Yalnız Mesajı Göster

Turizm Coğrafyasi

Eski 10-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Turizm Coğrafyasi



Helenistik Yüksek Kule: Kenti çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule 16 m x 13 m oturumunda ve 23 m yüksekliğindedir Yapımında harç kullanılmamıştır Her katı kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve kent hazinesinin korunduğu güvenli bir yapı olarak da kullanılmaktaydı Kule kapısı üzerindeki yazıttan, MÖ 3 yüzyılın ikinci yarısında Tarkyares tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır Sikkelerin üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi, yüksek oluşu nedeniyle bugünkü Uzuncaburç'un ismine de kaynak olmuştur (Aslan, 1991 : 211)
Kiliseler: Hıristiyanlığın bölgeye gelmesiyle 5 Yüzyılda Zeus Tapınağı'ndan dönüştürme kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır Bunlar kule yakınındaki Stefanos Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir kilisedir Bunlardan çok az kalıntılar bulunmaktadır
Nekropol (Mezar Alanı): Kentin kuzeyindeki bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol alanı, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmış olup çok sayıda kaya mezarı vardır

Ura
Uzuncaburç'un 4 km doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba Krallığı'nın merkezi ve önemli bir ticaret kenti durumundaydı Bir tepenin üzerinde kurulmuş olan antik kentin günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arasında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır
Buradaki en önemli yapıtlardan biri olan Çeşme binası Septimus Severus zamanında yaptırılmıştır Diğer önemli bir eser, nekropolün bulunduğu vadi üzerine kurulmuş, 150 m uzunluğunda, 25 m yüksekliğinde kemerli akuadüktür Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan çeşme, Bizans İmparatoru II Justin yönetimi sırasında 566 yılında onarım görmüştür Çeşmenin yanında bulunan tiyatronun oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek ulaşabilmiştir (Başan, 1993 : 165)
Demircili Yukarı Anıt Mezarı
Silifke-Uzuncaburç karayolunun 10 km'sinde, antik Imbriogon kentinin soylularına ait tek ve çift katlı anıt mezarlar bulunmaktadır Dört tanesi yol kenarında bulunan anıtmezarlar 2 Yüzyıl Roma dönemi kalıntılarıdır Ayrıca burada birçok yapı kalıntıları ve eski bir hamam kalıntısı da görülebilir (Teoman, 1991 : 248)
Cambazlı Kilisesi ve Anıt Mezarı
Cambazlı köyünde Geç Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır Köyle iç içe olan 20x125 m boyutlu anıt mezar ile Bizans dönemine ait kilise bulunmaktadır (Gündüz, 1994 : 186)
Kilikya Aphrodisiası
Antik Karya bölgesindeki Aphrodisias'dan (Karacasu-Geyre) sonra ikinci önemli Aphrodit kentidir
Silifke-Aydıncık karayolu üzerinde 35 Km'den sonra 14 km'lik stabilize bir yolla ulaşılır Ovacık yarımadasının berzahının doğu kıyısında yer alan antik bir yerleşim merkezdir MÖ 7 Yüzyılda bir Doğu Akdeniz kolonisi olarak kuruldu Kaynakların azlığı nedeniyle hakkında yeterli bilgi yoktur
MÖ 4 Yüzyılda Pers Satrabı Pharnabazes'in yönetim bölgesi içindeydi Helenistik dönemde Mısır ve Seleukhos Krallıkları arasında el değiştirdi Yerleşimin diğer bir önemi de Doğu Katolik kilisesinin önderlerinden St Pantaleon adına Bizans döneminde burada yapılmış olan kilisedir Üst yapıları günümüze kadar ulaşmamış olmakla beraber, hayvan figürleri ve geometrik desenlerle süslenmiş taban mozaikleri geniş bir alanı kaplamaktadır (İnce, 1993 : 174)
Sinekkale
Karadedeli köyünün 8 km kuzeyinde, Kültesir'in 300 m doğusundadır Bizans dönemine ait kalıntılar arasında kilise dikkati çeker İki katlı olan ve düzgün yontulu taşlarla yapılan kilisenin içinde sarnıç vardır Burada çok saygıda yapı kalıntıları ve halen kullanılan su sarnıçları ile güneydoğu yönünde de antik mezarlar bulunmaktadır (Okandan, 1991 :234)
Atakent (Susanoğlu-Corasium)
Silifke-Mersin karayolunun 15 km'sindeki bugün bir tatil beldesi olan Atakent'in antik ismi Corasium'dur Geç Roma dönemine ait kent, Isauria Valisi Flavius Uranius tarafından kurulmuştur Kentte iki ayrı nekrapol, kilise, hamam, sarnıç ve ambar kalıntılarını görmek mümkündür Bugün denizi, kumsalı ve güneşiyle önemli bir turizm beldesidir (Erzen, 1993 143)
