Yalnız Mesajı Göster

Osmanlı Önce Ekonomide Yenildi

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Önce Ekonomide Yenildi



Belki de bu nedenlerledir ki, 1760 sonrasında sınai üretim tamamen ihmal edilir

McGowan, 18 yüzyılla ilgili eserinde şu çarpıcı tespiti yapmaktadır: “Osmanlıların, Avrupalıların iyi niyetine bağımlılığı giderek daha gözle görünür bir hal alıyordu Kah Fransızlarla, kah İngilizlerle, kah Prusyalılar, İsveçliler ya da Ruslarla ittifaklar kuruluyordu 18 yüzyılın sonuna gelindiğinde, artık onlar olmadan, ne savaş ne de barış yapma olanağı kalmıştı Öte yandan birbirleriyle rekabet içindeki Avrupalılar, ironik bir şekilde, Osmanlılara kendilerine hammadde temin etme ve mamul mallarını satın alma dışında başka işler için de ihtiyaç duymaktaydı Osmanlıların üzerinde yaşadığı topraklar, rakip hükümetlerin eline geçmesine göz yumulmayacak kadar değerli olduğu için, bu arazinin Osmanlılarda kalmasına izin vermek evla olmuştu

Bu yaklaşımın Avrupa’daki güçlü ülkeler arasında yol açtığı gerginliklere ve bu tür gerginlikleri giderme yollarına, 19 yüzyılın başlarında “Doğu Sorunu” adı verilecektir

McGowan, bu yüzyıldaki ıslahat girişimlerini şöyle değerlendirir: “18 yüzyıl Osmanlı önderliği, imparatorluktan geriye kalanı etkin bir biçimde savunmaktan ve sistemi, değişen dünya düzenini göz önüne alarak ıslah etmekten acizdi 18 yüzyılda getirilen pragmatik çözümlerin toplamı reform etmiyordu Önemli Osmanlı kurumları, tıpkı yaşlanan bir bedenin dokuları gibi, 18 yüzyılda artık kendilerinden beklenen işlevleri yerine getiremez olmuşlardı Habsburgların toplumdan ayrı bir bürokrasi inşa ederek güç kazanmakta olduğu bir yüzyılda, Osmanlı bürokrasisi hizmet etiğini büyük ölçüde, toplumdan ‘ayrı’lığını da kısmen yitirdi Aracılar kullanmak ve seçkinlerle ittifaklar kurmak yaygın olarak başvurulan bir yöntem olduğu için, güç, özel kişi çıkarlarının hizmetinde merkez ile taşra arasında gitti geldi Bu yüzyılda merkez eyaletlerinde yaşanan karakteristik gelişme olan, vergi tahsil etme ve asker toplama yetkilerini taşra seçkinlerine devretme deneyi, güç ilişkilerinde devlet ve hanedan açısından ölümcül denebilecek fiili bir tersine dönüşe yol açtı

Toprak mülkiyetinde Miri mülkiyetten kopmanın yolu bulunmuş ve yaygınlaştırılmıştı: “19 yüzyıl başına gelindiğinde bazı yabancı gözlemciler, Osmanlı arazilerinin yarısı ila üçte ikisinin devlet denetimi dışındaki aile vakıfları statüsünde olduğu kanaatindeydi” Bu, devletin vergi gelirlerinin düşmesi demekti

18 yüzyılda vergi toplama sisteminin ihaleler ile mültezimlere verilmesi ve para sıkıntısı çeken hazineye gelir getirsin diye mukataaların kaydı hayat şartıyla iltizama verilmesi ve malikane sisteminin ortaya çıkması, bankerlerin işine yaramış çünkü finansman sağlamışlardır: “18 yüzyıl boyunca İstanbul’da yapılan iltizam ihalelerine, arkalarında bankerleri olan bin kadar büyük ihaleci hakimdi Makam satma, tefecilik, aile vakıfları ihdası gibi suiistimaller yapmaya bu yüzyılda da devam eden ulema da iltizam sisteminin parçasıydı”

Bu yozlaşmanın ve merkezi kontrol sisteminin dışında güç odakları oluşmasının sonucu, tüccar, tefeci, askeri sınıf mensubu veya toprak sahiplerinden oluşan yerel güçler “ayan” adı altında önemli roller üstlenmeye ve giderek nüfuzlarını arttırmaya başladılar Hatta, “savaş ortamını bahane ederek, Anadolu, Suriye ve Mısır’da da çeşitli kökenlerden gelme ayan savaş ağaları ortaya çıktı ve Rumeli ayanı gibi bunlar da, siyasi gücün fiili olarak ademi merkezileşmesi doğrultusunda büyük mesafe kaydettiler”

19 yüzyıla gelindiğinde, Yunanistan, Arnavutluk, Bulgaristan, Suriye, Irak ve Mısır’da “merkezi iktidara rakip feodaller” karşımıza çıkmaktadır Böylesine çözülen bir toplumsal yapı içinde, ilk başta Sırplar, Avrupa ülkelerinden aldıkları destekle ulusal bir karakter taşıyan isyana kalkışırlar Karışıklıklar Bulgaristan, Yunanistan ve Makedonya’ya da sıçrar Ayanları ve merkezi iktidara rakip güçleri kontrol altına almakta geciken Osmanlı yönetimi, bedelini çok ağır ödeyecektir

McGowan, 18 yüzyılı incelediği araştırmasında, en ilginç gelişmenin tüccar ve zanaatkarlar arasında yaşandığına işaret etmektedir: “Osmanlı zanaat örgütleri 1750’den sonra özellikle hızlı değişen ve bir sonraki yüzyıl başında Batı mamulleriyle şiddetli bir rekabete girilmesine yol açan koşullarla karşı karşıya kaldılar Osmanlı tüccar sınıfı ise, Batıyla ilişkileri arttığı için 18 yüzyılda çeşitli bakımlardan değişti Avrupalıların belirli Osmanlı mallarına, özellikle de pamuğa ilgisinin artması, her dinden Osmanlı tüccarları için fırsatlar yarattı ve bunların bazılarını, özellikle de güney doğu Avrupa’nın (Balkanlar) Hıristiyan Ortodoks tüccarlarını, halklarının bağımsızlığa hazırlanmasında önemli bir rol oynamak üzere eğitti

Osmanlı’nın klasik dönemdeki sisteminin çözülmesi, vergi toplamada tüccarlara uygulanan keyfilikler peşinden yeni sorunları da getirmektedir: 18 yüzyılın ikinci yarısında, “yabancı konsolosluklar, himayeleri altında Osmanlı azınlıklarından, giderek genişleyen bir beratlılar lejyonu toplamaya başladılar Bu beratlıların, hepsi değil, sadece bir kısmı ticaretle uğraşmaktaydı

Bir kısmı zanaat, mültezimlik ve tefecilik gibi işlerle uğraştığı bilinen bu beratlıların sayısı da oldukça kabarıktı Esnaf örgütleri de, yeniçerilerin sızması ve yoğunlaşması ile sıkıntılı bir dönem yaşamaya başladı Yeniçerilerin çok azı gerçek anlamında askerilikle uğraşıyordu

İzmir limanı, aynı yüzyıl içinde, hızlı bir büyüme yaşamıştır Buradaki ticaret tamamıyla Levanten yerli azınlıkların eline geçmiştir McGowan, ileride şu değerlendirmeyi yapmayı da ihmal etmeyecektir: “18 yüzyıl Levant ticareti, sömürge ticareti değildi Ama yine de burayla ticaret yapan Batılıların, özellikle de Fransızların merkantilist planları içine iyi oturuyordu

İzmir sadece hammadde ihraç limanı olmaz, aynı zamanda imparatorluğun kumaş başta olmak üzere önemli bir ithalat limanı haline de gelir

McGowan, 18 yüzyılın Osmanlı ekonomi anlayışını bakın ne güzel özetlemiş: “Himayecilikle hiç ilgileri olmayan (savaşla ilgili malzemeler dışında) Osmanlılar, külçe altın/gümüş ve sikke de dahil, kendilerine cazip gelen her şeyi ithal etme konusunda hep rahat oldular İhracat yapılıyordu yapılmasına, ama genel bir ulusal çıkar veya amaç düşüncesi olmaksızın, işin doğal akışı içinde yapılıyordu Osmanlı tüccarları (artık genellikle gayrimüslimler) kendi toplumlarından takdirden çok, müsamaha görüyorlardı; ticarete verilen tek destek yasaklamama şeklinde kendini gösteriyordu Tüccar mülklerinin müsaderesi, normal bir olay olmamakla birlikte, hükümet yüzyılın sonuna doğru aşırı bir sıkışıklık içine girince bu sınırlama da hükmünü yitirmeye başladı

