Prof. Dr. Sinsi
|
Bitlis Efsaneleri ( Tüm Bitlis Efsaneleri )

BİTLİS EFSANELERİ

Nemrut Efsanesi
Zalim kral Nemrut yaşadığı dönemde Tatvan yakınında bulunan dağı
yayla olarak kullanmıştır, Nemrut dağı volkanik patlaması başlayınca
dağ eteklerine yerleşmiş durumda olan köylerin üzerine ateş parçaları
gelmeye başlar, bu arada halk Nemrutun İbrahim Peygambere yapmış
olduğu zulüm akıllarına gelir,yayla olarak kullandığı dağın verdiği zarar
karşısında sözler söylemeye başlanır, Nemrutun zulmü gibi oldu derler
ve dağın ismi Nemrut olarak kalır

El-Aman Efsanesi
Bitlis-Tatvan yol güzergahı üzerinde bulunan El-Aman hanı zamanla
gaddar bir hancının eline geçer kervan yolu üzerinde bulunan handa
kervancılar zorunlu olarak konaklamak durumunda kaldıklarında,
gaddar hancı kervancılara her türlü zorluklar çıkararak adeta
bıktırırdı Bu handa sağ salim kurtulanlar kaçıp uzaklaşırlardı, handan
söz ederlerken EL-AMAN derlerdi,bunun üzerine hanın ismi El-Aman
hanı olarak kalmıştır

Altun Kalbur Efsanesi
Bitlis in Mutki yolu üzerinde ihtiyar bir kadın, deve ve koyunlarını
otlatıyormuş O tarihte bu efsane söz konusu olmadığı gibi, sözü
edilen yerde herhangi bir pınar veya su bulunmamaktaymış
Kendisinin ve hayvanlarının çok susadığını gören bu ihtiyar kadın,
ellerini havaya kaldırarak Allah tan su istemiştir
Suyu verdiği takdirde kendisine bir kurban adayacağını söylemiştir
Yüce Allah, kadının dileğini kabul etmiş, şimdiki ismiyle Altun Kalbur
suyunu ortaya çıkarmıştır Bunu gören kadın; başta kendisi, develeri
ve koyunlarını kana, kana sulamış, daha sonra otlamaları için serbest
bırakmıştır Kendisi bir kenara çekilerek hamur yoğurmaya başlamıştır
Hamur yoğururken bir tarafının kaşındığını hisseder Orasını kaşıdığı
zaman eline irice bir bit gelir Biti iki elinin baş parmakları arasına alarak çıtlatmış ve
“işte; Allah yoluna kurban olsun” demiştir
Kadının iki eli hamurun içinde, develeri ve koyunlarıyla beraber taş
kesilmiştir Sözü edilen yerde bu gün bile insan ve deve şekillerini
andıran kayalar bulunmaktadır

