Konu
:
Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık &Quot;Düşene Vurmayız&Quot;
Yalnız Mesajı Göster
Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık &Quot;Düşene Vurmayız&Quot;
10-10-2012
#
1
Prof. Dr. Sinsi
Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık &Quot;Düşene Vurmayız&Quot;
Müslüman Türk’ün kültüründe düşene vurmak yoktur
Kültürümüz yenileni ezmeye kazanılan zafer sonucu büyüklenmeye izin vermez
Düşene vurulmaması ise hem sağlam bir ahlakî yapının sonucudur hem de “insan” denen kıymetin kıymetini kavramayla ilgili bir keyfiyettir
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali) anlayışı ile insan kalbini kırmayı Kâbe yıkmakla aynı sayan anlayışın kaynağı da budur
Kültürümüzde düşene vurmak yoktur!
Yenileni ezmek paramparça etmek de yoktur!
Kültürümüz zafer karşısında büyüklenmeye de izin vermez
Bu kültürün çocuğu olarak Osmanlı padişahları her zaferden sonra işte bunun için şükür secdesine varmış bir “ikram-ı İlâhi” olarak gördükleri zaferin şükrünü eda etmeye çalışmışlardır
Düşene vurulmaması ise hem sağlam bir ahlakî yapının sonucudur hem de “insan” denen kıymetin kıymetini kavramayla ilgili bir keyfiyettir
Osmanlı’yı mağluplar karşısında müsamahakâr yapan hatta hafif bir mahcubiyete düşüren sebep insan denen varlığın muhtevasına vâkıf olmasıdır
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali) anlayışı ile insan kalbini kırmayı Kâbe yıkmakla aynı sayan anlayışın kaynağı da budur
Bu yüzden Osmanlı ceddimiz elinde rakipsiz güçler bulunduğu dönemlerde bile insana zulmetmemiş insanı aşağılamamış tam tersine esir ve kölelere bile “insanca” muamele etmiştir
Bunun yüzlerce örneğini zikretmek mümkündür
Bunlardan biri tam bir ibret tablosudur
Güçlünün zayıfı zenginin fakiri büyüğün küçüğü ezmeye çalıştığı günümüzde Namık Kemal’e “Bir zamanlar biz ne millet hem ne milletmişiz/Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz” dedirten mert duruşun bu örneğine hepimizin ihtiyacı var
Güçlüyken köle zayıfken zalim
1910 yılları
Osmanlı Devleti her taraftan kırpılmış
Yabancılar devlet içinde devlet olmuşlar
En şımarıkları da Rusya
Rus Sefiri’nin iki dudağı arasından çıkan her kelime Osmanlı yönetimini hop oturtup hop kaldırır
Osmanlı Hükümeti bıkkın lâkin derdini kime yanmalı?
Gücünün zirvesinde olduğu yıllarda yaltaklanan Rus en zayıf anında Osmanlı’yı yüreğinden vurmak için fırsat gözler durur
Osmanlı devlet ricali de bu fırsatı Rus’a vermemek için aşırı temkinli davranır bu uğurda devlet ricali bazen dokuz takla atar
Babıâli’nin kapalı kapıları arkasında en çok duyulan cümle şudur:
“Aman aradığı bahaneyi Moskof’a vermeyelim!”
Eski Erzurum Valisi Tahsin Bey o sıralar Beyoğlu Mutasarrıfı
Hayırlı bir işe teşebbüs edip Beyoğlu’ndan Büyükdere’ye telefon hattı çektirir
Lâkin aksilik bu ya telefon direklerinden birkaçı Rus Sefareti’nin önüne rastlamıştır…
Rus Sefiri hemen ültimatomu Babıâli’ye (hükümete) dayar:
“Ya bu direkler kaldırılır veya
”
Gerisi bir sürü tehdit tazyik vesaire
Babıâli yine çaresizdir
Kendi topraklarına diktiği birkaç telefon direğini korumak gücünden mahrum görüntüsünden kendisi bile ürker
Zira saldırmak için Rusya’nın bahane aradığını bilmekte bu bahaneyi vermemek için tedbirli ve temkinli davranmaktadır
Hatta zaman zaman bunu oldukça abartmaktadır
Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey Babıâli’ye (hükümete) çağırılır:
“Vaziyet çok nazik Tahsin Bey
Rus sefiri sefaret önüne diktirdiğimiz telefon direklerinin kaldırılmasını istiyor
”
Tahsin Bey vakur ve ciddi eski zaman paşalarını andıran bir azametle dim dik ayakta
Yüzü gölgeli
“Yüreklerine bayrak dikebilecekken dikmemenin bedelidir bu!” diye düşündüğü o kadar belli ki Sadrazam ürkerek susar
Sadrazam susunca Tahsin Bey tane tane konuşarak Sadrazam’a sorar:
“Merakımı mazur görün ama birkaç telefon direğini korumaktan âciz hallere düşmüş bir devlet lüzum hâsıl oldukta kendini nasıl koruyacaktır?”
