Prof. Dr. Sinsi
|
Tarihe Şahitlik Eden Sarayın Saatleri
DOLMABAHÇE SARAYI’NDA SAATLER
Kütüphane ve katip odaları olarak kullanılmış odalarda daha çok çalarsız, 30 günlük, takvimli ahşap Amerikan duvar saatleri, Viyana regulatörleri, Alman vapur saatleri kendilerine eşlik eden yine ahşap barometre-termometrelerle birlikte mütevazi, sade ama yerinin farkında duruşları ile kitapların, yazıhanelerin, kütüphane ve sekreterlerin arasında tam olarak kaybolurlar
Yatak odalarında bazen çalar tertibatsız, bazen aksine ama saati denilen karanlıkta ipini çektiğiniz vakit saati çeyreğine kadar çalarak ışık yakmadan vakti bildiren saatler, bazen naif dekorlu, şık porselen saatler, 20 yüzyıl başından itibaren küçülen ve uyandırıcı fonksiyonu dikkat çeken daha ziyade cep saati makinelerinde görülen zarif cruvasier makineli İsviçre masa saatleri, çok küçük kuturda Fransız seyahat saatleri, fildişi ya da sedef kasalı yuvarlak formlu minik masa saatleri görülür
TOPKAPI SARAYI KOLEKSİYONU
Rönesans otomatlarının Avrupa müze ve saraylarında da olduğu gibi maalesef hemen hiç kalmadığını ve bu önemli kaybın biraz da saatlerin aşırı ağır, teferruatlı yapısından ve dönem insanının dünyada daha fazla kalınmayacağına inanmasından kaynaklandığını düşünsek de, sonuçta bu şüphesiz çok önemli bir kayıptır 1600’lerin başından itibaren yapılan saatlerin en nadide örnekleri ile karşılaştığımız koleksiyonun değerini Breguet, Lange& Sohne, Glassütte gibi mekanik saatin en önemli ustalarının ilk yaptıkları saatler teşkil eder Saatçi başlarının eserlerine ilaveten, dev otomatlar, geniş ve çok nadide bir cep saati koleksiyonu da yer alır 17 ve 18 yüzyılların çok önemli ustalarının, her biri yapan ustasını yansıtan, dışarıdan etkilenmesi az, çok içe dönük duygu ve düşüncelerin hayal dolu saatleri olan orglu, maverai sesli, dünyadan çok ayrı duran, her biri kendi varlık yapısını vuzuhla taşıyan eserler sarayın o dönemki içine kapanık halini yansıtır
ZAMANIN USTALARI
Ustalar hep sarayın saatlerini tamir edip onları hep iyi ve sözüne güvenilir halde tutabilmenin çabasında olmuşlar Dolmabahçe Sarayı’nda da 19 yüzyıl sonundan Cumhuriyet’e dek çalışan saatçibaşları var Ancak bu kimselerin hangisi sadece tamir yapan usta, hangileri saat üreten usta idiler bugün pek bilemiyoruz Saati yapmak ile tamir etmek arasında bir maharet, düşünce, mekanik kurgulama… gibi buna benzer benzemez onlarca fark var elbet Yapılan işin edilgin tarafının etken olana derece yönünden yaklaşabildiği yüksek bir sanat seviyesine Topkapı Sarayı’nda on kadar isimde rastlayabiliyoruz
Sanatçıların genelde, isimlerini yaşatmak, başkalarının gözünde yüksek, dilinde namaz sureleri kadar ezberde kalmak, yaptığı, ortaya koyabildiği ile olabildiğince yücelmek tavrı var Bu tavır onda yadırganmıyor, binlerce insanın arasından böyle bir duygu ile çıkabildiğine göre bir bildiği olduğunu düşündürtüyor Ama her ne olur olsun yaptığı ile adını ve eserini öne alıyor, yaptığını savunuyor, bunu onun adına savunanlar da çıkıyor Yaşarken hemen herkesin imreneceği bir çıkışı, bir hali, ölürken başka bir havası oluyor Ölü iken de diri iken de onu hemen tanıyabiliyoruz, dünyayı aşan bir azameti var ki diğer insanlar kendilerini onun yanında ufak, kıymetsiz, nebati buluyorlar Üstelik bu denli dünyeviliğin öte tarafa gidişi, bu halin oradaki karşılanışını günaha sokacak kadar merak ettirip, düşündürtüyor Zanaat ise bunun tam zıddı Görünmez olmanın mesleği Sanatçının yaptığını tamamen ona, onun yaşadığı yüzyıla, tekniğine, şartlarına, malzemesine bire bir uydurarak uğradığı zarardan, zarar görmemişçesine çıkarmak, başka bir elin değdiğini belli etmemek En büyük egoyu en büyük tevazu ile eritmek Bu da zanaatkârlığı dünyevilikten uhreviliğe yaklaştırıyor Ömür boyunca yapılanların hiç izinin olmaması, adının olmaması, yaptığını belli etmemek, işin neticesinde saatin yine ilk ustasını yüceltiyor Bu gizli verilen bir sadaka gibi sanki başka bir yerlerde yine görünmeden birikiyor ve gizli bir zenginlik veriyor Zanaatkâr görünüşte variyetsiz ama huzurlu, sakin, telaşsız ve fazla yerleşmeden kalkıverecek gibi yaşıyor
|