Malhan Hazinesi Efsanesi
Bayındır Han zamanında Ahlat ta fakir bir aileye mensup bir ana ile oğlu
yaşarmış
Bu ailenin geçimini, çobanlık yapan oğul sağlarmış Bir gün Ahlat ın
meydanlık mezarlığı semtinde hayvanlarını yaydıktan sonra vakit de öğlen
olduğundan, yemeğe oturmuştur Yemeğini yedikten sonra eline aldığı bir
küçük ağaç parçasıyla vakit geçsin diye toprağı eşmeğe başlamıştır Toprağı
eşerken ufak bir delik açılır
Bunu merak eden çoban, deliği genişletmeye başlar Bir müddet sonra
genişleyen delik, kuyu halini alır Kuyudan aşağıya doğru bir merdivenin
indiğini gören çoban,
korku ve heyecan içinde merdivenden aşağıya iner Aşağıya inen çoban
kendisini bir salonun içinde bulur Salona açılan birçok odalar ve odaların
kapılarının üzerinde anahtarlar görür Anahtarları alıp odaların kapılarını
açan çoban, çeşitli süs eşyalarıyla altınla dolu bir hazine görür Hemen
dışarıya çıkarak deliğin ağzını kapatır, yeri belli olsun diye bir işaret bırakır
Akşam eve gelen çoban, annesine Bayındır Han’ın kızını istemesini söyler
Hayrete düşen anne oğluna, böyle bir şeye nasıl cesaret ettiğini söylerse de
çoban isteğinde diretir Sonunda ısrarlar karşısında mecbur kalan anne,
Bayındır Han’a giderek kızını oğluna ister Bu isteğe gülen Bayındır Han işi
şakaya dökerek; “benim sarayım gibi
bir saray yapar, bir altın mutfak takımı, bir altın kahve takımı, bir altın
beşik ve çeşitli altından süs eşyalarını getirir, bütün ülkenin davet edildiği,
kırk davul ve kırk zurnanın çalındığı, kırk gün kırk gece süren bir düğün
yapılırsa kızımı oğluna veririm” der Kadın Bayındır Han’ın bu şartlarını
oğluna iletir Oğlu da şartsız olarak Bayındır Han’ın isteklerini kabul eder
Kadın oğlunun, ileri sürülen şartları kabul ettiğini Bayındır Han’a bildirir
Daha evvel şaka yoluyla da olsa söz veren Bayındır Han’da istemeyerek
kabul eder Çoban Bayındır Han’ın bütün isteklerini yerine getirir, düğün
yapılır Bayındır Han bu çobanın büyük bir hazine bulduğuna inandığından,
kızından hazinenin yerini öğrenmesini ister Evlendikten sonra kadın kocasına
bu kadar altını nereden bulduğunu sorduğunda kocası; büyük bir hazine
buldum söyler Kadın hazineyi merak ettiğini, mutlaka görmek isteğini
söyleyince; kocası kadının gözlerini bağlayarak hazinenin olduğu yere götürür
Gözleri açılan kadın hayretler içinde hazineyi seyretmeye başlar Bu arada
dışarıdan bazı seslerin geldiğini duyan kadın, kocasına bu seslerin nereden
geldiğini sorar Kocası da; “ bu sesler su içmeye giden babanın atlarının
sesidir” der Çoban karısının gözlerini tekrar bağlayarak evegetirir
Kadın da olup bitenleri babasına anlatır
Sonunda Bayındır Han damadını saraya davet ederek hazinenin bulunduğu
yeri söylemesini ister Damat gelmeden önce cellat başını çağırarak; damadı
korkutmasını, başını taşa bırakarak keser gibi yapmasını bildirir Bayındır
Han’ın bütün ısrarlarına rağmen damat hazinenin yerini söylemez Sonunda
sinirlenen Han, daha önce cellat başıyla anlaştığı gibi damadın kafasını
kesmesini ister Emri yanlış anlayan cellat başı, gerçekten damadın kafasını
keser Olaya çok üzülen Bayındır Han, cellat başının kafasını kestirir
Gerek atların su içmeye gittiği yön ve gerekse kızının anlattıklarından
hazinenin Mal Han isimli hanın yakınlarında olduğu tahmin edilir Bütün
aramalara rağmen hazinenin yeri bulunamaz O günden sonra Malhan hazinesi
dilden dile dolaşılır Halen Ahlat’ta bu hazinenin varlığına inanılmaktadır