“Bir yandan modernite öncesi yaşama özgü pazar belirsizlikleri ve sermaye mallarının hızla bozulması, bir yandan da tüccarların ve girişimci adaylarının statülerinin güvensizliği, her türlü yatırımı engellemekteydi”

Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyılı, en uzun ve en çileli yüz yılıdır; üstelik gecikerek de olsa olumlu adımların atıldığı ama hataların da bir o kadar çok olduğu bir yüzyıl

Bu uzun yüzyıl içinde Osmanlıların sosyal, iktisadi ve siyasi hayatında çokça değişiklik yaşanır Batının gözünde “Avrupa’nın Hasta Adamı”dır artık Bazı Batılı araştırmacılar, daha da ileri giderek, “ticari ve mali menfaatleri tehdit edilmediğinden Büyük Devletler Osmanlı Devletinin devamına muvafakat ettiler” diye pervasız hükümler ileri sürebilmektedir

Yunanistan, Sırbistan, Eflak ve Boğdan gibi vilayetler, Büyük Devletlerin de yardımıyla, Osmanlılardan kopar Batı, olanca ikiyüzlülüğü ile, hem gevşeyen bazı parçaları koparma hem de ani bir çöküş olmaması için “Osmanlı merkez teşkilatının takviyesi”ne yönelik de yardımcı olmaktadır

Quataert bu dönemi yorumlarken acımasızdır: “İmparatorluğun pazarlarına merkezi bir idareden elde edilen imtiyaz ve muafiyetlerle hakim olmak 18 yüzyıl boyunca ticareti güçleştiren sayısız yerel hanedanlardan elde edilenlerden hem daha kolay, hem de daha karlıydı Bu sebepten Büyük Devletler Osmanlı Devletinin devamına müsaade ettiler ve gelişmeye başlayan bürokrasinin büyümesini, faaliyet ve mesuliyet sahasını genişletmesini teşvik ettiler

Bu yüzyılda, birbirine zıt uygulamaların farklı dönemlerde ortaya çıktığını görürüz İlk kırılma noktası, 1826 yılında yeniçeri teşkilatının kaldırılması ile olur Yeniçeri teşkilatının lağvedilmesi için gerektiğinden fazla neden vardır ama, bu teşkilatın kaldırılması ile himayesiz kalan lonca üyeleri zayıflar

1826 hareketinin liberalizme yol açtığı savunulmaktadır; zaten rekabet edemez hale gelmiş yerli üretim ve ticaretin tümüyle dış güçlerin eline mahkum olacağı bir “liberalizm”

Tarih araştırmacıları 1826 hareketi ile, getireceği sonuçlar itibariyle Osmanlı İmparatorluğunu yarı sömürge konumuna sürükleyecek olan 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşmasını ve hatta Tanzimat Fermanını birbiri ile ilişkili olarak anlatır: Yeniçerilerin kaldırılmasını “1838’in meşhur Balta Limanı Antlaşması takip etti (Mısır’da egemenliğini ilan eden) Mehmet Ali ile olan savaşta İngiliz desteğini kazanmak için baskı altında imzalanan muahede, devlet inhisarlarını ve Avrupa tüccarlarına çıkarılan bir çok engelleri ortadan kaldırdı 1826’da tespit edilen iktisadi serbestiyi devam ettirdi Tıpkı 1839 ve 1856 Islahat fermanlarının ve 1876 Anayasasının Orta Doğu strüktürünü Batınınkine yaklaştırması gibi, bu iki karar Osmanlı ve Avrupa ekonomilerini daha da yakınlaştırdı

Devletin içinde serbest ticaret taraftarlarıyla himaye taraftarları arasında çekişme devam etse de, Bab-ı Ali’nin fikri Avrupa ekonomisine katılmaktan yanadır

Yapılan ıslahatlar ve hem askeriyeyi hem de tüm bürokrasiyi yenileme çalışmaları neticesinde kısmi başarılar sağlandıysa da, bu yüzyılda kaybedilen topraklar muazzam boyutlara ulaşır:

Mısır,

Besarabya,

Sırbistan,

Yunanistan,

Abhazya,

Mingrelya,

Eflak ve Boğdan,

Bosna-Hersek,

Bulgaristan,

Kars,

Ardahan,

Kıbrıs,

Girit,

Bingazi,

Trablus,

Makedonya ve Arnavutluk

Kuzey Afrika’da da işler kötü gider: Cezayir, Tunus ve Libya da kopacaktır imparatorluktan

Sonunda Selanik de kopartılır

Bu toprak kayıpları, peşi sıra göç olayını getirdi ve hem sosyal hem de ekonomik yönden daha da sıkıntılı bir dönem yaşanmaya başlandı

Aynı yüzyıl içinde ise, Avrupa hızla gelişir: “Avrupa’nın kişi başına düşen geliri yılda %0,9 oranında arttı Akdeniz ve Doğu Avrupa memleketlerinde büyüme nispeti genel nispetin yarısıydı Diğer bir tahmine göre Avrupa’nın zengin ülkelerinde kişi başına düşen gelir 1820 ile 1870 arasında (yılda) %1,1 ve 1913’e kadar da %1,4 arttı Avrupa’nın iktisadi merkezi 17 yüzyıldan beri Akdeniz havzasını terk edip kuzeye doğru kaymaya başlamıştı 19 yüzyıl boyunca Büyük Britanya’da kişi başına gelir Avrupa’nın en yüksek seviyesiydi Bu devrenin sonunda zengin Avrupa devletleriyle ‘Üçüncü Dünya’ ülkeleri arasındaki açık genişledi Osmanlı İmparatorluğu da (artık) bu Üçüncü Dünya ülkeleri grubuna dahildi

19 yüzyıldaki genel tabloyu incelemeye devam edelim: “Sanayileri gelişmiş olan dört büyük devlet – Büyük Britanya, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Almanya – dünya ticaretinin külliyetli miktarını temsil ediyorlardı

Yüzyılın son çeyreğinde dünyanın diğer ülkelerinin dünya ticaretindeki toplam payı ise dörtte birdir Az gelişmiş ülkelerin ihracatının %77’si hammadde iken; dört dev ülke dünya sanayi üretiminin dörtte üçünü karşılamaktadır

Sanayiinin yarattığı muazzam karlar neticesinde, Avrupa 1830’lu yıllarda sermaye ihracına da başlar

Ama Osmanlı söz konusu olduğunda, her nedense, tablo farklıdır: “Osmanlı İmparatorluğu’nun kamu ve özel sektörlerinde yapılan dış yatırımlar da genel sermaye akışının aynıydı 1880 yıllarına kadar Avrupa Osmanlı topraklarında çok az yatırım yaptı Halbuki Bab-ı Ali 1850’lerden itibaren bir hayli borca girmişti Uluslararası sermaye akımının artması ve Osmanlı Devleti’nin Kırım Savaşı’nı finanse etmek ihtiyacı ilk dış borca sebebiyet verdi”

Dikkat edin, Osmanlı’ya borç savaş için veriliyor Halbuki, Avrupa sermayesi bir çok ülkeye kamu ve özel yatırım alanlarında gidip destek vermektedir aynı dönemde Okumaya devam edelim: “İhracatın ve refahın keskin olarak arttığı bir çağda borç üstüne borç alındı Bu, 1870’lerde Osmanlı Devleti’ni borcunu ödeyememek durumuna düşürdü Borçlar gittikçe daha az elverişli şartlarla alınıyor, gerçek faiz hadleri %10-12’yi buluyordu”

Dünyanın en yüksek faiziydi “1869 ile 1875 yılları arasında Devlet toplayacağını tahmin ettiği gelirlerden fazla borca girdi 1873 buhranı sermaye ithalini (yani borçlanmayı) durdurdu Bab-ı Ali moratoryum ilan etti Bu buhran Osmanlı İmparatorluğu’na 1881’de Düyun-u Umumiye İdaresini kurdurttu Bu İdareyle Osmanlı Devleti’nin borçlarını ödemeye sadık kalacağı ve dünya mali piyasasında bir borçlu devlet olarak tanınılacağı garanti ediliyordu

