Prof. Dr. Sinsi
|
Türk Ve Osmanlı Kurumları...A Dan Z Ye.
B
Bâbıâlî
Osmanlı Devletinin son döneminde sadrazamlık makamına ve hükümete verilen ad Babıali "yüce kapı" manasına gelmektedir Osmanlılarda "kapı" kelimesinin yanısıra aynı anlama gelen Farsça "der" ve Arapça "bab" kelimeleri "padişah ve sadrazam sarayı, devlet ve hükümet dairesi" manasında kullanılmıştır İslam ve Türk tarihinde birliğin ve kuvvetin temsilcisi olarak kabul edilen devletin ve hükümetin merkezleri yüksek ve yüce olarak bilinmiş, dolayısıyla buralara aynı manada olmak üzere Dergah, Bab-ı Saray, El-Bab-üs-Sultaniye, Bab-ı Hümayun, Bab-ı Ali, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiştir
Osmanlılarda İstanbul başkent oluncaya kadar devletin bütün işleri padişah saraylarında görülürdü Padişahın başkanlığında devletin ve halkın işlerine "divan" denilen bir mecliste bakılırdı Divan Osmanlıların ilk kuruluşundan beri vardı Fatih Sultan Mehmed, çıkardığı Kanunname'yle bunu esaslara bağladı Önceleri padişahlar divana başkanlık ederken bu görev sadrazamlara geçti Ancak mühim kararlar alınacağı zaman yine padişahlar divana katılır ve başkanlık yaparlardı Bu durum 17 yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir
Sadrazam başkanlığındaki teşkilata önceleri Vezir Kapısı, Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş 18 yüzyılın sonlarında ise Babıali denilmeye başlanmıştır Paşa Kapısı sadrazamın oturduğu yere göre İstanbul'un çeşitli semtlerine taşınmıştır Genellikle Mahmudpaşa, Gedikpaşa, Atmeydanı, Yerebatan semtlerinde bulunmuştur 17 asırdan itibaren Paşakapısı'nın Alayköşkü'nün karşısına taşınması ve istisnalar hariç sadrazamların burada oturmalarıyla Babıali olarak bilinen yer ortaya çıkmıştır Bu mahalde ilk konağı, Sultan Birinci Ahmed'in sadrazamlarından Derviş Paşa yaptırmıştır Sadrazam Halil Paşa da, Alayköşkü karşısında şimdiki Başbakanlık Arşivi binasının bulunduğu yerde bir saray inşa ettirmiştir Bunu sonradan Sultan Dördüncü Mehmed tamir ettirip düzelttikten sonra, Sadrazam Derviş Mehmed Paşaya hediye etmişti Sonra da Paşa Kapısı için burada karar kılınmıştı
1830'larda nezaretlerin kurulmasına kadar Babıali'nin çalışma düzeni kendine has bazı özellikler taşımaktadır Bu dönemde sadrazamın yardımcısı sıfatıyla Babıali'de Sadaret Kethüdası, Reisülküttab ve Çavuşbaşıya bağlı üç büyük daire mevcuttu Kethüdanın Babıali'deki dairesi Alay Köşkü karşısındaki büyük kapının üzerindeydi Kethüda daha çok dahili işlerle uğraşırdı Vilayetlere giden yazılar ve gelenlerin cevapları burada hazırlanır, incelenir, asılları gönderilir, suretleri ise defterlere kaydedilirdi Bugün Başbakanlık Osmanlı Arşivinde Kethüda Kalemine ait binlerce belge bulunmaktadır Reisülküttab ise Sadaret Teşkilatındaki yazışmaları idare ederdi Kendisine bağlı beylikçi, tahvil ve ruus kalemleri adıyla üç büro bulunmaktaydı Suçluların yakalanması ve cezalandırılması gibi adli işleri ise Çavuşbaşı idare ederdi Çavuşbaşı sadrazama verilen arzuhalleri ya bizzat kendisi inceler veya tezkirecilere inceletirdi Sonra bunları ilgili mahkemelere havale ederdi Çavuşbaşının emri altında 600'den fazla çavuş görev yapardı Babıali'de üst düzeydeki bu üç görevliden sonra ikinci derecede büyük ve küçük tezkireciler, mektupçu, beylikçi, teşrifatçı ve kahya katibinin oluşturduğu altı müsteşar gelmekteydi Daha sonra bu memur kadrosu Osmanlı bürokrasisini teşkil edecek tarzda genişletilmiştir