Avcı Kasım Masalı
Bir tarihte Bitlis’te Avcı Kasım isminde bir adam yaşarmış İsminden de
anlaşıldığı gibi, adam avcı olup her gün bütün işi dağlara gidip avlanmakmış
Günlerden bir gün ava giderken çok güzel bir yılan görmüş Yılan uzun,
kırmızı, güzel bir yılanmış Bir yerde kümelenip duran yılanı, avcı Kasım
hayretler içinde seyretmeye başlamıştır
Ömründe bu kadar güzel bir yılan görmemişti
Yılanı seyrederken birden çok çirkin, hantal, ihtiyar bir yılanın gelerek
bu güzel yılanla seviştiği görür Bu olayı gören Kasım, bu kadar güzel
bir yılanın bu kadar çirkin ve ihtiyar bir yılanla nasıl sevişeceğini
hazmedememiştir İhtiyar yılanı öldürmek için tüfeğini doğrultmuş ve
tetiğe basmıştır Ancak saçmalar çirkin yılanın yerine güzel yılana değmiş
ve yılanı yaralamıştır Meğerse bu güzel yılan, yılanların başı olan
Şahmarah’ın karısıymış Karısının yaralandığı gören Şahmaran, bu olayın
nasıl olduğunu ve kim tarafından yapıldığını sorar Karısı; hava almak için
dışarıya çıktığını bu esnada oradan geçmekte olan bir avcı tarafından
vurulduğunu anlatır Olaya sinirlenen Şahmaran; yılanları toplayarak
avcının bulunup getirilmesini
ister Muhafızlar uzun aramadan sonra bu işi avcı Kasım’ın yaptığını anlar ve
yakalayarak Şahmaran’ın huzuruna getirirler
Avcı Kasım, bu güzel yılanın Şahmaran’ın karısı olduğunu, yanlışlıkla onu
vurduğunu anlar Şahmaran Kasım’a; “bu olayı neden yaptığını, karısını
niçin vurduğunu” sorduğunda; avcı Kasım gördüklerini, yaşadıklarını
Şahmaran’a anlatır Yaşlı ve çirkin bir yılanın gelerek bu güzel yılanla
seviştiğini, kendisinin buna tahammül etmeyerek yaşlı yılanı öldürmek
istediğini ve kurşunun yanlışlıkla güzel yılana değdiğini söyler
Şahmaran; bu adamın doğru söyleyip söylemediğini anlamak için
muhafızlarına haber vererek dünyadaki bütün yılanların sarayında
toplanmasını emreder Dünyadaki bütün yılanlar saraya gelerek toplanır
Şahmaran, avcı Kasım’a hangi yılanın bu suçu işlediğini göstermesini ister
Bütün yılanları gözden geçiren avcı Kasım, bu yılanın gelmediği söyler
Şahmaran da başka yılanın kalıp kalmadığını adamlarına sorduğunda
muhafızlar birisi; “yılanın biri çok yaşlıydı, hastaydı gelemedi
Size selamını iletmemi söyledi ” Şahmaran da derhal o yılanın
getirilmesini emretmiştir Ancak o yaşlı, çirkin, hasta yılan suçunu
bildiği için gelmek istememiş, çeşitli bahaneler ileri sürmüştür
Sonunda muhafızla bu yılanı zorla Şahmaran’ın huzuruna getirmişlerdir
Bu yılanı gören avcı Kasım heyecanla; “işte bu yılandı” demiştir Suçunu
kabul eden yaşlı yılan, Şahmaran’ın emriyle öldürülür Şimdi sıra avcı
Kasım’a gelmiştir Şahmaran avcı Kasım’a bu olayları kimseye anlatmamasını,
hatta kendi hanımına bile söylememesini, söylediği takdirde üç gün içinde
öleceğini bildirmiştir Daha sonra dünyadaki bütün hayvanların konuşmalarını
anlaması için avcının ağzına tükürür Avcı Kasım üzgün, bitkin bir halde
evine döner Meraklı karısı; yılanların neden gelip kendisini götürdüklerini,
Şahmaran’ın kendisinden ne istediğini öğrenmek ister Şahmaran’ın; her
kime söylersen üç gün içinde öleceğini söylediğini hatırlayan avcı Kasım,
olayı söylemez Kadının içindeki merak bir kurt gibi içini kemirmektedir
Günlerce kocasına ısrar eder
Günler böyle geçerken bir gün avcı Kasım bir horozla tavuğun kavga
ettiğini görür Aralarındaki konuşmaları dinler Horoz tavuğa der ki: “Sen de
avcı Kasım’ın karısı oldun Karısı avcı Kasım’dan rahat durmuyor, yakasını
bırakmıyor, onu ateşler üzerine koymuş Avcı Kasım vurup da karısının bir
dişini kırmıyor ki Dur ben seni öldüreyim de rahat olayım ” Bu konuşmaları
duyan avcı Kasım gülmeye başlamıştır Kocasının neye güldüğünü merak
eden karısı, olup bitenleri anlatmasını ister
Sonunda karısının ısrarlı sorularına tahammül edemeyen Kasım, olup
bitenleri anlatacağını, ancak anlattıktan üç gün sonra öleceğini söyler Buna
inanmayan karısı, her şeyi baştan sona kadar anlatmasını ister Avcı kasım
çaresiz, başına geleceklerden haberi olduğu halde olan bitenleri başından
itibaren bütün detaylarıyla anlatır Çaresiz bir şekilde kara, kara düşünen
Kasım, ölümü bekler
Kapının eşiğine oturmuş, çaresiz bir şekilde ölümü beklerken, bir kedi
ile köpeğin konuşmalarına kulak misafiri olur Kedi köpeğe yalvarmalı bir
şekilde şunları demektedir: “Ey köpek! Ne olur beni bırak içeri gireyim
İki gün sonra nasıl olsa avcı Kasım ölecek Onun hayrını, helvasını
verecekler Ben de bir parça et kapıp geleyim Eti getirince sana da
veririm ” Ve üç gün tamamlanınca avcı Kasım ölmüştür