Başka bir yazar, Şevket Pamuk, Osmanlı borçlanmasını Tunus ve Kahire ile kıyaslayarak şu şekilde anlatır: “Bütçe açıkları ortadan kaldırılmadan tağşişlerden vazgeçilmesi, ne yazık ki, uzun vadede her üç hükümet için de bir hayli pahalıya mal olmuştur Her üç devlet de bütçe açıklarını kapatmak amacıyla, 1850’lerden itibaren Avrupa finans piyasalarından borç almaya başladı 1870’lerin ortalarına gelindiğinde, her yıl ödenmesi gereken borç miktarı bu üç devletin kapasitelerinin çok üzerine çıkmıştı Borç ödemeleri durdurulunca, İstanbul’da Avrupalı alacaklıların çıkarlarını gözetmek üzere Düyun-u Umumiye İdaresi kuruldu Tunus ve Mısır’da ise dış borçların ödenemez hale gelmesiyle hızlanan gelişmeler, çok daha dramatik sonuçlara yol açtı Tunus 1881 yılında Fransa tarafından, Mısır da ertesi yıl İngiltere tarafından işgal edildi Bu iki ülke, 20 yüzyılın ortalarına kadar, Avrupa sömürge imparatorluklarının bir parçası konumunda kaldılar

19 yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı topraklarında yabancı yatırım da gelmiştir Bu da, büyük ölçüde tren yolu yapımı için olmuştur ve belli maksatlar taşımaktadır

Quataert şöyle açıklıyor: “Yatırımların en büyük kısmı dış ticaretle meşgul olan işletmelerdeydi Demiryolları için yapılan yatırımlar yabancı sermayenin belki üçte ikisini teşkil ediyordu: %10 limanlara ve kamu servislerine vakfedildi Osmanlı İmparatorluğu’nun dış ticaretinin büyüme haddi yabancı yatırımlarınınkiyle gayri mütenasiptir 1870’den sonra Fransa ve İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’ndan ithallerini azalttılar 1840 ile 1913 yılları arasında kişi başına dünya ticareti ve kişi başına merkez-çevre ticaretinin büyüme oranınkinden çok daha yavaş arttı 1850’den sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun ticaretinin gelişmesi sanayileşmiş ülkelerin ve hatta tropik diye adlandırılan ülkelerininkinin gerisinde kaldı Yabancı sermayenin hareketi de bunun gibiydi 1852-1881 arasında dışarıya yatırılan Fransız sermayesinin dörtte biri Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Mısır’daydı 1881-1914 devresinde yatırım miktar olarak çok yükseldi Fakat Fransız sermayedarları için Osmanlı İmparatorluğu’nun önemi çok azaldı ve dışarıya yatırdıkları sermayenin yalnız %2’sini teşkil etti

Adeta, Osmanlı Düyun-u Umumiye idaresi altında tam teslim olduktan sonra, yabancılar yatırıma ihtiyaç duymuyorlar

İlginç değil mi?

Gelin daha vahim bir karşılaştırmaya da göz atalım: “Batı ve Orta Avrupa’daki komşuları ile mukayese edilirlerse Osmanlılar fakirdiler 1913’te kişi başına gelirleri İngilizlerininkinin yirmide biri ve genel olarak Avrupalılarınkilerin onda biriydi Belki daha bile kötü, Bab-ı Ali’nin hükmü altında olan yerlerde kişi başına düşen gelir Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Bulgaristan, Sırbistan ve Yunanistan’ınkinin beşte biri ve Romanya’nınkinin yedide biriydi

Bu çok vahim bir tablodur ve bu noktaya gelinmesi hiç de tesadüf eseri değildir; Avrupa’nın bu tablonun oluşmasındaki katkı ve iradesi çok fazladır

19 yüzyılda her şeye rağmen yavaş da olsa bazı olumlu gelişmeler de olur: “1840 ile 1913 yılları arasında şehir nüfusunun nispeti %17’den %22’ye” çıkar Kaybedilen topraklardan gelen göç dalgası, İmparatorluk içinde Müslüman nüfusun oranını arttırır: Bu oranın %60’tan %74’e çıktığı tahmin ediliyor

Ama bu yüzyıl içinde dışarıya göç vermeye de başlamıştır Osmanlılar; özellikle de ABD’ye