Fakat Sadrazam Paşa böyle bir suale cevap verecek durumda değildir işi tatlıya bağlamaya çalışır:
“Canım böyle basit bir meseleyi büyütüp Rusya ile bozuşmayalım
Sefirle görüş direkleri kaldırtacağını söyle mesele kapansın gitsin
”
Tahsin Bey’in bakışları donar yüzü tastamam kararır:
“Benden cidden istenen bu mudur Sadrazam Hazretleri?”
“Beli budur
Çok kolay değil mi?”
Tahsin Bey’in başı âdeta önüne düşer
Bunu kafa sallama olarak algılayan Sadrazam yarı zorla Tahsin Bey’in elini sıkıp görevine uğurlar
Tahsin Bey ise bir enkaza dönmüştür
Bacaklarına ağır gelen bedenini âdeta sürükleyerek Sadaretten (Başbakanlıktan) çıkar
Kendisini tanıyıp selam verenleri görmeden Sarayburnu’na yürür
“İnsanların neden kendilerini öldürdüklerini anlayabiliyorum” diye mırıldana mırıldana saatlerce denize bakar:
“Hey koca Osmanlı bu hallerini de mi görecektim!”
Sadrazam’ı gelip rica etsin
Ertesi gün Tahsin Bey karamsar üzgün bezgin yorgun bir durumda Rus Sefareti’nin kapısındadır
Öyle utanır ki titremektedir
Küçülmüş bitmiştir sanki
Ayakta zor durur
Kapıdaki görevliye maksadını söyleyip sefarete girdiği sırada Rus sefiri merdivenlerde belirmiştir
Bir an bakışırlar:
“Kim bu adam?“ diye sorar Sefir “Niçin geldi?”
Sefaret görevlisi Tahsin Bey’i tanıştırır:
“Kendileri Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey’dir şu telefon direkleri mevzuunu ekselanslarıyla görüşmeye geldiler
”
Ekselânslarının burnu Kaf Dağı’nda
Gözleri küçümseyici duruşu alaycı
Mutasarrıf’ı bakışlarıyla kırbaçlar gibidir
Ama asıl kırbaç şakırtısını kelimelere gömer:
“Bir mutasarrıfla görüşmem
Söyle ona Sadrazam’ı gelip rica etsin
”
Hızla kapıdan çıkıp gider
Tahsin Bey olduğu yerde dona kalmıştır
Yer yarılsa seve seve içine girecek kadar bıkkın bir anda buharlaşmayı isteyecek kadar yorgundur
Derin bir utançla kızaran yüzünü indirir ateş saçan gözlerini kısar tırnakları avucuna batıp kanatıncaya kadar yumruklarını sıkar
Dudaklarına çıkan yüzlerce kelimeyi güçlükle yutkunup tek cümle fısıldar:
“Aman Allah’ım bu günleri de mi görecektim!
”
Sendeleyerek sefaretten çıkar
“Biz Osmanlı terbiyesi almışız düşene vurmayız!”
Yıl 1918
Rusya’da bir yıl önce gerçekleştirilen komünist ihtilâli yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan Beyaz Ruslardan bir grup İstanbul’a sığınmıştır
Sefil perişan bir lokma ekmeğe muhtaçtırlar
Ancak hayırsever İstanbulluların yardımlarıyla hayatlarını devam ettirebilmektedirler
Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey yine sahnededir
Bu sefer Beyaz Rusların arasında dolaşmaktadır
Fransızca bilen bir Beyaz Rus bulup oğluna öğretmen tutacaktır
Birini gözü ısırınca yaklaşır
Tanıdığında ise irkilmekten kendini alamaz:
“Aman Allah’ım!”
Bu adam vaktiyle kendisini küçümseyip sefaretten kovan Rus Sefiri’nden başkası değildir
Bir farkla ki eski Sefir perişan haldedir
Üstündeki elbise çaput yumağına dönmüş avurtları çökmüş gözlerinin feri sönmüştür
Tahsin Bey adamı alıp evine gotürür
Yedirir giydirir
Bir güzel ağırlar
Cebine de hatırı sayılır miktarda para koyduktan sonra eskiye dair tek kelime söylemeden adamı uğurlar
Yıllar sonra Tahsin Bey hadiseyi bir yakınına anlattığında yakını şu soruyu sormaktan kendini alamaz:
“Azizim vaktiyle sana yaptıklarını niçin yüzüne vurmadın?”
Tahsin Bey’in dudaklarında acı bir tebessüm yalpalar:
“Biz Osmanlı terbiyesi almışız düşene vurmayız!”
Şimdikiler hem çelmeleyip düşürür hem de vurabildikleri kadar vururlar ya aldırmayın
“Düşenin dostu olmaz” derler ya ona da aldırmayın
Biz düşene hep dost olduk Allah da bu yüzden bize dost oldu!
“O dost ise her şey dosttur
”
(Bediüzzaman)
Yavuz Bahadıroğlu
Prof. Dr. Sinsi
Kullanıcının Profilini Göster
Prof. Dr. Sinsi Kullanıcısının Web Sitesi
Prof. Dr. Sinsi tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul