Yalnız Mesajı Göster

Eski Uygarlıklar Döneminde Tepme Keçecilik

Eski 10-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Eski Uygarlıklar Döneminde Tepme Keçecilik



Anadolu Selçukluları Döneminde Tepme Keçecilik



11 yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu’ya geçmeye başlayan Türk boyları, 1071′de Alparslan’ın Malazgirt’te Bizans ordularını yenmesinden sonra, kısa sürede Anadolu’ya egemen olmuşlardır

Anadolu Selçuklu kültür ve sanatı Şamanizm, Maniheizm ve Budizm gibi inanç sistemlerinden İslam dinine geçişi gösteren ve maddi niteliklerden manevi niteliklere doğru değişen özelliklere sahip olması bakımından ayrı bir önem taşımaktadır

Yazılı kaynaklarda Türk boylarının; Anadolu’ya geçişlerinde, o zamana kadar geliştirdikleri halı, kilim, keçe vb el sanatlarını da birlikte getirdikleri belirtilmektedir Ancak Boğazköy (Hattuşaş) yakınında ki Yazılıkaya’da bulunan kabartmaların başlarında görülen sivri külahların mühür ve diğer tasvirlerde karşılaşılan başlıkların keçeden yapıldığı tahmin edilmektedir Bunun yanı sıra MÖ 9 Yüzyılda yazılmış olan Homeros’un ünlü İliada destanında keçe sözcüğünün geçmesi, Anadolu da keçenin erken dönemlerinde bilindiği olasılığını kuvvetlendirilmektedir Anadolu da Tepme keçecilik sanatının tarihsel gelişimi konusunda yapılacak bilimsel araştırmalar; gelecekte bu olasılıkları şüphesiz daha açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır Bu nedenle konu gereği burada Anadolu Selçuklu Dönemi tepme keçe sanatının ele alındığını, Anadolu’da yaşamış olan diğer medeniyetlerde bu sanatın gelişimi, ileride yapılacak bilimsel çalışmalarla incelenebileceğini belirtmekte yarar vardır

Selçuklular döneminde Anadolu da yerleşik ve göçebe yaşama devam edilmiştir Bu nedenle çadırlar; gerek göçebe yaşamını sürdüren Selçuklu Türklerinin, gerekse ordunun ihtiyaç duyduğu barınma ihtiyacını karşılamaya devam etmiş böylece Türk kültürü içerisindeki yerini ve önemini korunmuştur

Buna rağmen Selçuklular dönemine ilişkin yazılı kaynaklar incelendiğinde; keçe çadırlara ait fazla bilginin bulunmadığı anlaşılmıştır Ancak çadır sözcüğüne değinene Kaşgarlı Mahmud, Divan-ı Lugat-it Türk isimli eserinde, ev edinmenin güç olduğu kadar çadır edinmenin de çok kolay olmadığını belirtmiş, çadır ve göç örtülerinin keçeden yapıldığını ve örtülerin sırındığını yani sık dikişle dikildiğini açıklamıştır Kaşgarlı Mahmud söz konusu eserinde ayrıca bu keçe örtülerin güveden korunmaları için silkelendiklerinden de söz etmiştir

Selçuklular, kullandıkları çadırları süslemeyi de ihmal etmemişlerdir 13 Yüzyıl Minyatürlerinden, Varka ve Gülşah’ta, bu süslü çadıra yer verilmiştir

Yine Varka ve Gülşah minyatürleri arasında bulunan bir at figürü, Hun Sanatını anımsatan örneklerden birisidir Diz çökmüş ve başına yem torbası takılmış olan bu atın üzerindeki eyer örtüsü (çul veya terlik), hayvan figürleri ve rumilerle bezenmiştir Hunlar döneminde de, at sırtında kullanılmak üzere, keçeden veya kalın dokumalardan yapılan bu eyer örtüleri, Selçuklular döneminde de önemini yitirmemiştir

Selçuklular: keçeden yapılmış çadır ve eyer örtüsü geleneği sürdükleri gibi, giyim ve kuşamlarında da tepme keçe tekniği ile elde ettikleri ürünleri kullanmayı ihmal etmemişlerdir Selçuklu Türklerinde görülen giyim eşyalarının İslam öncesi Türk giyim kuşamının hemen hemen devamı olduğu söylenebilir Bu döneme ait giyim kuşam tarzı, günümüzde çok az farkla Türkmen kadınlarınca sürdürülmektedir

Selçuklular, kumaş üretiminde, öncelikle ipek; daha sonra pamuk ve deve yünü kullanmışlardır Bu dönemde üretilen kumaşlardan koyun yünü çok az kullanılmıştır Çünkü, yünden elde edilen elbiseler genellikle köleler tarafından giyilmiştir Kölenin, yün elbise sahibi olmasının önemli bir olay olduğu, Kaşgarlı Mahmud’un eserinde özel olarak belirtilmiştir

Yünün; giysilik kumaş üretiminde çok az kullanılmasının bir başka nedeni bu materyalin öncelikle tepme keçe yapımında değerlendirilmesinden kaynaklanmıştır Çünkü elde edilen keçe; çadırdan çizmeye, kuşağa, börke kadar bir çok çeşitli amaçlarla kullanılmıştır Keçe dışında yün; derisiyle birlikte kürk yapımında da değerlendirilmiştir

Orta Asya Türk boylarınca kullanılan ve bir çeşit baş giysisi olan “börk” Selçuklu Türklerinin giyim eşyaları arasında önemini korunmuştur Kaşgarlı Mahmud; Divan-ı Lugat-it Türk isimli eserinde; börk konusunda oldukça geniş bilgilere yer vermiştir Kaşgarlı, bu eserinde börk üretimi için gerekli olan kalıbın kağıttan veya çamurdan yapıldığını; kalıba göre kesilen keçe ve ipek örtülerden börk elde edildiğini; imece usulü ile yapılan börk dikişinin bir ihtisas alanı olduğunu anlatmıştır