Kıbrıs Barış Harekatı Şehitleri Hatıra Ormanı
Kıbrıs Barış Harekatında şehit düşen 454 subay, astsubay, erbaş ve erimizin anısına Silifke-Gülnar yolunun 5 Km'sinde, Çamdüzü mevkiinde bir 1976 yılında, 9 hektarlık bir alanı kaplayan hatıra ormanı oluşturulmuştur Şehitlikte Atatürk Anıtı ve tören alanı ile çevresinde şehitlerin sembol mezarları vardır (Çıplak, 1993 : 259)
Frederik Barbarossa Anıtı
Roma-Germen İmparatoru Frederik Barbarossa, 3 Haçlı Seferi'nde ordusu ile Filistin'e giderken, 10 Haziran 1190 günü Ekşiler Köyü yakınlarında Göksu Irmağı'nda boğulmuştur 1971 yılında Alman Büyükelçiliği tarafından Frederik Barbarossa'nın boğulduğu yere yaptırılan anıt taş, Silifke-Konya karayolunun 9 Km'sinde yolun sağ kenarındadır (Anonim, 1992 : 2426)

Taşucu
Antik Çağlardan bu yana, Silifke ve yöresinin limanı olarak işlev gören kıyı yerleşimi, Kıbrıs adasına yakın olması nedeniyle önemli bir konuma sahiptir MÖ 7 Yüzyılda Yunanlılar tarafından kurulan ve "Holmi" olarak bilinen koloni kenti buranın ilk yerleşimidir Ancak Asur Krallığı'nın baskıları sonucu burası gelişememiştir Strabon'a göre Seleukhos Kralı Nikator Holmi halkını Silifke'ye nakletmişti Holmi kolonisine ait kalıntılar, "Mesuium Port" diye bilinen Ağalimanı'nın hemen yanında yer alır Burada, Roma dönemine ait yapı kalıntılarında Aslan heykelleri ile 250 m boyunda ve İmparator Augustus'a ait olduğu sanılan bir heykel bulunmuştur
Orta Çağ'da Kilikya Ermeni Krallıkları'nın ve Karaman oğlu beylikleri döneminde, işlevini devam ettiren liman, özellikle 19 Yüzyıl ortalarından itibaren Avrupa ülkeleriyle gelişen ticaret doğrultusunda, Taşucu limanı yakın çevresine ait tarımsal ürünleri ihraç etmekteydi VCuinet'e göre: "İçel Sancağı'nın en önemli kazası Silifke'nin iskelesi Taşucu idi Buradan daha çok tahıl ve orman ürünleri ihraç edilmekteydi VCuinet'in 1890'da yapılan ihracatla ilgili verdiği bilgiler şöyledir: Buğday ve arpa 900000 kental, pelit ve meşe palamudu 50000 kental, yün 10000 kental, susam 10000 kental, kuru üzüm 20000 kental, diğer ürünler 10000, boynuzlu hayvanlar 10000 kental (Atik, 1993 : 272)
Buğday genellikle adalara, Adriyatik kıyısına, Marsilya ve Suriye'ye; meşe palamudu, İstanbul, Odessa (Kırım limanı), İzmir, İtalya ve Avusturya'ya; kereste ise Suriye ve Mısır'a satılmaktaydı Kereste ihracatı, sayıları 150 ile 200 arasında değişen küçük yelkenli teknelerle yapılmaktaydı
Taşucu iskelesine, İzmir imanları ile çeşitli ülkelerden yapılan ithal malları içinde en büyük yeri Rus petrolü ile pamuklu bez ve sabun oluşturmaktaydı VCuinet'in 1890'da verdiği rakamlara göre pamuklu bez 500 koli, sabun 500 çuval, kahve 250 çuval, şeker 600 kasa, Rus petrolü 4000 varil, hırdavat (bıçak, makas vb) 200 koli, tuhafiye eşyası 200 koli, diğerleri 500 koli
19 yüzyılda Taşucu iskelesine uğrayan gemiler içinde Osmanlı tekneleri çoğunluktaydı 6000 tonajı ile 223 Osmanlı yelkenlisi; buharlı gemilerde ise 72 gemiyle İngilizler, 34 gemiyle Yunanlılar önde gelmekteydi
Taşucu iskelesi olarak bilinen limanda balıkçı barınağı ve SEKA kağıt fabrikasının limanları vardır Genişliği 20 m, boyu 163m, denizden yüksekliği 25m, su derinliği 7 m olan Taşucu iskelesine 5000 tonluk ve daha küçük tonajlı gemiler yanaşabilmekte, haftanın her günü çeşitli şirketlere ait feribot ve hızlı katamaran tekneleri sefer yapmaktadır Mersin limanının ticari ürün ağırlıklı işlevine karşılık, Taşucu limanı, yüksek sayıda yolcu ve motorlu araç taşıma işlevi görmektedir Bu özellikleri ile turizme katkısı büyüktür (Topbaşoğlu, 96)
Holmi (Taşucu)
Silifke-Antalya karayolunun 10 km'sindeki günümüz Taşucu limanının bulunduğu yerde, MÖ 7 Yüzyılda kurulan eski bir kolonidir
Holmi uzun bir süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle MÖ 1 Yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır Strabon'a göre Büyük İskender'in komutanlarından Suriye Seleukhos Krallığı'nın kurucusu Seleukhos, Seleucia (Silifke) kentini kurarak Holmi halkını buraya yerleştirmişti