Nitekim 1830'lardan sonra nezaretlerin kurulmaya başlanmasıyla Babıali yavaş yavaş yeni teşkilat ve çalışma dönemine girmiştir Bilhassa 1838'de teşkil edilen Meclis-i Vala'yı Ahkam-ı Adliyye ile Dar-ı Şura-yı Babıali adlı iki meclis Babıali'nin gelişmesinde ve çalışmalarında önemli bir merhaleyi gerçekleştirmişlerdir İdari, adli ve askeri sahada Dar-ı Şura'da alınan kararlar Meclis-i Valaya giderdi Burada görüşülüp kabul edilenler ise sadrazam tasvibinden sonra padişahın tasdikiyle kesinlik kazanırdı Tanzimatın ilanı ile bu iki meclis birleştirildi ve Babıali'deki yeni binasına taşındı Çalışmalarına burada aralıksız devam eden yeni meclis, 1854'te Meclis-i Ali-yi Tanzimat ve Meclis-i Ahkam-ı Adliyye olarak tekrar ikiye ayrıldı 1861'de yeniden birleştirildi ise de 1868'de Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliyye adlarıyla yeniden ikiye ayrılarak son şeklini aldı Şura-yı Devlet idari işlere, Divan-ı Ahkam-ı Adliyye ise yargı işlerine bakmaya başladı
1847 yılından itibaren yayınlanmaya başlayan devlet salnamelerine göre Babıali heyeti adı altında sadaret Dairesi, Şura-yı Devlet, Dahiliye Nezareti, Hariciye Nezareti yer almaktadır
Babıali'de memurlar sabahları gün doğumunda işe başlar, akşamdan bir saat önce işlerinden ayrılırlardı Ne suretle olursa olsun, izinsiz iş yerlerinden ayrılmaları yasaktı Babıali'yi en çok meşgul eden konular iç ve dış siyasi meselelerdi 19 asırda merkez ve eyalet teşkilatında pekçok değişiklikler yapılmıştı Bu düzenlemelerin yanında eyaletlerin ekonomik durumundan, etnik ve dini yapısından kaynaklanan pekçok problemleri mevcuttu Babıali her konuda uzmanların raporlarına dayanarak çeşitli ıslahatlar yapardı İhtilaflı yerlere uzun veya kısa vadeli müfettişler gönderilerek huzursuzluk hakkında bilgi alınır ve ona göre tavır konulurdu Gayri müslim cemaatlerin meseleleri de Babıali'yi en çok meşgul eden meselelerden biri olmuştur Diğer taraftan 18 asrın sonlarından itibaren diplomasinin öneminin artması ve Osmanlı Devletinin sık sık Batının ültimatomlarına maruz kalması dış meselelerin artmasına da yolaçmıştır Bilhassa Fransa, İngiltere ve Rusya'nın Osmanlı Devletinin iç işlerine karışması Babıali'yi rahatsız etmiş ve çeşitli diplomatik yollarla cevap vermeye zorlamıştır Bu tür yabancı müdahaleler Babıali'yi zaman zaman güç durumlara düşürmüş ise de devlet olmanın tecrübesinin artması ve onların dış siyasette olgunlaşması gibi neticelere de sebep olmuştur Halkın davalarının dinlenmesi de Babıali'nin önemli işlerinden biridir Tanzimat öncesi dönemde sadrazamın huzurunda huzur mürafaası adıyla bakılan davalar vardı Babıali'de sadrazam divanında cuma günü Rumeli ve Anadolu kazaskerleri, çarşamba günleri ise İstanbul kadısı halkın şikayetlerini dinlerdi 1838'de ise Dahiliye Nezareti işlerinin başvekalete devredilmesi ve dolayısıyla muamelatın artması üzerine huzur mürafaaları Babıali'den Bab-ı Meşihata nakledilmiştir
Sultan Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz Han devirleri Babıali'nin devlet idaresinde tamamen nüfuz sahibi olduğu bir devreyi teşkil eder Bu devreden sonra devlet idaresi padişahların eline geçmiş ve İkinci Meşrutiyete kadar bu idare tarzı devam etmiştir
Osmanlı Devletinin yıkılması ile birlikte Babıali'nin bulunduğu bina Büyük MilletMeclisi Hükümetinin İstanbul Mümessilliğine tahsis edilmiş, sonra da bugün olduğu gibi İstanbul Valiliğine verilmiştir
Baltacılar (Zülüflü Baltacılar)
