 28/79) demişler; onların bu temennilerine karşılık, âhirete inananlar ise: “Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa iman edip güzel ve makbul işler yapanlara Allah’ın Cennet’te hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır Buna da ancak sabredenler nâil olur ” (Kasas, 28/80) sözleriyle mukabelede bulunmuşlardı
Mal, mülk ve dünyalık arzusuyla yanıp tutuşanlar, servet ü sâmânlarıyla kibirlenip gururlananlar, sırça saraylarında ölmeyecekmişçesine zevkten zevke yürüyüp duracaklarını zannedenler, bolluk ve refah halindeyken Rezzak-ı Hâkiki’yi hiç hatıra getirmeyenler, bu nankörlüklerinin tokadını yiyip azaba uğradıklarında pişman olacak ve “keşke”lerle inleyeceklerdir Kur’an-ı Kerim, Kehf Suresi’nde biri fakir ama mütevazı ve kanaatkâr, diğeri de zengin fakat oldukça kibirli ve tamahkâr iki arkadaşın misalini anlatır anlatır ve o güzelim bağının bozulup yok olabileceğine hiç ihtimal vermeyen, kıyametin kopacağına da inanmayan mütekebbirin esef ve hasretini, temenni ve hayretini bir ibret vesilesi olarak hatırlatır: “Çok geçmeden, bütün serveti kül oldu  bu hali görünce, bağın çökmüş çardakları karşısında, yaptığı masraflarına, harcadığı emeklere acıyıp avuçlarını ovuşturakaldı! “Ah! n’olaydım, keşke Rabbime ibadette hiçbir şeyi ortak koşmamış olaydım!” demeye durdu (Kehf, 18/42)
Ötelerde Dehşet Yüklü Temenniler
Mü’minlerin her zaferinden sonra veya dünyada başlarına gelen felâketleri gördüklerinde iç geçirip derin bir hasretle “Keşke vaktiyle Müslüman olmuş olsaydık!” (Hicr, 15/2) diyen inançsızlar, Azrail (aleyhisselâm) ile karşılaştıklarında bu sözü daha bir derin söyleyecek ve hele kıyamet gününde “keşke keşke” feryatlarıyla inleyeceklerdir Evet, dünyadaki “keşke”lerden çok daha iç yakıcı temenniler âhirette sadır olacaktır Kur’an-ı Kerim, kâfir ve fâcirin kabir ve sonrasındaki nedamet ifadelerine ve temennilerine de dikkat çekmekte; bizleri, âhirette “keşke keşke” deyip sızlanmamak için burada dikkatli yaşamaya davet etmektedir
Dünyanın sarsılıp parça parça döküldüğü, insanların mahşer meydanında çığlık çığlığa bir oraya bir buraya yürüdüğü, bir kurtuluş vesilesi bulmak için koşarken ter gölüne gömüldüğü ve Cehennem’in ortaya çıkarıldığı o gün işte o gün anlayacak asiler işin aslını anlayacak ve “Keşke sağlığımda bu hayatım için hazırlık yapsaydım” (Fecr, 89/24) diyecekler O müthiş gün gelip çatınca herkes kendi derdine düşecek, sırf kendini düşünecektir Annelerin yavrularını dahi unutacağı o gün, dünyadayken aldanmış yığınların bağlandıkları bütün liderler, kendisine itaat edilen ve arkasından gidilen kimseler de bağlılarını korumak bir yana, kendilerini korumaktan bile âciz kalacaklardır Liderler ile onların peşinden gidenler arasındaki bütün bağlar, ilişkiler ve ipler bir anda kopuverecek ve hiç olmazsa arkasından gidenlerin sorumluluğundan kurtulmak için metbular tâbîlerinden köşe bucak kaçacaklardır İşte o zaman bir temenni çığlığı daha kopacaktır “O tâbi olanlar şöyle derler: ‘Ah ne olurdu, keşke, elimize bir fırsat geçse de onların bizden uzak durdukları gibi biz de onları bir reddetseydik’!” (Bakara, 2/167)
Liderlerinden yüz bulamayan zavallılar, eş ve dostlarından, yakın arkadaşlarından medet umacak, suçluluk ve çaresizlik içinde kendilerine uzanacak bir el arayacaklar; ama, arkadaşları tarafından da terkedildiklerini, hattâ o güne kadar dost görünen şeytanın bile onları yüzüstü bıraktığını görecekler görecekler de her biri kendisini Cehennem’e sürükleyen kötü arkadaşından şikâyet edecek; ona duyduğu nefretle “Keşke seninle aramız doğu ile batı arası kadar uzak olsaydı! Meğer sen ne kötü arkadaşmışsın!” diyecek (Zuhruf, 43/38); fakat Cenab-ı Allah onlara, “Bu temenniniz bugün size hiçbir fayda vermez Çünkü hayat boyunca birlikte zulmettiniz Burada da azabı birlikte çekeceksiniz ” buyuracaktır (Zuhruf, 43/39)
|