Yalnız Mesajı Göster

Osmanli Tarihinde Belgrad

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanli Tarihinde Belgrad



BELGRAD SEFERLERIYLE ALAKALI IKI OLAY

BİR SALKIM ÜZÜM

Avrupa hıristiyanları, Papa’nın kışkırtması ile bir araya gelip Osmanlı topraklarına saldırmaya teşebbüs edince, yeryüzünün sultânı Kânûnî Sultan Süleymân Han, ordusu ile sefere çıktı Târihlere şan veren ordu ağır ağır ilerliyor, hedefine bir an önce ulaşmak için gayret sarf ediyordu Havalar da iyice ısınmıştı Bir Hıristiyan beldesinden geçerken, yolun dar olması sebebiyle, askerlerden kimisi üzüm bağlarından yürümek mecburiyetinde kaldı Olgunlaşan üzümler susuzluktan dudağı çatlamış askerlere; “Al beni, ye beni” dercesine duruyordu Askerlerden biri dayanamayıp, sahibinin haberi olmadan bir salkım üzüm kopardı Yerine de bir keseye koyduğu parayı bağladı Üzümü de yedi Çok geçmeden mola verildi Ordunun arkasından, kan-ter içinde Hıristiyan bir köylünün geldiği görüldü Köylüyü komutana götürdüler Çok heyecanlı olan köylü, komutanın eline mi, ayağına mı kapanacağını bilemedi Bir asker, kendi bağından kopardığı üzümün yerine para bırakmıştı Bağında başka bir zarar yoktu Böyle bir askere ve komutanına, elbette teşekkür etmeliydi Ama komutan bu habere hiç sevinmedi Bir askerinin başkasının malını izinsiz almasını bir türlü kabul edemiyordu Tellâllar çağırtılıp, o asker bulundu Bu arada Sultan da hâdiseyi öğrenmişti Hemen o askerin ordudan atılmasını emretti ve; “Kursağında haram lokma bulunan bir askerin bulunduğu ordu ile zafer ve nusret müyesser olmaz” demekten kendini alamadı, Hıristiyan köylü, üzümü alan askeri taltif ettirmek için geldiğini, hâlbuki işin tersine döndüğünü arz edince, komutan; “Eğer o asker parayı bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu İşte o zaman, kellesi de giderdi Parayı asmaya bağlamakla kellesini kurtardı Ama sahibinden izinsiz mal almakla da, seferden men cezasına çarptırıldı” dedi ve kahraman ordu yoluna devam etti

Orduya Belgrad yakınlarında bir yerde konaklama emri verildi Askerler, çevredeki su ve çeşmelerden istifâde edip, abdest tazelemeye, susuzluklarını gidermeye çalışıyorlardı Çeşmelerden birinin yakınlarında bir manastır vardı Manastırın rahibi, Osmanlı askerinin durumunu öğrenip, haçlı askerlerini haberdâr etmek için, manastırdaki rahibelerden birkaçını süsleyip, ellerine verdiği testilerle çeşmeye gönderdi Rahibelerin geldiğini gören Osmanlı askerleri, hemen çeşme başından ayrılıp, rahibelere sırtlarını döndüler Rahibeler testilerini doldurup gidinceye kadar kimse dönüp bakmadı Rahibeler gelip durumu anlatınca; koparılan üzümlerin yerlerine para bırakıldığını duyan Rahip, bu kadarını beklemiyordu Bunlar ne biçim insanlardı Malda-mülkte gözleri yoktu, kadına-kıza iltifat etmiyorlar, memleketlerinden günlerce uzak yerlere kadar geliyorlar, korkmadan ve endişe etmeden canlarını veriyorlardı Hemen kâğıt kalem istedi Osmanlı askerlerinin karşısına çıkmak için hazırlanan haçlı orduları komutanına şunları yazdı; “Ey haçlı kumandanları! Siz bu ordu ile nasıl başa çıkabilirsiniz? Bu insanlar canlarını düşünmeden Allah yolunda komutanları emrinde çekinmeden can veriyorlar Biliyorlar ki, gidecekleri yer Cennet’tir Kadına-kıza ehemmiyet vermiyorlar, yanlarına gönderdiğim, rahibelere sırtını döndüler Mala-mülke de önem vermiyorlar Bütün mal ve mülklerini terkederek cihâda çıkıyorlar Herkese karşı iyi davranıp, kimseye zulmetmiyorlar Ey haçlı kumandanları! Siz, onlardaki bu hasletleri ortadan kaldırmadan karşılarına çıkıp savaşmaya kalkışırsanız elinize binlerce askerinizin canına mal olacak acı bir tecrübeden başka bir şey geçmez Buna rağmen haçlı kumandanları, kahraman Türk askerlerinin kılıçlarına yem olmak için âdeta birbirleriyle yarış ettiler Türk askerine yeni yeni zaferler kazandırdılar Avrupalılar, kendi kötü hasletlerini Osmanlılara aşıladıkları zaman, onları yenebileceklerini yıllar sonra anladılar ve faaliyetlerini bu yönde yoğunlaştırdılar