Bizans çağlarında Hagios Theodoros, Orta Çağ'da Latince Portodisan Theodoros, Türk Çağları'nda Silifke iskelesi olarak bilinen yerleşim, günümüzde de eski çağlardaki işlevini sürdürmektedir
Taşucu limanından KKTC'ye her gün düzenli gemi seferleri yapılmakta, modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir (Yıldız, 1992 : 141)
Taşucu Amphora Müzesi
Taşucu Eğitim ve Doğal Hayatı Koruma Başkanı Aslan Eyce'nin koleksiyonunda bulunan amphora ve toprak eserlerin vakfa bağışlanması ile kurulmuştur Ayrıca, yöre halkının katkılarıyla müze koleksiyonu zenginleşmektedir MÖ 5 Yüzyıldan itibaren antik döneme ait 300'ün üzerinde amphora ve çeşitli toprak figürlerin sergilendiği müze Akdeniz ticaretinde kullanılan amphora tipleri ve karakteristikleri bakımından önemli özelliğe sahiptir (Karakaş, 1995 : 259)
Liman Kalesi (Ağa Limanı)
Taşucu-Antalya karayolunun 7 Km'sinde Ak liman olarak da bilinen doğal bir koyun yamacındadır 15 Yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlılar tarafından yoğun biçimde kullanılan korunaklı kale için Evliya Çelebi şöyle yazar: "Silifke'den sonra deniz kenarından güzel bir yolla dört saatte ulaşılır Kale, Kıbrıs Fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından berkitilmiştir İçinde kale muhafızları, 200 ev, 40 dükkan ve hamamlar bulunmakta ve işlek bir limandır" (Gündüz, 1994 : 84)
Nesulion (Boğsak Adası)
Boğsak koyundaki Boğsak Adası'nda Roma ve Erken Bizans dönemlerine ait evler, mezarlar, lahitler, sarnıçlar ve kilise kalıntıları bulunmaktadır (Aslan, 1991 : 287)
Castellum Novum (Tokmar Kalesi)
Taşucu-Antalya karayolunun 22 Km'sinde kuzeye ayrılan 5 km'lik stabilize bir yolla ulaşılan Tokmar Kalesi, denize hakim bir tepe üzerinde 12 Yüzyılda inşa edilmiştir Yarım yuvarlak burçları ile tipik bir Orta Çağ garnizon kalesidir Bizans ve Ermeni Krallığı'ndan sonra 1210 yılında Hospitallers Kralı St John'un denetimine girmiştir (Özcan, 1991 : 113)
Narlıkuyu
Silifke'ye 20 km uzaklıktaki Narlıkuyu koyu balık lokantaları ile ünlüdür Antik Çağ ve Hıristiyanlık dönemlerinde Cennet-Cehennem'e gezi ve tapınmaya gelenler için bir deniz kapısı durumunda olan ve Ortaçağ'da Porto Calamie diye anılan koydaki hamam, üç güzeller mozaiği ile ünlüdür
Dilek (Astım) Mağarası
Cennet obruğunun yaklaşık 300 m batısındadır İçine helezonik demir bir merdivenle inilir Toplam uzunluğu 200 m'yi bulan galerileri ilginç görünümlü dikit ve sarkıtları olan mağara, astımlı hastalara iyi gelmektedir Antik yazar PMela'nın verdiği bilgilere göre bu mağara ejderha Typhon'un yaşadığı indir
63 TARSUS
Konumu
Tarsus, İçel'in doğusunda yer alıp İllin en büyük ilçesidir Doğuda Pozantı ve Karaisalı (Adana), batıda Mersin, kuzeyde Ulukışla (Niğde), Ereğli (Konya) ilçeleri, güneyde Akdeniz ile çevrilidir
Tarihçesi
Tarsus'un Gözlükule Höyüğünde 1934-1939 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan kazılar yörede ilk yerleşim Neolitik dönemde başladığını ve Orta Tunç Çağa kadar kesintisiz sürdüğünü ortaya çıkarmıştır
Kuruluş tarihi ve adının nereden geldiği hakkında çeşitli söylentiler vardır İslam inanışına göre Tarsus, Ademoğlu Şit Peygamber tarafından kurulmuştur Diğer taraftan Tarsus adının Kilikya'nın en eski ilahı olarak tanınan Tarhon (Tarkon) isminin zamanla değişikliğe uğramasından geldiği söylenir Tarsus'un ilk ismi III Ramses zamanında hiyeroglif yazı ile yazılmıştır Bu tarihi şehirden Alexander ordusuyla geçtiği sırada Tarsus askeri yönden önemli bir gün yaşamıştır Mısır Kraliçesi Kleopatra, Roma İmparatoru Antonius, Pers Hükümdarları Kurus, Dara, Makedonya Kralı İskender Tarsus'u ziyaret etmişler Peygamberlerden Şit Danyal Tarsus'ta yaşamıştır
Azizlerden İsa'nın Havarisi St Paul Tarsus'ta doğmuş, yaşamış ve eğitim görmüştür Filozofların Lokman Hekim, Aristo, Nestor, seyyahlardan Strabon, Diogen, Xenephon ve İslam meşhurlarından Bilali Habeş Tarsus'a gelmişlerdir Tarsus'da İslam ve Hıristiyan din adamları yaşadığından ve bunlara ait yapılan yapıtlar bulunduğundan İslam ve Hıristiyan alemlerince kutsal sayılır (Erbil, 1998 : 59)
Tarsus'ta halkın çalışkanlığı ve mühendislerin mahareti o kadar ileri idi ki Cydons'un yatağı taranarak büyük gemilerin bu nehirde sefer yapmalarına olanak sağlanmıştır Tarsus deniz ve karayolları ile büyük bir ticaret ve kültür merkezi oldu Böylece bütün Akdeniz ülkelerinde büyük gemilerle Tarsus'a ticari kazanç ve yeni fikirlerle dolu filozoflar geldi Mısır Kraliçesi Kleopotra'nın Roma İmparatoru Antonius ile Cydnos ırmağında gezinti yaptıkları söylenmektedir
Tarsus ticaret merkezi olması yanında kültür ve üniversiteler şehri de olmuştur Tarsus'ta Antoniuse devrinde Yunan bilim adamlarının yazdıkları bütün kitaplar toplanarak 200000 ciltlik dünyada eşi bulunmayan kütüphanesi zamanın en meşhur üniversitesi olarak belirtilmiştir Üniversiteler; Atina ve Alexandria üniversitelerinden daha meşhur idi Tarsus'da bulunan yazılı levhalarda Tarsus'un liberal bir şehir olduğu yazılıdır Tarsus'un liberal kurumlarından St Paul ve birçok filozoflar faydalanmıştır Kozmopolit bir şehir olan Tarsus, Roma kanunlarının ışığı altında idare edilmiştir Gözlükule kazılarına göre Tarsus'da ilk uygarlık Etiler ile başlamıştır Hititler ile Asurlar arasında çıkan savaşta Hititleri yenerek Ovalık Klikya'yı merkez yaşmışlardır Tarsus MÖ IV yüzyılda Persler, MÖ 333 yılında Makedonya'lıların (Büyük İskender)'in hakimiyetine girmiştir İskender'in ölümünden sonra Tarsus ve tüm Klikya, Selefkosların eline geçmiştir MÖ 66 yılında Kilikya bir Roma vilayeti olunca Tarsus Kilikyanın merkezi olmuştur Tarsus, Abbasiler ve Emeviler döneminde Bizanslılar ile Araplar arasında sürekli el değiştirmiştir 830 yılında Halife Memur Tarsus'u fethetmiştir Tarsus 965 yılında Bizanslıların eline geçince uzun süre Bizanslılarda kalmıştır 1082 yılında Selçukluların aldığı Tarsus 1097 yılında Kudüs'e yürüyen Haçlı ordularınca işgal edildi 1387 Ramazan oğullarının hakimiyetine geçti
Mersin ve Tarsus Osmanlı yönetimine daha sonra geçmiştir Yöre 1485-1490 Osmanlı-Memluk savaşları sırasında birkaç kez el değiştirdikten sonra, 1490 yılında Osmanlıların yenilmesiyle Memlukların egemenliğinde kaldı Daha sonra 1516 yılında Yavuz Sultan Selim'in Memlukların üzerine düzenlediği büyük sefer sırasında Osmanlı yönetimine girdi 1839 yılında yeniden Osmanlı topraklarına katılan Tarsus 1888'de Mersin'in ilçesi oldu I Dünya savaşında Fransızların işgaline uğrayan Tarsus 27 Aralık 1921 tarihinde işgalden kurtulmuştur (Çıplak, 1995 : 115)
Adı Nereden Geliyor
Etilerin Tarza, Asurların Tarzi, Aramilerin Tarz, Arapların Tarasis kelimelerinden Latince Tarsus şeklini almıştır
Gözlükule Höyüğü
Kentin güneydoğsunda bulunan, bugün ağaçlandırılmış ve park olarak kullanılan 300 m uzunluğunda ve 22 m yüksekliğinde bir höyüktür Burada 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, yerleşimin Yeni Taş Çağı'nda başladığı ve İslam dönemine kadar kesintisiz devam ettiği anlaşılmıştır Gözlükule'de Yeni Taş Çağı'na ait ölülerin gömüldüğü küpler, çanak-çömlekler, tabanı yuvarlak taşlarla kaplanmış gıda depoları; Bronz Çağı'na ait silahlar, mühürler, dörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi mimari kalıntılar bulunmuştur Gözlükule'den çıkarılan eserler, Adana ve Mersin müzelerinde sergilenmektedir Höyükle ilgili ayrıntılı bilgiler kitabın tarihçe bölümünde verilmiştir (Öz, 1991 : 72)
Donuktaş (Dönüktaş)
Tekke Mahallesi'ndedir Anadolu'da Antik Çağlar'dan günümüze kadar gelebilen ve ne amaçla yapıldığı uzun yıllar tartışılan bu anıtsal yapı kalıntısının bir Roma Tapınağı olduğu anlaşılmıştır Dış duvarlarının uzunluğu 115m, genişliği dıştan dışa 43 m, yüksekliği 7 m, kalınlığı 660 m'dir İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Nezahat Baydur'un yürüttüğü kazı çalışmalarının sonuçlarına göre, bu yanın bir tapınak olduğu anlaşılmıştır
