Yalnız Mesajı Göster

Geçmişten Günümüze Türk Alemi (Hanedanlar,Hükümdarlar,Devlet Başkanları)

Eski 10-11-2012   #9
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Geçmişten Günümüze Türk Alemi (Hanedanlar,Hükümdarlar,Devlet Başkanları)



CENGİZ İMPARATORLUĞU

İmparatorluğun Kuruluşu

Cengiz, kısa zaman içerisinde Nayman, Oyrat ve Kırgızlar'ı yenmiş (1206) ve kuzey Çin'deki Hıtay (Kitay, Kitan)larla Tangut (Si-hia)lara karşı savaşarak (1211) başşehirleri Pekin'i almış (1214), generallerden Muhali de Sarı Irmağın kuzeyindeki bölgeleri zaptetmiştir (1217) Doğu Türkistan'daki Uygurlar (1209), Yedi Su bölgesindeki Karluklar'ın hükümdarı Arslan Han (1211) ve Almalık (Kulca) hükümdarı Bozar, Cengiz'in elçilerine müspet cevap vererek onun hükümdarlığını tanımışlar ve savaşsız bu devlete katılmışlardır

Karahıtaylar'a sığınan Nayman'lı Güçülük, Cengiz'e karşı savaşta yenilmiş, Liaotung ve Kore vergiye bağlanmışlardır Komutanlardan Cebe Noyan, Cungarya ve Doğu Türkistan'ı geçerek Kaşgar ve Hotan üzerinden Pamir'e varmış, Cengiz'in ikinci oğlu Çağatay İrtiş membaından hareketle Balkaş gölünün kuzeyinden ilerlerken, büyük oğlu Coçi, Kaşgar, Uş ve Kokand üzerinden Maveraünnehir'e ulaşmıştır (1217)

Cengiz Han'dan Sonrası

Cengiz, ölümünden önce, üçüncü oğlu Ögedey'in (Oktay) hükümdar olmasını tavsiye etmişti Ögedey, 1228'de toplanan Kurultay'da bu emre uyularak han seçildi ve kardeşi Çağatay tarafından tahta oturtuldu Ögedey zamanında Kore ilhak olundu, kuzey Çin tamamiyle imparatorluğa bağlandı ve 1237-1241 yıllarında cereyan eden batı seferi Rusya ve bütün doğu Avrupa istilâ edildi

Ögedey'in ölümünden sonra devlet yeni bir han seçilinceye kadar onun eşi Töregene tarafından idare edilmiştir Töregene, 1246 Kurultayında Batu'nun muhalefetine rağmen oğlu Güyük'ün han seçilmesini temin etti Bu hareket, batı ordularının muzaffer kumandanı ve Coçi'nin oğlu Batu ile Güyük arasında silahlı bir çatışmaya sebep olmak üzere iken, Güyük'ün ölümü ile (1248) ortalık yatışmış ve onun eşi Ogul Gaymış'ın üç yıl naib olarak devleti idaresinden sonra (1248-1251), hükümdarlık Cengiz'in küçük oğlu Toluy'un nesline geçmiştir Toluy'un oğlu Müngge (Möngke, Mengü)nin han seçilmesi (1251/52) tarafları tatmin etmiş ve çatışmayı önlemiştir

Müngge, Cengiz tarafından başlatılarak Ögedey zamanında kısmen takip edilen işlere devamla bunları tamamlamak istiyordu Bu maksatla biri güney Çin, diğeri de Orta Doğu olmak üzere iki yönden büyük ordular sevkederek plânın tatbikine girişmiştir Çin'deki orduların başında büyük kardeşi Hubilay (Kubilay), Orta Doğu'ya yollanan kuvvetlerin başında küçük kardeşi Hülagu bulunuyordu

Eski geleneğe göre devlet sülâlenin malı sayıldığından, Cengiz daha hayatta iken türlü bölgeleri oğulları arasında taksim ederek bundan faydalanma hakkı tanımıştı Buna göre büyük oğlu Coçi (Cuçi, Cuci) kuzey-batı, yani Kıpçak ülkesini, Çağatay Türkistan'ı, Ögedey doğu bölgelerini almış, küçük oğlu Toluy da, baba ocağını devam ettirmek üzere esas yurtta kalmıştı Kağanlık kuvvetli bulundukça Cengiz'in oğulları merkeze sadakatle bağlı kalarak kendi ülkelerini birer vali gibi idare etmişlerdir