Osmanlı devlet teşkilatında, sarayların muhafız kıt’alarına verilen isim “Teberdaran” ismi de verilen bu teşkilata devşirmelerden seçilen kimseler alınırdı Osmanlı Devletinin klasik döneminde baltacılar, Zülüflü Baltacılar (Topkapı Sarayındaki Baltacılara mahsus isim), Eski Saray, Galata Sarayı İbrahimpaşa Sarayı ve Edirne Sarayı olmak üzere beş ocak halinde teşkilatlanmışlardı
Sultan İkinci Murad zamanında kurulan bu teşkilata acemi oğlanların güçlü, kuvvetli ve iri cüsseli olanları alınırdı Önceleri nakliye ve istihkam sınıfı olarak vazife görmüşler, Fatih Sultan Mehmed devrinde ise saray muhafazasına alınmışlardır
Devşirme usulü devam ettiği müddetçe, acemi ocağından çıkmalar yapılırken, diğer ocaklarla beraber Baltacılar Ocağına da acemi oğlanı verilirdi Burada yetiştikten sonra, ya hizmete devam ederler, ya kapıkulu süvarisi veya yeniçeri ocağına geçerlerdi Diğerlerine göre daha imtiyazlı bir ocak olan Zülüflü Baltacıların çıkmaları, Sipahi ve Silahdar bölüklerine olurdu Galata ve İbrahimpaşa Sarayı teşkilatları bozulduktan sonra (1675), Baltacılar; “Zülüflü” ve “Eski Saray Baltacıları” olmak üzere yeniden teşkilatlandırılmışlardır
Zülüflü Baltacılar, Topkapı Sarayının orta kapısı dahilindeki koğuşlarında yatarlardı ve "çiniden yukarı yatan" ve "çiniden aşağı yatan"lar olmak üzere iki gruptu Zülüflü Baltacıların mutat vazifelerinden biri, ayda bir kere Topkapı Sarayı Haremine odun taşımaktı Enli ve yüksek yakalı dolama giydikleri ve başlıklarının yanlarında yünden zülüf sarkıttıkları için bunlara “Zülüflü Baltacı” ismi verilmiştir
Zülüflü Baltacıların diğer vazifeleri arasında bayram ve cüluslerde padişahın tahtını Babüssaade’nin önüne getirmek, arkasında nöbet tutmak, padişahın haremiyle beraber sayfiyeye gidişinde eşyasını taşımak, her sene Sultanahmed Camiinde okunması adet olunan mevlid sırasında orada bulunanlara şerbet, gülsuyu ve buhur dağıtmak, harb esnasında da 30 Zülüflü Baltacının sancak-ı şerif altında Kur’an-ı kerim okuması sayılabilir Ayrıca padişah mutfağının aşçıbaşılığı ve yamaklığı vazifesini de yaparlardı Darüssaade Ağası, Silahdar Ağası, Hazine Kethüdası, Seferler Kethüdası gibi enderun amirlerinin hizmetinde de birkaç Zülüflü Baltacı bulunurdu
Zülüflü Baltacıların amirlerine verilen isimler zaman içinde teşkilatta yapılan değişikliklerle farklı şekilde ortaya çıktı En büyük zabiti Baltacılar Kethüdası idi Bundan başka, ağa, katib, ser-oda kethüdası ve baltacılara ders okutan hoca vardı
Zülüflü Baltacıların sekizi bıçaklı-eski baltacı olup, bunlar kıdemce yüksektiler ve sırma kuşak takarlardı Bıçaklı-eskilerden sonra mülazimler gelirdi Mülazimler bıçaklı-eskiliğe namzed demekti Bütün baltacıların bellerinde siyah sahtiyandan enli kemer ve başlarında 30-33 cm yüksekliğinde tepesi yassı deve tüyü külah bulunur ve iç fesin kırmızı rengi iki parmak kadar görünürdü Üzerlerine giydikleri dolamanın (kaput) rengi ise 18 asırda kırmızı, yeşilken sonradan lacivert olmuştur
Zülüflü Baltacılar Ocağı, Sultan Üçüncü Mustafa Han devrinde kaldırılmışsa da, Sultan Birinci Abdülhamid Han zamanında tekrar ihdas edilmiştir
Eski Saray Baltacıları ise, İstanbul Üniversitesinin bulunduğu arazideki Eski Sarayın Mercan Yokuşu tarafındaki kapısındaydı Bunlar Bayezid Camiinde ders görürler, içlerinden kabiliyetli olanlar, Darüssaade Ağasının nezaretindeki Haremeyn evkafı yazıcılığıyla Darüssaade Ağasının hususi katipliğini yaparlardı Buradan yetişip hacegan olan ve sadrazamlığa kadar yükselenler dahi olmuştur
Baruthane
Osmanlı ordusunun ve donanmasının ihtiyacı olan barutun üretildiği yerlere verilen ad