Çoğunluğu kaba mutfak kabı türündün Roma Çağı keramiği ile Bizans ve Osmanlı dönemi keramik parçaları karışık durumda ele geçmiştir İçlerinde bir Helenistik parça ile Demir Çağı'na ait birkaç parça vardır Roma Çağı'na ait tüm ya da tümlenebilen pişmiş topraktan kandiller, biri yılanbaşlı, ötekiler geometrik bezemeli 3 cam bilezik ve biri II Constantius'a ait, öteki Geç Bizans döneminden 2 bronz sikke bulunmuştur Donuktaş'ı gören gezgin Barbaro, 1545 yıllarında yazdığı eserinde buranın bir saray olduğunu belirtir 19 Yüzyılda yöreye gelen gezgin ve araştırmacılardan Raoul Rochet'e göre: "Yunanlılar tarafından eklemeler yapılmış bir mezardır" diye yazar FRawden Chesney'e göre, burası olasılıkla bir Jüpiter Tapınağı'dır Mak-Ketner ise ne olduğunu anlayamamıştır Ancak Yunanlı Pagın Tarihçi Zosimos'un kaynak göstererek buranın Julien Aposta'nın kemiklerinin İran'dan Tarsus'a getirilerek bu görkemli mezarın yapıldığını nakletmektedir Hollandı'nın Tarsus Konsolosu Barker, 1835'de yazdığı "Kilikya" adlı eserinde: "Donuktaş, bir kral ailesinin mezarıdır Fakat Serdanapal'in (Asurbanipal) mezarı değildir Çünkü Serdanapol Ninova'da yakılmıştır" demektedir Donuktaş, bazı yayınlarda Jupiter Tapınağı olarak da geçmektedir (Uluğ, 1991 : 203)
Antik Cadde
Sezar, Hatip Cicero, Kleopatra, Mark Antonius, St Paulus ve nice tarihi kişiler bu cadde üzerinde yürümüşlerdir
1993 yılında Tarsus Belediyesi'nin Cumhuriyet alanında başlattığı temel hafriyat ile ortaya çıkmıştır 1995 yılında Berdan Tekstil Sanayi ve Ticaret AŞ'nin katkılarıyla, LZoroğlu'nun başkanlığında; 8000 metrekarelik alanda yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, doğu-batı yönünde bir cadde ile çevresinde çeşitli dönemlere ait yapı kalıntıları ortaya çıkmıştır
7 m genişliğinde bazalt taşları ile kaplı cadde, balık sırtı profillidir Her iki yanında yüzey sularının drenajı için kum taşından yapılmış, iç bükey şeklindeki yağmur kanalları bulunmaktadır Caddenin en ilginç özelliği ise altında 220 m yüksekliğinde 70 m genişliğindeki bir ana kanalın varlığıdır Bu büyük kanal sel sularını çevreye zarar vermeden Regma Lagün gölü yönünde tahliye etmekteydi
Caddenin iki yanındaki podyum üzerinde 2 m aralıklarla 120 m çapında sütunlar bulunmaktaydı Korint tipi başlıklar taşıyan bu sütunların oluşturduğu revakın bir çatıyı desteklediği tespit edilememişYolun diğer kıyısında ise henüz bir revak bulunamamıştır LZoroğlu'na göre, caddeden sodaha sonra inşa edilen bu sütunlu revak, büyük olasılıkla Roma İmparatoru Hadrianus'un Tarsus'u ziyareti nedeniyle yapılmıştır
Bu çalışmalar kapsamında kazı alanının güneybatısında 2 Yüzyılda yapılmış oluduğu anlaşılan bir eve ait mozaik avlu bulunmuştur (Akgündüz 1991 : 181)
Kleopatra Kapısı (Deniz Kapısı)
Tarsuslu yerli halkın "Kancık Kapı" olarak adlandırdığı Kleopatra Kapısı ayakta kalan tek antik kent kapısıdır Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının Dağ kapısı, Adana kapısı ve Deniz kapısı bulunuyordu Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Tarsus'u anlatırken, bu kapı için "İskele Kapısı" diye yazmıştır Yapımında kesme taşlar ve horasan harcı kullanılmış, kemeri at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 617 m, derinliği ise 618 m'dir
İç içe iki surdan oluşan kentte, savaş anında kapılar kapanmaktaydı Kleoptra kapısı da bu surların kapılarından birisidir Mısır'ın ünlü Kraliçesi Kleoptra'nın Romalı General Antonius ile Tarsus'da buluşmak üzere geldiklerinde o zamanın limanı olan Gözlükule de büyük bir törenle karşılanarak Deniz kapısından kente geldikleri söylenir Bu nedenle Deniz kapısına Kleopatra kapısı da denilir Deniz kapısı daha sonraki yıllarda yıkılmış, yerine devşirme taşlardan bugünkü kapı yapılmıştır Son yıllarda yapılan restorasyonla kapının orijinal özelliği kalmamıştır (Özcan, 1991 : 205)
St Paulus Kuyusu
St Paulus MS 3 yılında Tarsus'ta doğmuş ve babasının mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır Musevi Roma vatandaşı olan Aziz, ilk öğretimini Tarsus'ta yüksek öğretimini Kudüs'te tamamlamış, daha sonra İsa'nın Havarisi olmuştur Tarsus'ta St Paulus'un doğduğu ve yaşadığı ev olarak bilinen yapı kalıntısının ortasında bulunan kuyunun suyu, halk arasında şifalı olarak bilinir
Bazı Hıristiyanlar hacı olmak için Kudüs'e gitmeden önce Tarsus'a uğrayarak St Paulus'un kuyusundan şifalı ve kutsal suyu içerler Bu nedenle St Paulus kuyusu, Hıristiyanlarca önemli bir ziyaret merkezidir (İnce, 1993 : 192)
Altından Geçme (Roma Hamamı)