Fakat merkez zayfıladıkça imparatorluğun parçaları, geopolitik ve kültür merkezlerinin durumuna göre: 1) Hubilay (Kubilay) ile başlamış olan Çin Yüan sülâlesi (merkezî Moğolistan da buna bağlı idi), 2) Çağatay oğullarının idaresinde bulunan Türkistan, 3) Cuçi (Çoçi) oğullarının elinde Altın Ordu ve Hülagu ailesinin elinde bulunan İlhanlılar olmak üzere 4 kısma ayrılmıştır

Cengiz Han Kronolojisi

1200

Gelecekte Moğollara Han Olacak İlk Kişi

Moğolistan'ın 1160'larda doğan Temuçin adlı büyük savaşçı kralı, kabile reisi babasının ölümüyle henüz dokuz yaşındayken yetişkinliğe adım attı Henüz ergenlik çağındayken dağınık Moğol savaşçılarının bağlılığını kazanmaya başladı ve komşu göçebe kabilelere karşı yaptığı cesur akınlarla ünlendi Böylece kendisine 'Han' denmesi için gerekli olan desteği Moğollar arasından kazandı 1200'de rakip kabileler bölgesinde kendi yönetimini oldukça sağlamlaştırdı

1206

Timuçin Büyük Kağan Seçildi

Kurultayda ya da büyük toplantıda, 1206'da Timuçin (Cengiz Han), Orta Asya'nın bütün çöl ve steplerindeki bütün Türk-Moğol insanlarının üzerinde güçlü hükümdar, ya da 'Okyanussal Hükümdar' ilan edildi Cengiz göçebe gruplardan yavaş yavaş güçlü bir ordu kurdu Etrafındaki en sadık destekleyicilerle, ki bunlar onun en güçlü generalleri olacaklardı, Cengiz güçlerini sadakat yemini etmiş kabile reisleri kumandası altında birimlere ayırdı Karizmatik yeni liderin seferber etmesiyle ordusu, çevresindeki dünyayı istila edebilecek kapasitedeki bir savaş makinası gibi ağır ağır ilerletildi

1209-1218

Öncü Zaferler

1209'da Cengiz, Çin'in kuzeybatı sınırındaki Xi Xia'nın Tangut Krallığı'nı kolayca yenilgiye uğratarak köle yaptı 1211'de Kuzey Çin'in Çin Hükümdarlığı'nı yok etmek için bir sefere başladı 1215'te başkent Zhongdu'yu aldı 1218'de Kara Kıtay imparatorluğu batıda Moğol yönetimine teslim oldu

1221

Moğollara Karşı Müslüman Direnişi

1218'de Cengiz tarafından yollanan tacir kervanı, Harezm sınırında kılıçtan geçirildi Müslüman şahı, Moğolların barış elçisini öldürünce kendini, insanları, ve ülkesini tarihin en kanlı soykırımlarına mahkûm etti Moğol ordusunun Semerkant, Herat ve Merv şehirlerini kapsayan yok etme girişimi 1219'da Ulrar ve Buhara'da başladı Şehir halkının direnmesi sonucunda geniş kitleler kılıçtan geçirildi Buna karşın, önemli yetenekleri olan sanatkarlar, Moğol topraklarına Cengiz'e Moğol uygarlığını kurmakta yardım için götürüldüler

1226

Tangut Şehri Baskını

Tüm Batı Türkistan onun kontrolü altındayken Cengiz, batıdaki Moğol yürüyüşü için asker vermeyi reddeden Xi Xia krallığına gazabını yineledi Vahşice savaşta Tangut yöneticileri ve ileri gelenlerinin yanı sıra tüm vatandaşları kılıçtan geçirildi Kurucuları Tibet ırkından olan Xi Xia Eyaletinin bozgunu sonunda, eyalet hemen hemen ortadan kalktı Saldırının sonuna yakın başşehir Ningxia'da, hasta olan Cengiz, 1227'nin 18 Ağustos'unda öldü