İlk baruthane, Sultan İkinci Bayezid Han devrinde İstanbul'da Atmeydanı'nda kuruldu On yedinci yüzyılda İstanbul'un Ayasofya, Kâğıthane, Şehremini ve Unkapanı gibi birçok semtinde baruthaneler ve barut mahzenleri açıldı İstanbul'un dışında Selanik, Gelibolu, İzmir, Konya, Trablusşam, Van, Belgrad ve Bağdat'ta da baruthaneler tesis edildi Ayrıca Güneydoğu Anadolu'da, Sivas ve Malatya yörelerinde güherçile kalhanelerinde basit usullerle barut üretildi
Yeniçeriler, ateşli silahlar kullanmaya başlamadan önce, barut, yalnızca Cebeci Ocağı'nın ihtiyacı için kullanılıyordu Cebeci Ocağından Serbaruti (Barutçubaşı), baruthane nazırlığı yapıyordu Yeniçerilere tüfek verilmesinden sonra, Yeniçeri Ocağı'nda da Barutçubaşı idaresinde bir barutçu birliği kuruldu On sekizinci yüzyıla kadar, tüfekotu veya fitilotu denen ve basit usullerle üretilen barutun iyileştirilmesi ve baruthanelerin modernleştirilmesi için Hollanda ve İngiltere'den uzmanlar getirtildi Yapılan incelemeler ve hazırlıklar neticesinde, İstanbul'daki bütün eski tesisler kapatılarak, 18 yüzyılın ortasında Bakırköy'de Baruthane-i Âmire kuruldu Gelibolu ve Selanik baruthaneleri de buraya bağlandı Barut yapımı ve perdahı için, Cebeci Ocağında Özel bir uzmanlık sahası geliştirildi Buradan yetişen barutçuların sayısı 300 civarındaydı Kurumun idaresi, Baruthane-i Âmire Emîni denilen, yüksek rütbeli bir kimse tarafından yürütülüyordu Hesap işleri de Muhasebe-i evvele (Baş Muhasebe) bağlı, Baruthane-i Âmire hazinesince yürütülüyordu
Askerî sahada köklü yenilikler yapmayı tasarlayan Sultan Üçüncü Selim Han, baruthanelerin ıslahını ikinci defa ele aldı Onun zamanında baruthaneler, tek idare altında birleştirilerek Baruthaneler Nazırlığı kuruldu Avrupa'dan gelen uzmanlar aracılığıyla, Bakırköy Baruthanesi bir defa daha modernleştirildi Küçükçekmece'nin Azadlı köyünde Azadlı Baruthanesi adıyla, eski güç kaynakları yerine su gücüyle işleyen yeni bir tesis kuruldu Gelibolu ve Selanik baruthaneleri kapatıldı Baruthaneler, on dokuzuncu yüzyılın başında döner sermayeli ve yarı özerk bir kurum niteliği kazanarak, 1826'da Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra, Tophane Nezaretine bağlandı
Beylerbeyi
Osmanlı devlet teşkilatında eyayet idaresinden mesul askeri ve mülki yetkiler taşıyan en yüksek görevli On dördüncü yüzyıl boyunca beylerbeyi, Osmanlı Devletinde taşra kuvvetlerinin kumandanı ve çeşitli sancaklara dağılmış beylerin topluca amiri durumundaydı Dolayısıyla belli bir bölge ile doğrudan doğruya münasebeti yoktu İlk defa olarak Sultan Birinci Murad zamanında Lala Şahin Paşa Rumeli Beylerbeyi olarak tayin edildi Edirne ise, beylerbeyliğin ilk merkezi yani Paşa sancağı oldu Daha sonra bu beylerbeyliğe ilave olarak 1393’te Anadolu, 1413’te ise Rum (Amasya, Tokat, Sivas) ve daha sonra Karaman beylerbeylikleri kuruldu
On altıncı yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devletine geniş yeni toprakların ve ülkelerin katılmasına kadar yeni devletin ilk iki yüz yıllık gelişmesinde bu dört beylerbeyliğin önemi çok büyük oldu On beşinci yüzyıl beylerbeyi beratlarına göre bunların görevleri şu şekildedir: Eyaletindeki bütün devlet işlerinde sultanın temsilcisi olarak beylerbeyi, divanında askeri zümresine dair çeşitli meseleleri halletmek Bölgesinde emniyeti sağlamak Timarlıların atanma ve terakkileri ile belli bir miktara kadar timar tevcih işlemlerini yürütmek Beylerbeylerinin bu genel otoritelerine karşı bölgelerinde bir sancağın kendilerine ayrılmış olması dolayısıyla normal idarede bunlar da birer sancak beyi sayılabilirler Ayrıca bölgelerindeki sancak beylerinin tayinlerinin doğrudan doğruya merkezden yapılması ve sancak beylerinin idarede ve seferlerde yine sultanın emriyle ayrı olarak görevlendirilebilmeleri beylerbeylerinin otoritelerini sınırlandırmaktadır