*Ahlat'ın adının menşei hakkında halk arasında hala süregelen bir
efsane vardır Bu efsane şöyledir;
“ Van Gölü'nün bu müstesna kıyısında hüküm süren Urartu Kıralı “Lat” Med'lerin saldırısına dayanamayınca şehir düşe ve hükümdar da ağır yaralar alır Babasının başını dizine koyan hükümdarın kızı “Ah!” çekerek ince
ince göz yaşları dökmektedir Kızın “Ah! Lat , Ah! Lat” diye yükselen feryadı, Med'lerin şehre girmesine kadar devam eder Urartu Kıralı hayata gözlerini yummuş ancak bilmeyerek çok sevdiği bu şehre ismini vermiştir ” Şüphesi bir efsane ama doğrusu hoş yakıştırılmış Bunun yanı sıra ilçenin ismi islami literatürde “Hilat” olarak geçer
* Milattan önce 3 bin yıllarında Hilatos adlı bir kumandan tarafından kurulan Ahlat şehri ,adını kumandanın isminden almış ve dilde evilerek Ahlat'a dönüşmüştür
* Ahlat'ın adı hakkındaki dördüncü bir görüş ise tarihte ahlat'ta çeşitli milletlerin bir arada yaşadığı ve farklı dillerin konuşulduğundan dolayı bu ismim verilmişolmasıdır Ahlat tarihi hakkında Bizans kaynakları şehrin adını Khlat; Ermeniler Hlat; Süryaniler Khalat, Kelath, Khılat; Araplar Halat ve Hılat ; İranlılar ve Türkler ise Ahlat şeklinde telaffuz etmişlerdir Gerek Ahlat ve gerekse Hılat veya Halat kelimeleri Araplar tarafından karışık manasında kullanılmıştır Arapların kullandığı bu deyimden de anlaşılıyor ki ,menşei etimolojik olarak "H L T" kökünden gelmekte ve etnik yapısından dolayı bu adın verildiği tahmin edilmektedir Halat Hilat veya bugünkü
adıyla Ahlat isimlerinin kullanılmış olması en doğal ve en doğrusu olsa gerek Diğer anlatılanlar ise birer hikayedir
*Ahlat'ın Lat adındaki Rum Kralının Daryona adlı kızı Müslümanların Ahlat'ı fethetmesi sırasında Müslümanlığı kabul etmiş ve babasınıda ikna ya çalıştığı halde razı edememiş Bu yüzden de Daryona babasını öldürmüş Sonra babasına çok üzülerek ah      Lat, ah    Lat demiş Böylece Ahlat ah     Lat hecelerinin birleşiminden meydana gelmişitir
|