Kubilay ve Çin'de Yüan Sülâlesi

Büyük Kağan Kubilay'ın, devlet merkezini Karakurum'dan Pekin'e nakletmesi ve asıl Moğol bölgesinin de bu merkeze bağlanması ile, Türk ve Moğol milletleri arasındaki münasebete bir set çekilmiş ve bunlar arasında uzun zamandan beri devam edegelen bağların her cihetten gevşemesine veyahut tamamen kesilmesine sebep olmuştur Bu tarihten itibaren bu iki millet arasında meydana gelen temaslar, her yerde ve devirde milletler arasında görülen tabiî hudutları aşmamış, ve gerek etnik ve gerekse kültür bakımından, esaslı bir tesire yol açmamıştır

Cengiz İmparatorluğu merkezinin zayıflaması neticesinde vücuda gelen parçalardan, merkezi Pekin olan doğu kısmının tarihi, Çin milletinin tarihi ile karışmış, batı kısım ise daha Moğol imparatorluğunun kurulmasından evvel gördüğümüz Türk merkezleri etrafında, bunun tarihî cereyanına katılmıştır

Cengiz imparatorluğu, büyük kağanlardan Çinggis (Cengiz, 1206-1227), Ögedey (Oktay, 1227/1241), Güyük (1246-1248), Müngge (Möngke, Mengü, 1251/52-1259) ve kısmen Hubilay (Kubilay, 1264-1294) devirlerinde, kuvvetli bir merkeze bağlanmak suretiyle, birliğini muhafaza etmiştir Müngge (Mönke, Mengü) Kağan ölürken, kendisine halef olarak küçük kardeşi Arık Buğa'yı seçmişti O esnada Çin'deki orduların başında bulunan Kubilây, Şang-tu'da ordudaki beylerden oluşan bir kurultay yaparak kendisini kağan seçtirdi Payitaht olarak Pekin'i seçti

Karakurum'da bulunan Arık Buğa, geleneğe muhalif hareket eden bu kurultayı tanımadı İmparatorluğun diğer tarafları da bu hususta Arık Buğa taraftarı oldular Fakat Kubilây, Arık Buğa'yı yenerek, davayı kendi lehine halletti Kubilây uzun mücadelelerden sonra Güney Çin'i de kendi hâkimiyeti altına almağa muvaffak oldu ve sülâlesi, Yüan ismi ile, Çin tarihinde parlak bir devir yarattı Kubilây büyük kağan sıfatiyle imparatorluğun diğer kısımlarını da kendine tabi saymakta devam etmiş ve İran İlhanlıları uzun bir müddet bu metbuiyeti bilfiil kabul etmişlerdir Fakat sülâlenin gittikçe Çinlileşerek imparatorluğun başı olmaktan ziyade, Çin hükümdarları şekline girmesi, diğer mıntıkalar üzerindeki tesirini azaltmış ve bir müddet sonra, devletin diğer kısımları ile olan nazarî bağlılığı da sona ermiştir

Çağatay Sülâlesi ve Türkistan

Cengiz İmparatorluğu'nun Çağatay ismi ile anılan Türkistan kısmında ayrı bir sülâlenin teşekkülü, Çağatay'ın ölümünden sonra olmuştur Cengiz zamanında bu saha resmen Çağatay'a verilmiş olmakla beraber, hiçbir zaman Çağatay tarafından müstakil bir surette idare edilmemiştir Bu bölgedeki eski Türk sülâleleri yerlerinde bırakılmış olduğu gibi, sonradan bu il içinde gördüğümüz Maveraünnehir'de, Hucent'te oturan Mahmâd Yalavaç ve sonra oğlu Mesut Bey tarafından büyük kağan namına idare edilmiştir Burasının Cengiz ailesinden ilk hanı Kara Hülagu olup (1242-1247)

Kağan Güyük ona halef olarak Çağatay'ın oğlu Yisü Mengü'yü tayin etmişti İmparatorluğun parçalanması ile neticelenen mücadeleden sonra, Çağatay'ın torunu Algu, Doğu ve Batı Türkistan'a, ayrıca Harezm ülkesinin bir kısmı ile Afganistan'ı da ilâve ederek, Çağatay oğulları tarafından idare edilen bir birlik vücuda getirmiştir Algu'nun vefatından sonra (1266), hâkimiyet Ögedey ailesinden Kaydu'ya ve sonra bunun oğlu Çapar'a geçmişse de sonradan tekrar oğullarından Duva elinde kalmıştır (1291-1306)

