Yalnız Mesajı Göster

Muhteşem Osmanli Hikayeleri

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Muhteşem Osmanli Hikayeleri



İŞTE HAK İŞTE SALAHİYET

Yıldırım Beyazit, serkeşlik eden Bulgaristan'ı fethetmişti Buna içerleyen Macar Kralı Sigismund, başkent Bursa'ya özel elçisini fethi proteto etmek ister Elçiler Bursa'ya girerler Geliş çoktan tüm şehirde duyulmuş, gavur görmemiş meraklı halk sokaklara dökülmüştü Halk süslü koşumlu atlara binmiş elçiyi ve korumalarını izlemekte, bir yandanda gülümseyerek dalga geçiyorlardı:

"Vay canına Durak Çavuşum! Görmekte misin ki; koşumlar atlardan, atlar binicilerinden daha değerli Şu gavurcuklar çok alem vesselam!" "Bunlar niye kadın gibi süslenmişler böyle?"

Elçi söylenelerin birkısmını anlar ama bozulduğunu göstememeye çalışır Zira kral her şart altında diri durmasını emretmişti:

"Azametli dur, sert bak, Osmanlı'ların içine korku salmaya çalış! Macar kafilesini görünce yürekleri ürpersin Padişaha da meydan oku Hangi hakla Bulgaristan'ı fethetdiğini sor Üzerine yürü Yüklenebildiğin kadar yüklen! Beni temsil ettiğini unutma"

Elçi kralın söylediklerini içinden tekrarlaya tekrarlaya yeniçerilerin ardından saraya girer Yıldırım Beyazıt elçiyi huzuruna kabul eder Elçi önce getirdiği hediyeleri takdim eder ve söze başlar:

"Azametlü, kudretlü, asaletlü, fehametlü Macaristan Kralını temsilen"

Sadrazam elini kaldırıp elçiyi susturur:

"Sadede gel elçi, bizim boş vaktimiz yok Ayrıca da biz kuvvet, kudret, azamet kaynağı olan Allah'tan başka hiçbir kuvvet, kudret, azametten korkmayız Bunu böyle belle ve buna göre kelam et"

Macar elçi ne diyeceğini şaşırır ve kekelemeye başlar:

"Ama kralımızın ordusu çok büyüktür, o yüce bir kraldır"

"Dağ ne kadar yüksek olırsa olsun yel üstünden aşar"

"Siz yel değilsiniz ki"

"Evet ama sizde dağ değilsiniz! Bize Yıldırım dendiğini duymuşsunuzdur"

"İyi ama siz hangi hak ve hangi selahiyetle Bulgaristan'ı işgal ettiniz?"

Yıldırım Han bir kur'an ve bir kılıç getirilmesini emreder Sağ eline Kur'an'nı, sol eline kılıcı alır Önce sağ elini göstererek: "İşte hak!" Sonra sol elini havaya kaldırıp: "İşte selahiyet!" Sonra elçiye:

"Var git şimdi cevabımızı kralına aynen ilet, kendisinden korkmadığımızı söyle Biz hakkı Kitabimızdan, selahiyetide kılıcımızdan alırız! Allah'a güvenir yalnız O'ndan korkarız Bütün küffar birleşip üstümüze gelse davamızdan dönmeyiz!"

AYDOS'U FETHEDEN RÜYA

Orhan Gazi'nin padişah olmasından sonra (726/1326), ilk fethedilen yer Üsküdar'ın doğusundaki Semendire (Samandıra) kalesi olmuştu 728 (1328) tarihinde Konur Alp ile Abdurrahman Gazi, Semendire'nin güney tarafındaki Aydos hisarı fethine gönderildiler Bir hayli sarp bir kale olan Aydos hisarının fethine hemen muvaffak olamadılar

Aydos tekfurunun güzel bir kızı vardı Bir gece rüyasında derin bir kuyuya düştüğünü gördü "Gördü ki bir civân-i nurânî çıkageldi halâs için ânı" Bu haldeyken güzel bir yiğit geldi, elini uzatıp kızı çıkardı Sabahleyin hisarın burcundan etrafı seyreden kız, Abdurrahman Gazi'yi gördü ve onun rüyada kendisini kurtaran yiğit olduğunu anladı O anda İslâm dini kalbinde yer etti ve hemen bir kağıda durumunu açıkça yazdı İslâm dinine gireceğini bildirerek:

"Eğer kalenin fethi muradınız ise, firar ediyormuş gibi buradan geçip gidiniz Falan gece hisar dibine geliniz Sizin için bu kalenin fethi kolayca mümkün olur" diye yazarak, kağıdı bir taşa sağlamca sardı, İslâm askerlerinin bulunduğu tarafa fırlattı Atılan taş, askerler içindeki Akça Koca'nın atının ayağına dokundu Akça Koca, "bu taşı atan boşuna atmaz" diyerek atından indi, taşı aldı Abdurrahman Gazi'nin yanına geldi Rumca bilen birine yazıyı okuttular Durumu anlayan Osmanlı askerleri, bir hile ile firar ediyormuş gibi yaparak, oradan uzaklaştılar Kaledeki düşmanlar onların kaçtığını zannederek işi gevşettiler, zevk ve safa ile meşgul olmaya başladılar

Abdurrahman Gazi ise kararlaştırılan gecede seksen arkadaşıyla kale burcunun altına geldi Kız da burcun üzerinde onları bekliyordu Aşağıya uzunca ve sağlam bir kement sarkıttı Abdurrahman Gazi birkaç arkadaşıyla kemende sarılıp kaleye tırmandı Önce kapıdaki muhafızları kılıçtan geçirip kale kapısını açtılar Bütün gaziler içeri hücum etti Böylece gece yarısından sonra Aydos kalesi Osmanlıların eline geçti Bu kız Abdurrahman Gazi ile evlendi Ondan doğan Kara Abdurrahman adlı yiğit, zamanla düşmanın korkulu rüyası oldu Çocuklarını onunla korkuturlardı

BİZ SENİ UYANIK BİLİRDİK

İstanbul'da kenar semtlerden birinde oturan yaşlı bir kadın, padişahın huzuruna çıkmak istediğini saraydaki görevlilere bildirmiş Bunun üzerine sultanın karşısına çıkarılmıştı Yaşlı kadın:

Evinin soyulduğunu ve bu olaydan padişahın sorumlu olduğunu söyleyerek, şikayette bulunur Bunun üzerine hiddetlenen Kanuni:

-Bana bak kadın, sen niçin bu kadar derin uyku uyudun da evinin soyulduğunu duymadın? deyince, yaşlı kadın:

Padişahım! Kusura bakma, biz seni uyanık bilirdik, onun için evimizde rahat uyuyorduk der Bu cevap üzerine Kanuni utanarak:

-Haklısınız diyerek, kadının çalınan mallarının bedelini kendi malından öder

OSMANLI DONANMASI

Osmanlı donanmasıyla Venedik donanması arasında savaş çıkmış Venedik donanmasının komutanı Andrea Doria imiş Gözcü Osmanlı donanmasının yaklaştığını fark edince hemen Andrea Doria'ya haber vermiş:

- Osmanlı yaklaşıyoor

Andrea Doria sormuş:

- Kaç gemi var?

Gözcü:

- 10-20 kadar

Komutan hemen emir erini çağırmış:

Oğlum bana hemen kırmızı gömleğimi getir

Emir eri şaşırmış:

- Niçin komutanım?

Andrea Doria:

- Savaşırken yaralanacağız Kan izi belli olmasın ve de askerlerin cesareti kırılmasın diye Bu arada gözcüden yine ses gelmiş:

Efendim 50 kadar oldular

Andrea Doria heyecanlanmış ve emir erine tekrar seslenmiş:

- Gömleği boşver Sen bana kahverengi pantolonumu getir

KOL VE SAKAL

2Selim zamanındaki İnebahtı mağlubiyeti'nin üzerimizdeki tesirini anlamak isteyen Venedik Elçisi,Sokullu'yu ziyarete gelmişti Büyük adam derhal vaziyeti kavradı Ve Elçi'ye söz sırası bırakmadan hitâbetti:

-Siz söylemeseniz de ziyaretinizin hakiki sebebinin anlıyorumBiz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kopardık,siz de inebahtı'da donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı kestinizKesilen sakal çabuk uzar ama,koparılan kol bi daha yerine gelmez!