On yedinci yüzyılda ise sancakbeyi tayinlerinde beylerbeyilerin (eyalet valilerinin) daha fazla sözü geçmeye ve bazı tayinler bunların tavsiyesiyle yapılmaya başlandı Ancak geçen süre zarfında beylerbeyilerin sayıları da arttığından eski kıymet ve itibarları kalmadı Eyaletlerin kaldırılması ile, vilayetlerin teşekkülü ve buralara valilerin tayin edilmesi ile beylerbeylik bir ünvandan ibaret kaldı
Klasik devirde Osmanlı Devletindeki beylerbeylikler şunlardır: Rumeli, Cezayir, Budin, Temaşvar, Anadolu, Karaman, Eyalet-i Rum, Haleb, Şam, Mısır, Yemen, Habeş, Diyarbakır, Rakka, Bağdat, Basra ve Lahza, Van, Dulkadriye, Erzurum, Kıbrıs, Cezayir-i Garb, Kefe, Tiflis, Kars, Trablus-ı Mağrib, Pelengan, Revan, Şemahi, Bosna, Kanije, Eğri, Özü, Adana, Trabzon ve Çıldır
Bostancı Ocağı
Osmanlı sarayları ile saray çevresinin ve iskelelerin asayişinden sorumlu hizmetlilerin bağlı bulunduğu ocak
Bostancılar ocağına, devşirme suretiyle toplanan acemi oğlanları arasından, kabiliyetli olanları seçilirdi Bu ocağa seçilenlerin eğitimleri, İstanbul ve Edirne'deki saray bahçelerinde yapılırdı Saraylarda, camilerin inşaatına gereken malzemenin temini ve nakliyatı, bu ocağa aitti Topkapı Sarayının odununun, İzmit'ten getirilmesinde kullanılan gemilerde, bostancılar, kürekçilik yaparlardı
Bostancılar, zamanla askeri bir sınıf haline gelmişlerdir Topkapı Sarayında vazife yapan 300-400 bostancı olduğu halde, şehir içinde asayişle görevli bir o kadar daha bostancı vardı Şehir içindeki bostancılar, Üsküdar, Eyüp, Kâğıthane, Boğaziçi, Adalar, Yeşilköy, Kadıköy, Bostancı semtlerinde bulunurlardı Bostancıların sayısı, zaman içinde değişmiştir On altıncı asır başında 3396 iken, aynı asrın sonunda 1998, on sekizinci asırda ise 2400 kişi olmuştur
Bostancı ocağının en büyük amiri, Bostancıbaşı idi İstanbul etrafındaki Marmara, Karadeniz ve Haliç sahillerinin muhafazası ve inzibatı buna aitti Sahillerde, bostancı ağasının izni olmadan yalı yapılmazdı Bostancıbaşı, sahillerdeki bina ve yalıların mevkileriyle, kimlerin olduğuna dair mükemmel bir defter tutardı Sahilde yaptırılan binalardan vergi alırdı
Bostancıbaşılar, Yalı Köşkünde otururlar, resmi günlerde, padişahın atının üzengisini tutarlardı Sarayın muhafazasından sorumlu oldukları için, görevleri çok mühimdi Bostancıbaşılar, başlarına kırmızı renkte berata, kuşaklarına mücevherli kama takarlar; kırmızı kaftan, mavi şalvar, ve ayaklarına yemeni giyerlerdi Bostancıbaşılar, saray dışına tayin edildiklerinde, kapıcıbaşı veya sancakbeyi olurlardı Vezirliğe kadar yükselenler de vardır
Bostancıbaşıdan sonra, bostancılar kethüdası, haseki ağa, hamlacıbaşı, odabaşı, bostancı karakulağı, vezir karakulağı ile dört baltacı, bu ocağın zabitlerindendi Bostancılar, maaşlarını, yeniçeriler gibi üç ayda bir kere alırlardı Edirne bostancıları, Edirne bostancıbaşısının emri altındaydı Gelibolu bostancılarının amiri, daha küçük rütbeliydi
Yeniçeri ocağının lağviyle, Bostancı ocağı da kaldırılmıştır Ocağın lağvı esnasında, ihtiyarları emekliye ayrılmış, gençlerinden ise sarayın muhafazasında vazifelendirilmek üzere, “Nizamiye Taburu” teşkil edilmiştir
|