İmparatorluğun parçalanmasına götüren iç savaşlar, bilhassa Türkistan'ın iktisadî vaziyetini sarsmış olduğundan, idarede devamlı bir istikrar temin edilememiştir Duva'nın bilhassa iktisadî vaziyeti düzeltmek için Cengiz oğulları arasında umumî bir sulh yapma teşebbüsü de sonuçsuz kalmıştır Tarma Şirin tahta geçince (1326-1333) İslâmiyeti kabul etmiş ve bu suretle Maveraünnehir'in diğer İslâm memleketleri ile olan iktisadî münasebetleri kuvvetlenmişse de, diğer taraftan Cengiz yasasını bozduğundan, şark kısmındaki kabilelerin ayaklanmasına sebep olmuştur

Birkaç defa yer değiştiren idare merkezi, Kazan (ölm 1346) zamanında tekrar yer değiştirerek, Maveraünnehir'de Karşı şehrine nakledilmiş ve bundan sonra idarede İslâm tesiri artık katîleşmiştir 1346-47 yıllarından başlayarak, hanlar ile askerî kumandanlar arasında alevlenen mücadele neticesinde, merkezin kuvveti büsbütün zayıflamış ve idare, başta resmen Cengiz ailesine mensup bir han bulunmakla beraber, bunları istedikleri gibi kullanan kumandanlar elinde kalmış ve bu vaziyet pek az değişikliklerle Timur zamanına kadar devam etmiştir

Hülagu ve İlhanlılar

Büyük kağan Müngge (Mengü) 1253'te, kardeşi Hülagu kumandasında büyük bir orduyu İran'a göndermişti Hülagu, 1256'da Amu Derya'yı geçti ve hâkimiyetini kabul ettirmek üzere, İran ve Kafkasya'daki küçük yerli beyleri kabul etti Bu sonuncular arasında, vaktiyle büyük kuvvet ve nüfuza malik olan İsmailîler'in reisi Rüknettin de vardı Rüknettin tabiler arasında kabul edilmediği için, Alamut kalesine kaçarak, muhalefet göstermek istemişse de muvaffak olamamış ve kısa bir zamanda gerek kendi ve gerek İran'daki bütün taraftarları ortadan kaldırılmıştır

Hülagu, bülük kağanın vassali sıfatiyle, burada büyük bir devlet kurmayı tasarlamıştı İran'ın zaptı tamamlandıktan sonra 1258 başlarında Bağdat'ı ele geçirdi Hülagu'yu tanımakta gecikmiş olduğu gibi, ona karşı koymak için bir kuvvete de sahip bulunmayan halife Müstasım, aile efradı ile öldürülmüştür Halife ailesinden ancak bazı kimseler Mısır'a kaçarak ölümden kurtulabilmişlerdir Bunlardan iki kişi 1260 ve 1261'de, Sultan Baybars tarafından arka arkaya halife ilan edilmiş ve bu aile, Mısır'ın Osmanlılar tarafından zaptına kadar, burada sözde halifelik etmiştir

Bağdat'ın zaptından sonra, Suriye Beylikleri de Hülagu himayesine girmişler; Mısır'daki Türk kuvvetleri ise, Hülagu'nun, tâbi olmaları hakkındaki talebine, Filistin'e hücum ile cevap vererek, 1260'ta Nabulus yanında, Ayni Calût'ta Hülagu'nun ordusunu büyük bir hezimete uğratmışlardır Hüagu'nun halefleri, Türkistan ve Altın Ordu ile de mücadelelerde bulundukları gibi, Mısır Türk devletine karşı Avrupa devletleriyle de birleşmeğe çalışmışlardır

İslâmiyeti kabul eden Ahmed (1282-1284) zamanında, İlhanlılar'ın asıl kuvvetleri arasında da İslâmiyet yayılmağa başlamış ve müslümanların yardımı ile tahta geçen ve İslâmiyeti kabul ederek Mehmet ismini alan Gazan Han (1295-1304) zamanında, İlhanlılar'ın geri kalan kısmı da müslüman olmuştur İlhanlılar teşkilâtı uzun sürmemiş, Ebu Said Bahadır Han (1316-1335) devrinden itibaren başlayan ihtiras kavgaları, onun ölümünden sonra daha çok büyüyerek, devletin temelini sarsmıştır Memleketteki kuvvet, Azerbaycan'da Emir Çoban Oğulları ve Bağdat'ta kurucusu Şeyh Hasan olmak üzere başlıca iki ailenin eline geçmiştir Merkezin zayıflaması, eskiden mevcud bir çok yerli beylerin istiklâllerini kazanmalarına yol açmıştır