BELGRAD’DA İKİ ŞEHÎD!

Fâtih Sultan Mehmed, Avrupa’nın kapısı olan Belgrad’ı fethetmek için 13 Haziran 1456 günü kuşatmıştı Belgrad kalesi yarımada vaziyetinde, Tuna ve Sava nehirlerinin birleştikleri yerde olup, çok iyi bir şekilde tahkim edilmişti Hıristiyanlar orta Avrupa’nın kapısı ve kilit noktası olan Belgrad’ın müdâfaası için büyük hazırlıklar yapmışlardı Muhasara sâdece kara tarafından başlamıştı Bu yeterli değildi, zîrâ kalenin nehir yolu ile iritibâtı devam ediyordu Macarların kendisine millî bir kahraman olarak baktıkları Hunyad gelmeden önce kaleye girmek lâzımdı Yapılacak şey, Macaristan tarafına geçilerek Hunyad’ın yolunun kesilmesiydi Fakat bâzı vezir ve beyler, Belgrad’ın uzun müddet dayanacağına inanmadıkları için bu hareketi lüzumsuz buluyorlardı Harp usûllerine vâkıf olan ve bir çok tecrübesi olan Rumeli beylerbeyi Karaca Paşa aynı fikirde değildi Muhasaranın üçüncü gününde toplanan dîvânda fikirlerini söyledi Bir kısım kuvvetle Macaristan tarafına geçerek kaleye yardıma gelecek Hunyad’ın karşılanmasını teklif ederek; “Pâdişâh’ım! Ben kulunuza destur ver Tuna’nın öte yakasına geçeyim Hisar karşısında durarak, gelecek küffârın önüne çıkayım” dedi Rumeli akıncıları ve sancak beyleri bu fikre katılmadılar Karaca Paşa, her ne kadar; “Paşalar, beyler etmen tedbîr budur” dedi ise de sözünü dinletemedi Muhasaranın devamına karar alınan dîvândan çıkıldığında, Karaca Paşa adetâ ağlamaklı olmuştu Beraberinde bulunan yeniçeri ağası Hasan Ağa’ya; “Ağa, kişi dostunu böyle mi destekler?” diye serzenişte bulundu Hasan Ağa da dertli idi Dîvânda kendisine söz düşmemişti Diğer taraftan sancak beylerinin; “Karaca, cenkten uzak kalmak için böyle söyler” dedikleri kulağına gelmişti Vaziyeti anlatınca Karaca Paşa kıpkırmızı oldu ve; “Pâdişâhımız bilir Biz Bizans’ın surları önünde cenk ederken bu beyler neredeydi? Karaca ölümden korkmaz Ben bu canı devletim ve pâdişâhım için tende saklarım” diye bağırdı Yeniçeri ağası onu teselli ederek; “Hiddetlenme Paşa kardeş! Ben sizi bilirim Git efendimize durumu tekrar arz eyle” deyince, Karaca Paşa; “Yok ağa yok Olan oldu” dedi