Kentin merkezinde anıtsal antik bir yapı kalıntısı olarak göze çarpar Tuğladan örülü, altından motorlu araçların da geçebileceği büyük kemer ve hamam duvarlarının bir kısmı, 19 Yüzyıla ait konutların içinde kalmıştır Bu kalıntılar, Roma döneminde kente teraziler ve kemerlerle su getirilmesinden sonra inşa edilen hamam kalıntısına aittir (Kara, 1993 : 152)
Eski Hamam
Yeni Vakıf İşhanı'nın yanında, Roma döneminden kalma bir hamamdır Altından Geçme'nin uzantısı, Eski Hamam'ın olduğu yere de kadar uzanır Kapının yanındaki kitabede H1290, M1873 yılında onarım gördüğü yazılıdır Efsanevi Yılanlar Padişahı Şahmeran'ın burada kesildiğine ve kanının bu hamamın duvarlarına sıçradığına inanıldığından "Şahmeran Hamamı" da denilmektedir (Akbaş, 1995 : 109)
Roma Yolu
Roma yolu, Tarsus'a 15 km uzaklıkta Sağlıklı köyünün yukarı kısmında bulunmaktadır Roma yolu yüksek bir yerde olup, buradan Tarsus ve civarı sahile kadar görülebilmektedir Yolun genişliği 294 ile 300 metre arasında değişmektedir Sağlam kalan yerlerin uzunluğu 3 km kadardır (Baysal, 1994 : 272)
Jüstinianus Köprüsü (Baç Köprüsü)
Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyinde bulunan bu üç gözlü köprü, Bizans İmparatoru Jüstinianus tarafından Tarsus Çayı üzerinde inşa ettirilmiştir Eski dönemlerde köprü geçişinden para alınması nedeniyle, bu köprüye vergi anlamına gelen "Baç" adı verilmiştir (Göktürk, 1995 : 298)
Eski Cami - St Paulus Kilisesi
Çarşıbaşındaki kilisenin 1102 yılında St Paulus Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir Roma stilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir 1415 yılında Ramazan oğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir (Atik, 1993 : 205)
Bilali Habeşi Mescidi
Arap ordularının Tarsus'u fethi sırasında Hazreti Peygamberin müezzini olan Bilali Habeşi, şimdiki mescidin bulunduğu yerde ezan okuyup namaz kıldırılmıştır Kutsal sayılan bu yerde mescit ve kuyu yaptırılmıştır (Teoman, 1991 : 211)
Mehmet Felah Türbesi
1342 yılında Tarsus'u Ermenilerden olan ve sonra şehit düşen Harzemli Felah oğlu Nurettin'in türbesidir Demir kapıdaki bu türbede adak adanır, mum yakılır (Topbaşoğlu, 1990 : 140)
Kubat Paşa Medresesi
1557 yılında Kubat Paşa tarafından kesme taştan yaptırılmıştır Batısında, dışa taşkın bir giriş portali vardır Girişteki eyvanın karşısında dört basamakla çıkılan asıl eyvan yer alır Bunun üstü pandantifler aracılığıyla ana duvara oturan kagir ile örtülüdür Avlunun kuzey ve güneyinde öğrenci odaları yer alır Kubat Paşa Medresesi, bugün Tarsus Müzesi olarak kullanılmaktadır (Çıplak, 1993 : 104)
Ulu Cami
Ulu Cami, 1579 yılında Ramazan oğlu Piri Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından St Pier Kilisesi kalıntılarının üzerine erken dönem Osmanlı üslubunda yapılmıştır İnşaatında tümüyle kesme taş kullanılan 47x13 m boyutlarında dikdörtgen planlı tek minareli camiye, kuzey yönünden abidevi taç kapıdan girilir Taç kapı, Memluk mimari özelliklerini taşıyan siyah-beyaz mermerlerle süslüdür Doğu-batı doğrultusunda baklava dilimli mermer sütunların taşıdığı 16 kubbeli, revaklı avludan 5 kapı ile ibadet mekanına girilir Caminin içi doğu-batı doğrultusunda üç nefe ayrılır Mukarnaslı mermer mihrabı, klasik Osmanlı üslubunda yapılmıştır Caminin iç mekanı sütunları "İran Kemeri" denilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır Caminin doğu kısmına bitişik türbede Şit Aleyhisselam, Lokmanhekim ve Halife Memun'un mezarları vardır (Başal, 1993 : 216)
Eski Cami St Paulus Kilisesi
Çarşıbaşındaki kilisenin 1102 yılında St Paulus Katedrali olarak yapıldığı söylenmektedir Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir 1415 yılında Ramazan oğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir (Göktürk, 1995 : 115)
Makam-ı Şerif Camii ve Daniyal Peygamber Kabri
Makam-ı Şerif Camii, kentin merkezinde 1857 yılında yapılmıştır Cami eski ve yeni bölümlerden olmak üzere iki ayrı özellik gösterir, bugün camiye giriş 22x23 m boyutlarındaki tek sıra sütunlu yeni yapıdan sağlanmaktadır
Caminin mihrabı düz ve sadedir Doğusunda Daniyal Peygamber'in kabri yer almaktadır Bu nedenle camiye "Makam Camii" adı verilmiştir