Cuçi ve Altın Ordu

Türk tarihinde sonraları Altın Ordu ismiyle tanınmış olan devlet, evvelce Cengiz'in büyük oğlu Cuçi (Cuci)'ye verilmişti Cengiz öldüğü zaman, Cuçi ülkesi Harezm ile Hazer denizinin güney sahilindeki İran eyaletleri de dahil olmak üzere, İrtiş'in batı tarafındaki bütün bölgeleri içine almakta idi Cuçi babasından altı ay önce vefat etmiş olduğundan, Cengiz onun yerine Cuçi'nin ikinci oğlu Batu'yu tâyin etmiştir

İmparatorluğun türlü kısımları daha Cengiz Han'ın sağlığında çocukları arasında taksim edilmiş olduğu gibi, oğulları da bu geleneği uyarak, kendi ülkelerini çocukları arasında taksim etmişlerdir Böylece Coçi'nin büyük oğlu Orda, ülkenin doğu kısmına (Ak Orda); Batu, asıl Kıpçak sahasına (Gök Orda); Tok Timur, İdil nehrinin orta ve kuzey bölgesinde; Şiban, Ural'dan başlayarak Güney Sibirya ve civar bölgelere vb sahip olmuşlardır

Altın Ordu kuvvetli bir merkeze sahip olduğu müddetçe bunların hepsi de Batu ailesinin hâkimiyetini tanımış ve daha ziyade devletin türlü kısımlarında, hâkimiyetleri babadan oğula geçen birer vali vaziyetinde bulunmuşlardır Fakat merkezin zayıflaması ve bilhassa Batu sülâlesinin kesilmesi ile başlayan mücadelelerde bunlar yalnız büyük birer etken olmuşlardır

Harezmşah Kutbeddin Mehmed'in tedbirsiz hareketi ve Cengiz garafından gönderilen elçilerin Otrar valisi tarafından öldürülmesi (1218), Cengiz'in batı seferini çabuklaştırmış ve yukarıda anlatıldığı gibi üç koldan ilerleyen kuvvetlerin birleşmesiyle meydana gelen büyük ordunun başında ilerleyen Cengiz Han Harezmşahlar'ı yenerek Buhara ve Semerkand'ı tahrip etmiştir (1219-1220)

Kutbeddin Mehmed'in oğlu Toluy güney-batıdan ilerleyerek Merv'i almış (1221), Tebriz ve Tiflis üzerinden Kafkasya'yı geçerek Kiyev civarında Dnepr'e varmıştır (1222) İran'ın zaptı tamamlandıktan sonra (1222-1224) güney orduları Anadolu'nun içerisine kadar sokulmuşlardı Cengiz kendisi Hindukuş'u aşarak (1221) İndus civarında Harezmliler'in arta kalan ordularını dağıttıktan sonra Lahor'a kadar Pencap'ı istilâ etmiştir (1222) Fakat güney Çin'deki karışıklıklar yüzünden geri dönmek mecburiyetinde kalmış ve Tangut seferi esnasında attan düşerek yaralanan Cengiz Han (1226), 1227 yılında ölmüştür

Cengiz İmparatorluğu'nun Tarihi Önemi

Cengiz imparatorluğunun, kısa bir müddet için dahi olsa, bozkır ve civar memleketlerdeki kargaşalıkları ortadan kaldırmak suretiyle, kıtalar arasındaki münasebetler ve bunun sayesinde, eski ticaret yolları tekrar emniyet altına alınarak, gerek maddî ve gerek manevî kültür malzemelerinin o devirde dünyanın bir ucundan öbür ucuna naklini kolaylaştırmış olmasiyle, beşeriyet tarihinde büyük bir rol oynamış olduğunda şüphe yoktur