Yabancı bilim adamlarının demiryolları yapımı ile ilgili de ciddi kuşkuları olduğunu görüyoruz: Demiryolları yapılmasında “siyasi, içtimai ve askeri menfaatlerin mevcut olduğu muhakkak; iktisadi faydaların da ne olduğu tam olarak belli değil Demiryolları İmparatorluğa önemli iktisadi, siyasi ve askeri menfaatler temin ettiyse de, bunlar için ödenen fiyat çok yüksekti; bugün için istikbal temlik ediliyor, Avrupa mali ağının içinde takılıp kalınıyor ve bağımsızlık feda ediliyordu 1911’de Osmanlı Devleti kilometre garantisi olarak 170 milyon frank ve Hicaz hattı için de ayrıca 100 milyon frank ödemişti

İşin bir başka yanı daha vardı: “Demiryolları Osmanlı sanayiine çok az katkıda bulundu Rusya, Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde demiryolları demir ve çelik gibi ağır sanayii teşvik etmişti Fakat (Osmanlılarda) demiryolu inşa edenler ray, lokomotif ve vagon ithaline bağlıydılar Bundan dolayı, bunların Osmanlı ekonomisine çok az tesiri oldu

Üstelik bazı hatların hiç iktisadi önemi de yoktu Hat döşenen bazı bölgeler ise, hem tarımsal hem de ticari olarak gelişti

Bu yüzyıl boyunca dış ticaretin içindeki ithalat payı sürekli artmıştır Artmıştır ama, “dış ticaret açığını Osmanlı borçlarının konsolide edilmesi ve Düyun-u Umumiye İdaresi vasıtasıyla elde edilen dış borçlar” ödemekteydi

İthalatın başında pamuklu mensucat geliyor ve yanı sıra buğday, un, pirinç, şeker, kahve ve çay gibi kalemler de önemli bir pay tutuyordu Dış ticarette dalgalanmalarla birlikte aslan payı önce Fransa’da, sonra İngiltere’de, Avusturya’da ve nihayetinde ise Almanya’da idi

19 yüzyılda “İmparatorluğun sanayii durmadan geriledi, zayıfladı ve rekabet kabiliyetini kaybetti sanayi merhametsiz bir şekilde çökmüştü, yani 1850’lerde İmparatorluğun sanayi sektörü önemini tamamen kaybetmişti”

Bilhassa mensucat sanayii harap vaziyete geldi 1870’lerden sonra iç talebe yönelik sanayi sektöründe bazı olumlu gelişmeler olur İhracata yönelen sanayilerde de hareketlenme gözlenir: Halı, dantel ve ibrişim gibi

Önce devletin kurduğu bazı buharlı makine kullanan fabrikalar ortaya çıktı Sonra da, vergi muafiyeti politikası ile birlikte özel teşebbüsün de hareketlendiği görüldü Halı sanayii için yün ipliği ve boya fabrikaları kuruldu Sanayide ağırlık daha çok askeri malzeme sağlamaya yönelikti

Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen, kurulan sanayi ihtiyaca cevap vermekten uzaktı Mesela, mensucat ihtiyacını karşılamaya yönelik kurulan fabrikalar “ancak ufak bir oranını karşılıyordu” Pamuklu kumaş imalatında üretimin ithal edilenlerin %2’si kadar olduğu tahmin edilmektedir

Sanayi özellikle İstanbul ve İzmir’de gelişmişti Bursa’daki tarihi ipek sanayiinin bu yüzyılda çöktüğüne şahit oluruz; bunun yerini ise İngiliz ipliği ile pamuklu kumaş üretimi alır

İpek sanayiinde de hem yabancı sermaye (Fransızlar) girişi hem de makine kullanımı ile birlikte gelişme olduğu gözlenir ama Bursa eski ticari ihtişamından oldukça uzaklaşmıştır artık

1870’lerden sonra el emeği ile yapılan imalatın tüm ülkede artış gösterdiği ifade ediliyor En fazla gelişme gösteren halı imalatında ise, 1908 yılına gelindiğinde, Avrupalı bir şirketin tröst kurduğunu görürüz Böylelikle, “memleketin en büyük ihracat sanayiinde elde edilen karlar dışarıya, şirketin Londra’daki merkezine” akmaya başlar