Evliyalar kenti Tarsus'da "Daniyal Peygamber'in" mezarının bulunması, Tarsus için önemli bir kültürel ve turizm potansiyelidir Daniyal Peygamber, Babil Kralı II Nebukadnesar (MÖ 605-562) zamanında yaşamış; Babil'de tutsak olan Yahudileri kehanetleriyle kurtarmış bir peygamberdir Söylenceye göre; Babil Kralı, rüyasında İsmailoğulları'ndan gelecek bir çocuğun kendi tahtını sarsacağını görmesi üzerine İsmailoğulları'ndan doğan tüm erkek çocukların öldürülmesini emretmiştir Bu durum karşısında Daniyal Peygamber doğunca ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakmış, mağarada bir erkek ve bir dişi aslanın yanında büyüyen Daniyal, delikanlı olunca kavmi arasına karışmıştır Başından geçen olayın sembolü olarak, parmağındaki yüzük üzerinde iki aslan arasında duran bir çocuk tasviri vardır
Bir kıtlık senesinde Tarsus'a davet edilen Daniyal Peygamber'in, Tarsus'a gelmesiyle birlikte bolluk yaşanmıştır Bu nedenle Daniyal Peygamber Babil'e geri gönderilmemiş, ölünce Tarsus'da şimdiki Makam Cami'nin bulunduğu yere gömülmüştür (Uluğ, 1995 : 217)
Beyaz Çarşı (Kırk Kaşık)
Ulu Cami'nin batısında bulunan 1579 yılında Ramazan oğlu İbrahim Bey tarafından Ulu Cami ile birlikte yaptırılmıştır Ulu Cami'nin doğusunda yer almaktadır İmarethane olarak uzun yıllar kullanılmıştır 1954 yılında restore edilerek çarşı haline getirilmiştir
Yapı, batı girişinin iki yanında yer alan iki kubbe ve tonozla örtülü dükkanların duvarlarına binen mermerlerin taşıdığı beş kubbe ile örtülüdür Orta kubbesinde aydınlık feneri bulunmaktadır Kubbeyi taşıyan kemerler sivri, giriş kapılarının kemerleri ise yayvandır Dükkanların ikisi yayvan kemerlerle orta mekana açılır Friz süsü olarak kullanılan motifler, yerli halk tarafından sapsız kaşıklara benzetildiğinden Beyaz Çarşı'ya "Kırk Kaşık" da denilmektedir (Soylu, 1989 : 187)
Ortodoks Rum Kilisesi
Cumhuriyet Mahallesi'ndedir 1850 yılında Rum cemaati tarafından yaptırılan kilise, duvarları kesme taşla kaplı kâgir bir yapıdır Batısında üç sivri kemerli giriş kısmından sonra haç şeklinde nişan odasındaki kapıdan binaya girilir Binanın kuzeydoğu köşesinde çatı boyunu aşmayan dört yuvarlak sütunlu çan kulesi vardır Doğudaki apsis ve yanlardaki iki bölmeli çatıları kısmen tahrip olmuştur Girişin tam karşısındaki kemerli mermer bir kapı ve iki yanında ikişer penceresi bulunan apsis kapı yer almaktadır Apsis üzerindeki tavanda meleklerin tasvir edildiği freskler sağlam vaziyettedir Orta bölümdeki Havarilerin işlendiği freskler kısmen bozulmuştur (İnce, 1993 : 183)
Eshab-ı Kehf (Yedi Uyurlar) Mağarası
Tarsus'un 12 km kuzeyinde bulunan Eshab-ı Kehf mağarası, Hıristiyan ve Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilir Mağara dört köşe olarak kayadan oyulmuştur ve 15-20 basamakla girilir Mağaranın üstünde 1873 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan camiye sonradan üç şerefeli bir de minare eklenmiştir
Eshab-ı Kehf diye adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen, Hıristiyanlarca 7, Müslümanlarca 8 evliya olarak kabul edilen Yelmiha, Mekselina, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Debernuş ve Kefeştetayuş adındaki yedi genç ve köpekleri Kıtmir'e ait söylencenin çeşitli versiyonları vardır Bazı değişikliklerle birlikte bunların hepsinde anlatılan ortak söylence şöyledir
St Paulus'un Hıristiyanlık kurallarını yaydığı tarihlerden uzun bir süre sonra, Arap kaynaklarında Takyanus olarak geçen (Diocletianus?) Roma İmparatoru Tarsus'a gelmiş ve çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için bu gençleri huzuruna çağırarak, onlara Roma dinine bağlı kalmalarını, aksi taktirde kendilerini öldürteceğini söylemiştir Tek tanrıya inançlarından vazgeçmek istemeyen bu gençler İmparator tarafından verilen birkaç günlük zamandan yararlanarak Tarsus yakınlarındaki bu mağaraya sığınmışlar ve orada mucizevi bir şekilde 300 yıl süren bir uykuya yatmışlardır İçlerinden ilk uyanan Yemliha, yiyecek almak için kente gittiğinde, elindeki paranın çok eski ve anlattıklarının akla uygun olmadığı anlaşılınca, onunla beraber mağaraya giderler Ancak mağarada yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey göremezler Bu nedenle bu mağaraya Yedi Uyurlar Mağarası olarak da anılır