SEN Kİ FRENÇESKOSUN

Alman İmparatoru Şarlken'le, 24 Şubat 1525'de yaptığı Pavye Savaşı'nda yenilerek esir düşen Fransa Kralı Fransçois ve annesi Düseş Dangolen, büyükelçi Kont Jan de Franjipan ile Kanuni'ye birer mektup gönderirler Kraliçenin mektubu şöyledir:

Şimdiye kadar oğlumun kurtuluşunu Şarlken'in insafına bırakmıştım Fakat Şarlken oğluma hakaretler etmektedir Dünyaya geçen hükmünüz, cihanın bildiği azamet ve şanınızla oğlumun kurtulmasını temin etmenizi zat-ı şahanenizden niyaz ediyorum

Bunun üzerine Kanuni Sultan Süleyman Kraliçe ve esir François'ya birer mektup gönderir Mektupta kısaca şunlar yazılmaktadır:

Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Françesko'sun Sarayıma elçin ile mektup gönderip ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayıp, memleketinize düşman girip, hala hapiste olduğunuzu bildirerek, kurtulmanız hususunda tarafımdan yardım ve meded istida eylemişsiniz Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz Gece gündüz atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele (Allah'ın istediği gibi olur)

Mohaç Savaşı sonucunda dersini alan ve Viyana kuşatması ile de iyice gözü korkutulan Alman İmparatoru Şarlken, François'yı serbest bırakmak zorunda kalmıştır

Kanuni'nin mektubunda dikkati çeken nokta, Fransa Kralı'na "Sen ki Fransa vilayetinin Kralı Françeskosun" şeklindeki hitabıdır Bu, Kanuni'nin Fransa'yı küçük bir vilayet, Fransa Kralı'nı da bir vali olarak görmesinin bir ifadesidir

PADİŞAHIN İŞİ NE?

Sultan Murad Han o gün bir hoşdur Telaşeli görünür Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:

- Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var ?

-- Akşam garip bir rüya gördüm

- Hayırdır inşallah?

-- Hayır mı şer mi öğreneceğiz

- Nasıl yani?

-- Hazırlan, dışarı çıkıyoruz

Ve iki molla kılığında çıkarlar yola Görünen o ki, padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır Unkapanı civarında soluklanır Etrafına daha bir dikkatle bakınır İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar;

-- Kimdir bu?

Ahali: - Aman hocam hiç bulaşma, derler Ayyaşın meyhusun biri işte!

-- Nerden biliyorsunuz?

- Müsaade et de bilelim yani Kırk yıllık komşumuz Bir başkası tafsilata girer;

- Biliyor musunuz, der Aslında iyi sanatkârdır Azaplar çarşısı'nda çalışır Nalının hasını yapar Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli kadın varsa takar peşine Hele yaşlının biri çok öfkelidir

- isterseniz komşulara sorun, der Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu? Hasılı, mahalleli döner ardını gider Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :

-- Nereye? - Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım

-- Millet bu, çeker gider Kimseye bir sey diyemem Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır Defini tamamlamak gerek

- İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden

-- Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha

- Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?

-- Mollalığa devam Naaşı kaldırmalıyız en azından

- Aman efendim, nasıl kaldırırız?

-- Basbayağı kaldırırız işte

- Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var Tekfini, telkini

-- Merak etme ben beceririm Ama önce bir gasilhane bulmalıyız

- Şurada bir mahalle mescidi var ama

-- Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?

- Ne bileyim, Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden

-- Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur Tanınmak istemem Ama Fatih Camii'ni iyi dedin Hadi yüklenelim Ve gelirler camiye Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur Padişah bakır kazanları vurur ocağa Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş; ayan beyan güzelleşir sanki Bir nurdur, aydınlanır alnında Yüzü sâkilere benzemez Hem manâlı bir tebessüm okunur dudaklarında Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır

- Sultanım, der Yanlış yapıyoruz galiba

-- Nasıl yani?

- Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?

-- Doğru, öyle ya, neyse Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar Nitekim sorar soruşturur Nalıncının evini bulur Kapıyı yaşlı bir kadın açar Hadiseyi metanetle dinler Sanki bu vefatı bekler gibidir

- Hakkını helal et evladım, der Belli ki çok yorulmuşsun Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar Ağlar mı? Hayır Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından

- Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir Bizim efendi bir âlemdi, vesselam Akşamlara kadar nalın yapar Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin; elindekini avucundakini verir satın alırdı Sonra getirip dökerdi helaya! -- Niye? - Ümmeti Muhammed içmesin diye

-- Hayret - Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek O çeker gider, ben menkîbeler anlatırdım onlara Mızraklı ilmihal Hucceti islam okurdum

-- Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki

- Milletin ne sandığı umrunda değildi Hoş, o hep uzak mescidlere giderdi Öyle bir imamın arkasında durmalı ki, derdi Tekbir alırken Kabe'yi görmeli

-- Öyle imam kaç tane kaldı şimdi? - işte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek inan cenazen kalacak ortada

-- Doğru, öyle ya?

- Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye Ama ben üsteledim iş mezarla bitiyor mu, dedim Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?

-- Peki o ne dedi?