19 yüzyılda para konusunda da bazı gelişmeler olmuştur: Kırım savaşı sırasında, daha önce az miktarda basılan kağıt para basma işine ağırlık verilmiş ve piyasa değeri itibari değerlerinin yarısına düşmüştü Bu ilk kağıt para deneyimi, böylelikle büyük bir enflasyon dalgasıyla sonuçlanır

Yine bu dönemde Fransız ve İngiliz sermayesiyle Bank-ı Osmani-i Şahane kurulur ve para basma tekeli bu bankaya verilir Kağıt para serüvenini, Şevket Pamuk şöyle açıklıyor: “Devletin mali bir önlem olarak dönüştürülebilir olmayan kağıt paraya başvurmasının iki farklı nedeni vardı Rusya’yla süren 1877-78 savaşı 1873-76 kriziyle zaten oldukça tehlikeli bir hal alan mali problemleri daha da ağırlaştırmıştı Bu koşullar atında, kaimeler savaşı finanse etmeye yardım etmesi için bir kez daha basıldı Ancak, devlet bazı ödemeleri kağıt parayla yapmayı kabul etmesine rağmen, fazla sayıda olmalarından ötürü iki sene içinde itibari değerlerinin dörtte birine düştüler Aynı şekilde, 1 Dünya Savaşı’nda, dönüştürülebilir olmayan paralar düzenli olarak dolaşımdaydı ve mali gelirlerin en temel kaynaklarından biriydi 1917’ye gelindiğinde, bir altın lira altı kağıt liraya eşitti Bir kez daha, kaime kullanımı, kağıt para cinsinden fiyatlarda hatırı sayılır bir artışla sonuçlanmıştı

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, özellikle Balkan Harbi ve sonrasında, iktisadi esaretten sıyrılmak ve milli bir iktisat sistemi kurmak için çokça çaba harcanır

Kapitülasyonların tümü kaldırılır

Levanten sermayeye karşı tedbirler alınır ve milli sermaye desteklenir

Yapılanlar ve yapılması düşünülenler, Osmanlı son döneminde gelinen bağımlılık zincirlerini kırmaya yönelik önemli girişimlerdi

Ama ardı ardına yaşanan savaşlar ve nihayetinde de Birinci Dünya Savaşı, sonuca ulaşmayı engeller

Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan Cumhuriyet, Atatürk’ün iktisadi bağımsızlığa verdiği önemle gerçek bir silkiniş dönemi olacaktır Osmanlı İmparatorluğunun son yüzyıllarında yapılan hataların tekrarlanmaması için tedbirler alınır

1923’te düzenlenen İzmir İktisat Kongresi, gidilecek yolu belirler Ülke, yokluklar içinde olmasına rağmen, sanayide kalkınma seferberliğini başlatır

Devletin bütçesi denk tutulur ve çok partili sisteme geçene kadar da taviz verilmez

Bankacılığa ve milli bankaların kurulup gelişmesine önem verilir Osmanlıdan kalan borçlar ödenir

Merkez Bankası kurularak, para politikaları bu banka vasıtasıyla belirlenir

Mali dengeler ve dış ticaret dengeleri dikkatlice takip edilir Elindekini avucundakini hovardaca harcamayan bir anlayış hakim olur

Yabancı yatırımcıya kapılar kapatılmaz, ama teslim de olunmaz

Ülke menfaati her şeyin üstünde gelmektedir Borçlanma politikası terk edilir

1929 yılında uluslararası yaşanan ekonomik kriz döneminde, bu krizin ülkeyi etkilememesi için tedbirler alınır İlk defa planlı kalkınma ve sanayileşme programı uygulanır ve belirlenen hedeflere ulaşılması için seferber olunur

Osmanlı İmparatorluğu, Batı karşısında önce ekonomide yenilmiş ve bu yenilgiyi savaş meydanlarındaki yenilgiler ile toprak kayıpları takip etmiş; bilahare de koca imparatorluk yarı sömürge durumuna düşmüş ve en sonunda da parçalanıp işgal edilmiştir

Cumhuriyet Türkiye’si, bu yaşanılanları unutmamalıdır

KAYNAK

Halil İnalcık ve Donald Quataert, “Genel Giriş”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi içinde, C 1, s 39 Eren Yayıncılık, İstanbul 2000

Alıntı Yaparak Cevapla