Fakat bunun en büyük tesiri Türk sahasında, Türk milleti üzerinde olmuştur Cengiz'den önceki bu devirler ve Türk sahasının münferit bölgelerinin tarihi bakımından, bu tesirin olumlu veya olumsuz olarak yorum veya izahına imkân olmakla beraber, Türk sahası ve milletinin bu devirden sonraki kaderi cephesinden, bunun umumî olarak çok mühim ve olumlu bir vazife gördüğü inkâr edilemez

Cengiz ve onun halefleri hâkimiyet peşinde koşarken, belki kendileri de bunun neticelerini düşünmeden, Türkler'in o devirde de en mühim kuvvetini teşkil eden bozkır kavimlerini nizama koyarak, bunları eski devirlerde olduğu gibi, bir kuvvet rezervuarı haline getirmişler ve bunların yardımı ile Türk sahasını tek bir merkez etrafında birleştirmekle, Türk kavimlerinin birbirleriyle kaynaşmalarını temin etmişlerdir Bu kuvvetli ve taze yeni Türk dalgaları, bilhassa hudutlarında, münferit Türk zümrelerinin komşularının tesiri altında, ayrı birer etnik birlikler teşkil etmelerine mâni oldukları gibi yabancı zümrelerin tesirleri altında birbirinden farklı kültürler vücuda getirmelerini de önlemişlerdir

Cengiz ve haleflerinin işgal ettikleri yerlerde bir çok kültür merkezlerinin yıkıldığını ve birçoklarının da yer değiştirdiğini bildiğimiz gibi, bunların yerine yenilerinin de vücuda geldiğini görüyoruz Bu yıkma ve kurma hadisesinde Türkler'in kayıp ve kazançları ayrıca tetkike değer bir meseledir ve bunun herhalde, bir millet olarak, Türkler'in aleyhinde olmadığı da görülecektir Bu devirden, Türkler'in İslâm çerçevesi içinde bir tek kültür camiası olarak çıkmış olmaları da, milli bünye bakımından mühim bir kazanç teşkil eder Hudud boylarında gördüğümüz Türk zümrelerinin geri kuvvetler ile birleşerek kuvvetlenmiş olmaları da, bu mıntıkaların hususî vaziyetleri göz önünde tutulursa, Türk tarihi için ehemmiyetsiz bir hâdise sayılmaz

Cengiz imparatorluğu parçalanarak, münferit mıntıkaların istiklâllerini ilân etmeleri, Türk sahasını, iktisadî bakımdan daratmış olduğu gibi, aralarında vukua gelen mücadeleler de Türk kanının lüzumsuz yere harcanmasına sebep olmuş ve resmen dahi devam eden haricî birlik de Timur zamanında büsbütün ortadan kaldırılmıştır Türk sahasının hudutlarındaki teşekküllerin hiçbirinin Türkler'in kuvvet kaynağı olan bozkırları tamamıyla kendi tarafına celbedememiş olmasına yol açmış ve bunu daimî kargaşalık haline getirmiştir

Yeni bir birliğe doğru lâzım olan esasların kısmen hazırlanmış olmasına rağmen, Timur'un halefleri arasında bu kumandanın başladığı işi devam ettirebilecek şahsiyet çıkmamıştır Bu birbirinden ayrı mıntakaların zayıflayarak yeni bir Türk kuvvetini kabul etmeğe hazır bulunduğu bir anda en kuvvetli devrini yaşayan Anadolu Türk zümresi de, önündeki işi başarmakta kendi kuvveti kâfi geldiği için, diğer Türk kuvvetlerinin birleştirilmesinde kendisi için bir menfaat görmemiş, böylece Türk sahasının bir idare altında toplanmasına imkân bulunamamıştır Daha sonra maddî kuvvetten ziyade manevi kuvvetin rol oynamağa başladığı devirde, artık Türk sahasının en mühim mıntıkaları düşmanların pençesi altına girmiş bulunuyordu

Türk -Moğol İmparatorluğu Devrinde Sosyal ve Askerî Teşkilât

Hun ve diğer Türkler'le Cengiz ordularının gösterdikleri büyük başarıların bir taraftan eşine az rastlanan kahramanlık, deha mertebesindeki strateji ile vecd derecesine varan savaş azminde ve o devre göre tatbik etdilen teknik üstünlükte, diğer cihetten sivil teşkilâtla askerî teşkilâtı kaynaştırarak yürütmelerinde, sosyal nizamı aynı zamanda askerî bir nizam haline getirmelerinde aramak gerekir; yani onlarda aile, oba, boy, halk gibi sosyal teşekküller, aynı zamanda onluk, yüzlük, binlik ve tümen gibi askerî birlikleri de karşılıyordu ve bir savaş halinde bütün millet iç teşkilâtını bozmadan tek bir ordu gibi harekete geçebiliyordu