Yine bu dönemde börk ve börkçülük giyim eşyalarının bir parçasını oluştururken atasözlerine de girmiştir

Türk atasözleri arasında “Kelin geleceği yer börkçü dükkanıdır” ve “Acemsiz Türk börksüz baş olmaz” gibi sözlere yer verilmesi bu konunun önemini vurgulamaktadır

Selçuklu Türklerinde; başa giyilen “börk”e verilen önem, çizmelerde de eski yerini korumuştur Hunların kullanıldığı keçe çorap ve çizmeler, Göktürkler ve Uygurlar döneminde devam etmiş ve Selçuklu döneminde başta hükümdar olmak üzere halkında geleneksel giyim eşyaları arasında yer almıştır Köymen (1983)’in “Alparslan ve Zamanı” isimli eserinde belirttiği “Tuğrul Bey, 1038 yılında Nişapur’a girdiği zaman, sırtındaki ipek kaftanı ile ayağındaki keçe çizmeler dikkati çekmişti” cümlesi yukarıdaki bilgileri tamamlamaktadır

Diğer yandan bu dönemde en iyi keçe çizmenin Türkmen keçesinden elde edildiğine değinen Kaşgarlı Mahmud aynı zamanda “O bana çizme yapılan Türkmen keçesi tepmekte yardım etti” cümlesi yer vermiş ve böylece keçe çizmenin birkaç kişi tarafından yapıldığına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur

Kaşgarlı’nın Divanında söz ettiği bu cümleler dışında, Selçuklar döneminde keçe çizme giyme geleneğinin devam ettiğini kanıtlayan örnekler de bulunmaktadır 13 yüzyıl minyatürlerinden olan ve Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan Varka ve Gülşah minyatürleri arasında Varka’nın ayağında keçe çizme ile at üzerinde savaştığı ve Varka’nın Gülşah’a veda ettiği örneklerde aynı çizimlerle tasvirlerine rastlanması bu bilgileri tamamlamaktadır

Selçuklu Türkleri, tepme keçeden yapılmış olan ve genellikle çobanlar tarafından giyilen kepenekleri kullanmışlardır Gerektiğinde, başı yağmurdan ve tipiden korumak üzere, kepeneklerin arkasına külah (kapşon) şeklinde yine keçeden yapılmış bir çeşit başlık ilave etmişlerdir Kepenekler, özellikle çobanları simgeleyen bir giysi özelliği taşımış ve “kepeneği olan kimse ıslanmaz, gemli at hoşarılanmaz” cümlesi ile Selçuklu döneminin atasözlerine arasına da girmiştir

Anadolu Selçukluları döneminde önemli keçe merkezlerinden birisi Konya olmuştur Nitekim Konya’da, Selçuklulara ait olan ve 1283 yılında tamamlanan, Sahipata Külliyesi’nde “keçecilik” adı verilen, keçelerin pişirilmesinde kullanılan özel bir bölümün bulunması bu sanatın, Konya’da yoğun şekilde yapıldığını belgelemektedir

Diğer yandan Mevlana’nın Horasan’ın Belh şehrinden ailesiyle birlikte Anadolu’ya göçmesi ve Konya’da yerleşmesi Anadolu Selçuklu Devletinin en parlak yılları olan 13 Yüzyıla (1228) rastlar

Bu dönemde Mevlana’nın kurduğu Mevlevi teşkilatına üye kişiler, başlarına “sikke” adı verilen ve tepme keçeden özel olarak yapılmış keçe külahlar giymişlerdir 16 yüzyıl sonlarına ait bir minyatürde mevleviler; örgütün simgesi durumunda olan bu keçe külahları ile tasvir edilmiştir

Yine 17 yüzyıla ait halk resimleri arasında yer alan ve British Museum’da bulunan albümde; ayaklarını mühürlemiş, sema eden bir mevlevi, başına giydiği tepme keçe sikke ile tasvir edilmiştir

Mevlevilerin giydikleri bu sikkeler; önce yalın kat keçeden yapılmış, daha sonra da iç içe iki kattan elde edilmişlerdir Koyu veya açık kahverengi, deve yünü veya doğal beyaz renkte tiftik kullanılan bu tepme keçe sikkeler o dönemde külahçı dükkanlarında satılmıştır Üretim yerleri ise genellikle Konya olmuştur

Mevleviliğin bir sembolü olarak kabul edilen tepme keçe sikkelerin önemini, Konya Müzesi’nde bulunan bir sülüs yazısında bulunan şu beyit açık bir şekilde ortaya koymaktadır

Bu Cihanda eğer altın ola namın

Gir sikkesi altına Hazreti Mevlananın

Tepme keçe sanatı mevlevilerin sikkeleri dışında “Elifi Nemed” adı verilen kemerlerinde de (kuşaklarında) kullanılmıştır 8-10 cm genişliğinde, 150 cm uzunluğunda, tepme keçeden oluşturulan bu kuşakların üzeri parlak bir kumaşla kaplanmıştır

Diğer yandan, “13 Yüzyılın başlarında (yaklaşık 1206 yılında) Anadolu’ya gelen Ahi Evran; “Ahilik” adı verilen teşkilatı kurmuştur” “Anadolu’da esnaf ve sanatkarları bir araya getiren bu kuruluş içinde keçecilik sanatına da yer verilmiştir Ahilerin, beyaz yünden elde edilmiş keçe külah giyinmeleri” ise bu sanata verdikleri önemin bir göstergesi olarak kabul edilebilir

Alıntı Yaparak Cevapla