Muhasara bütün şiddetiyle devam ediyordu Vidin’de toplanan Osmanlı donanması Segedin’den gelecek yardıma engel olmak için Belgrad önüne geldi ise de, Hunyad’ın donanmasına mağlûb oldu Şiddetli bir hücuma geçileceği sırada Hunyad kaleye yardıma geldi Bu durum savaşın şiddetini bir kat daha arttırmıştı Pâdişâh o zaman Karaca Paşa’ya hak verdi

13 Haziran ile 20 Temmuz arasında devam eden muhârebeler çoh kanlı olmuştu Hunyad’ın kumandayı ele alması ile morali düzelen düşman, inatla bütün hücumlara karşı koyuyordu Sultan 20 Temmuz günü Karaca Paşa’yı huzuruna kabul ederek, ertesi gün için umûmî bir taarruzun yapılacağını, kendisinin de ordunun başında bulunacağını söyledikten sonra; “Karaca, senden her zamankinden fazla gayret beklerim Mâruzâtın sem’-i itibâra alınmadı diye neden gam çekersin?” diye sordu Karaca gözleri dolu olarak; “Pâdişâhım! Sen hemen emret, billah Allah yolunda şehîd olmaktan gayri düşüncem yoktur Canın ne kıymeti vardır devletlüm!” cevâbını verdi

Ertesi gün, sabahın erken saatlerinde mehter cenk havası vururken, umûmî hücum başladı Karaca Paşa en öndeydi Yanında yeniçeri ağası Hasan Ağa vardı “Hey Gâziler yürüyün!” naraları ile ileri atıldılar Muhârebe bütün şiddeti ile devam ediyordu Türklerin zaferi ile neticelenmek üzere seyir takibe başladığı sırada, önce Karaca, arkasından Hasan Ağa şehîd düştü Osmanlı ordusundan beş bin kişi kaleye girmişti Başlarında Karaca Paşa ve Hasan Ağa’nın olmadığını fark eden Hunyad, karşı taarruza geçti Şehre girenleri çıkarttıktan sonra, bütün gücüyle ordugâha saldırdı Bunun üzerine Sultan, ordugâha giren düşmanı karşıladı ve; “Kullarım ne duruyorsunuz?” narası ile ileri atıldı Bu durumu gören yeniçeri, yeniden parlamış ve bir alev olmuştu Akşam olduğu zaman, düşman on binden fazla ölü bırakarak Belgrad’a geri çekildi

Fâtih, Karaca Paşa ve Hasan Ağa’nın niçin huzuruna gelmediğini sorunca, paşalardan biri; ikisinin de kaleye girerken arka arkaya şehîd düştükleri haberini getirdi Karaca Paşa son nefesini verirken; “Pâdişâhıma söyleyin! Allahü teâlânın emrine uyarak bu canı devletim ve onun için veriyorum” demişti Koca Fâtih, hiç bir zor karşısında eğilmeyen başını elleri arasına alarak; “Vah Karaca paşam! Vah Hasan’ım!” diye göz yaşı dökmüştü

KAYNAKLAR:)

Şakayık-ı Nu’mâniyye zeyli (Ataî); sh 218

4) Seyahatnâme: cild-7 sh 688

5) Solak zâde Târihi; sh 580

6) Târıh-i Cevdet, cild-6, sh 294

7) Osmanlı Devleti Târihi (Hammer); cild-3, sh 666, cild-5, sh1288, cild-14 sh 275

8) Fâtih’in Askerî re Siyâsî faaliyetleri; sh117

9) Osmanlı Târihi (Uzunçarşılı); cild-2, sh 310

10) Îzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-2, sh 72, cild-3, sh 131, 466

11) Büyük Türkiye Târihi; cild-3, sh 11, 331 cild-6, sh114, cild-13, sh 468

12) Târihi Nâimâ; cild-1, sh81

13) Rehber Ansildopetlisı; cild-2, sh 312

Alıntı Yaparak Cevapla