Cengiz Han bu bakımlardan yeni bir şey ortaya koymuş olmayıp, bu bölgelerde eskiden beri mevcud olan hayat tarzını, büyük askerî harekâta uygun bir şekilde teşkilâtlandırarak bundan ustalıkla faydalanmasını bilmiştirEn küçük aile birliğine Moğolca'da yasun ("kemik") deniyordu Bu yasun'a mensup olanlar akraba oldukları için birbirleriyle evlenmezler ve bir ebügün ("ced")den türediklerine inanırlardı

Bir kaç yasun'un birleşmesiyle aymag ve obog'lar (=Türkçe oymak, oba, "soy, kabile, aşiret, boy" anlamında) meydana gelirdi Obog'a mensup olanlar da birbirleriyle evlenmezler ve menşelerini müşterek bir cedde bağlarlardı: Obog'lar için kullanılan diğer bir tâbir de urug idi (= Türkçe uruğ, "akraba, kabile, boy, soy, nesil" anlamında) Başka başka obog (soy)lara mensup olanlar evlenince birbirlerine "kuda" derlerdi (Uygurcada kudaş, diğer lehçelerde kuda) Yasun ve urug dışındaki kimseler cad (=Türkçe cad, yat, "yabancı") sayılırdı

Fakat savaşlar yalnız cadlara karşı yapılmaz, obog ve urug mensubu akrabalar arasında da çarpışmalar olurdu Bu takdirde akrabalar yabancı sayılırdı Bundan başka, bazan birbirine uzak obog (soy)lara mensup olan şahıslar da karşılıklı hediyeler alıp vermek suretiyle anda (kan kardeşi) olurlardı Anda'lar birlikte yaşamazsa da yasun, aymag ve obog fertleri gibi birbirlerini desteklerlerdi

Urug, yani akrabalar, bir obog'un yani boyun hâkim sınıfını teşkil ederlerdi Bunların arasında da bir de bogol-bo'ol denilen köleler sınıfı vardı ki, bunlar diğer şark milletlerindeki kölelerden farklı olup, harp esirlerinden meydana gelen hizmetkârlardan ibaretti ve kendi boy özelliklerini muhafaza ederlerdi Bogol'llar zamanla urug sayılarak akraba sınıfına girebiliyordu Yararlık gösteren bogol (köle)ler, serbest bırakılınca, bunlara darhan (tarhan) denirdi

Sonraları calagu (genç, delikanlı) tâbiri de "uşak" anlamında kullanılmıştır

Nüfuz derecesine göre akrabalar arasında da kademeler bulunurdu Yasun ve obog'lar, kabiliyet, cesaret ve beceriklilikleri ile temayüz etmiş olan şahıslar tarafından idare edilirlerdi ki, bunlara noyan ("bey, reis komutan") denirdi Noyan'ların isbaşına gelişinde menşe ve nesil-nesep rol aynamazdı Bunların vasıflarını belitmek üzere bagatur ("bahadır, cesur"), seçen ("bilge, akıllı"), mergen ("nişancı"), bökö, büke ("pehlivan") vb gibi tabirler de eklenirdi Noyan'dan başka Çinceden alınan Taysı (prens) ve sengün (komutan), Türkçe'den gelen tigin (prens) buyrug (komutan)vb tabirler de kullanılırdı Noyan, önceleri hem sivil, hem askerî âmirleri ifade ederken, sonraları umumiyetle "subay" anlamında kullanılmıştır

Noyan'ların en yakın yardımcılarına nökör-nöker denirdi Bu sözün menşei hakkında ihtilaf vardır Barthold, bunun Farsçadan gelme bir söz olduğunu ifade etmişse de, Vladimirtsov, aksine Farsçadaki nöker sözünün Moğol menşeli olduğunu ileri sürmüştür

Alıntı Yaparak Cevapla