- Önce uzun uzun güldü, sonra; - Allah büyüktür hatun, dedi Hem padişahın işi ne?

İŞTE OSMANLI

19yüzyılda Almanya nın Mülhaym şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu

Fransızlar, her sene nehrin Almanlar'daki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı

O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabiî Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar

Mektupta şöyle denmektedir:

"Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultanı, İslamiyet'in de halifesisiniz Bizi şu zulümden kurtarın Asker gönderin Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkanı sağlayın"

Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve cevabı bir mektupla beraber içi askeri elbise dolu üç çuval yollanır

Şaşkına dönen Almanlar, çuvalı alıp mektubu okurlar:

"Fransızlar korkak ademlerdir Onlara yeniçeri göndermemize gerek yoktur Yeniçerimizin kıyafetini görmeleri kâfidir"

Çuval içindeki Osmanlı askerinin elbiselerini adamlarınıza giydirin Mahsul zamanı, nehrin görülecek yerlerınde dolaştırın Karşıdan gören Fransızlar için bu kâfidir"

Bağ bahçe sahipleri hemen Osmanlı askerinin kıyafetini kapışırlar Hasat vakti büyük bir heyecanla yeniçeri kıyafetinde, nehir kıyısında dolaşmaya başlarlar

Ertesi gün, karşıdan gelen haber, Almanlar'ın sevinç çığlıkları atmalarına sebep olur:

"Osmanlılar'dan imdat geldiğini düşünen Fransızlar, korkudan köylerini de terkederek iç kısımlara doğru kaçmaktalar Mahsulünüzü rahatça toplayabilirsiniz Zulüm sona ermiştir"

Bu olay, Mülhaymli'lerin gönüllerin de taht kurmuştur Giydikleri yeniçeri kıyafetlerini, daha sonra Mülhaym a bağlı Karlsruhe müzesine koyup ziyarete açarlar

Şehrin en yüksek binasına da Osmanlı bayrağı asarlar Ayrıca, halen olayın yıldönümünde de şehirde bir karnaval düzenleyip, hadiseyi temsilen kutlarlar

FETVANIN BÖYLESİ

Kanuni Sultan Süleyman,sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülmesi için Şeyhulislam Ebussuud Efendi'den şu beyitle fetva istemiş:

-Dırahta ger ziyan etse karınca

Zararı var mıdır ânı kırınca

(Yani ürünlere zarar veren karıncaları öldürmekte şer'an zarar var mıdır?)

Ebussuud Efendi,bir beyitle cevap vermiş:

-Yarın Hakk'ın divanına varınca

Süleyman'dan hakkın alır karınca

SİZİ KANUNA ŞİKAYET EDERİZ

Kul hakkına özen gösteren Sultan Süleyman, bu konuya duyduğu titizlik nedeniyle "Kanuni" lakabını almıştır

Budin Seferinden dönen ordu, yolların darlığı sebebiyle tarlalardan geçmek zorunda kalmıştı Bu sırada bir köylü, elindekini padişahın atının geçtiği yere fırlatınca at ürkmüş, köylü de yakalanarak padişahın huzuruna getirilmişti

Sultan Süleyman köylüye:

-Derdin nedir de böyle yaptın? diye sorunca, köylü:

-Biz fakir köylüleriz Askerlerinizden bazıları, bizim yeni ektiğimiz tarlalardan geçtiler Ya bu zararı ödersiniz, ya da sizi şikayet ederim demiş

Bunun üzerine Kanuni köylüye:

-Peki bizi kime şikayet edeceksiniz? diye sormuş Köylü:

-Siz Kanuni değil misiniz? Sizi kanuna şikayet ederiz deyince Sultan Süleyman çok memnun olmuş ve hemen köylülerin zararlarını hesaplattırıp zararı ödemiş

DÜŞMANIN SİLAHINA AYNI SİLAHLA KARŞILIK VERİN

Mısır'ın fethinden sonra esir Memluk kumandanlarından Kayıtbay Yavuz Sultan Selim'in huzuruna getirilmişti Aralarında şöyle bir konuşma geçti:

"- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?"

"- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!"

"- Anlamadım!"

"- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek bize satmak istemişti de, Peygamberimizin, "ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır diye satın almamıştık O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti Meğer doğruyu söylemiş!"

"- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de, Allah'ın, "Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz" emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki, "Ok ve kılıç kullanın" demek "Başka silah kullanmayın" demek değildir O zaman o silahlar varmış, şimdi de bu silahlar var!"

Kayıtbay başını önüne eğdi ve sustu

Alıntı Yaparak Cevapla