Bu sonuç İslami versiyonda ise şöyledir: Mağaraya gelenler, içerde altı kişinin namaz kıldığını görürler Yemliha dışarıdakileri bırakıp mağaraya girer ve ondan sonra yedisi de görünmez olurlar
AAkagündüz, YBaş, RTekin, OKaşıkçı'nın hazırladıkları bir akademik çalışmaya göre; yazarlar, bu söylenceyi Kuran'ın Kehf suresinin 9-26 ayetlerinin açıklamasıyla ele almışlardır Ayrıca 34'ü Türk-İslam, 2'si batılı olmak üzere 36 kaynağın sonuçlarına göre yayınladıkları kitapta, bu söylencenin yeri, Tarsus'daki Eshab-ı Kehf olarak gösterilmektedir TAÇağlar, bu konuya farklı bir bakış açısı ile yaklaşarak, olayın geçtiği söylenen yerdeki konik dağ yapısını bir dağ kültü, isimlerin ise "nuş ve yüş" şeklinde ekler almasının, İslami veya antik olmaktan çok Labarnaş veya Hattuşaş gibi Hitit, Luwi veya Que kökenli olabileceğini öne sürmektedir Bu durumda yeri ve kime ait olduğu tartışmalı olan bu söylenceye dikkat edilmesi gereken farklı bir versiyon daha ortaya çıkmaktadır (Erbil, 1998 : 153)
St Paulus Kuyusu
St Paulus MS 3 yılında Tarsus'ta doğmuş ve babasının mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır Musevi Roma vatandaşı olan Aziz, ilk öğrenimini Tarsus'ta, yüksek öğrenimini Kudüs'te tamamlamış, daha sonra İsa'nın Havarisi olmuştur Tarsus'da SPaulus'un doğduğu ve yaşadığı ev olarak bilinen yapı kalıntısının ortasında bulunan kuyunun suyu, halk arasında şifalı olarak bilinir
Bazı Hıristiyanlar, hacı olmak için Kudüs'e gitmeden önce Tarsus'a uğrayarak St Paulus'un kuyusundan şifalı ve kutsal suyu içerler Bu nedenle St Paulus kuyusu, Hıristiyanlarca önemli bir ziyaret merkezidir (Akgündüz, 1991 : 128)
Şahmeran Söylencesi
Bugün kentin merkezinde heykeli bulunan Şahmeran, yılan gövdeli, erkek başlı bir yaratık olarak bilinir Efsaneye göre, Misis'de oturan ve yılanların kralı olarak kabul edilen Şahmeran, o zamanki Tarsus Kralı'nın kızına aşık olmuş Güzel Prenses, Eski Hamam'da yıkanırken Şahmeran hamamın üstüne çıkıp kubbe deliğinden gizlice onun yıkanışını seyredermiş, bir defasında yine seyrederken hamamın içine düşmüş ve o zaman Prensesin koruyucuları Şahmeran'ın başını keserek onu öldürmüşler Bugün hamamın iç duvarlarındaki kırmızı lekelerin, Şahmeran'ın vücudundan fışkıran kanlar olduğuna inanılmaktadır Yine bir efsaneye göre, bu olaydan yılanların haberi yokmuş, haberleri olduğunda Tarsus'u ve yöresini basıp insanları öldüreceklermiş (Akbaş, 1995 : 239)
Saat Kulesi
Ulu Cami avlusunun kuzeybatısındadır 1890 yılında Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır
Tarsus Kalesi
Tarihçe bölümünde anlatıldığı gibi Orta Çağ Arap yazarları ve Evliya Çelebi'nin anlattıkları 5 kapılı, iç ve dış surları olan kale, 1832 yılında Tarsus'u işgal eden Mısırlı İbrahim Paşa'nın burada inşa ettirdiği bazı yapılar için taşları sökülerek devşirilmiş, daha sonra da devam eden bu türlü devşirmeler sonucunda kale adeta yok edilmiştir (Yıldız, 1992 : 182)
Tarsus Şelalesi
Kentin 3 km kuzeyinde bulunan Tarsus Çayı üzerindedir Çay buradan 3 ila 5 m'lik yüksekliklerden dökülerek şelaleyi oluşturur Romalılar döneminde çay kentin ortasından geçmekte, şelalenin bulunduğu alan ise nekrapol (mezarlık) olarak kullanılmaktaydı
Buradaki doğal konglomera yapısı, birçok yerde oyularak kaya mezarları haline getirilmişti Ancak 6 Yüzyılda Bizans İmparatoru Justinianus zamanında akarsu yatağının değiştirilmesi ile mezarların bulunduğu alan su altında kalmıştır Suların yaz aylarında azaldığı dönemlerde şelalenin altındaki mezarlar görülebilmektedir (Mansel, 1997 : 198)
Tarsus Evleri
Eski Tarsus evlerinin olduğu sokaklara girdiğinizde; beton yığınlarından kurtularak, kendinizi birden tarihi yapıların içinde bulursunuz Sokaklarında yürürken iki yanda yükselen evlerin zamana direnen soylu mimarileri sizi etkileyecek ve onları yaptıranların, yapan ustaların ve mimarların estetik kaygılarını görerek saygı duyacaksınız Birden geçmişte kalan bir tarihin canlı belgelerin bırakıp güncele gelmek size zor gelebilir Ama bilin ki o harikalar hep direnecek ve bize bu güzellikleri yaşatmaya devam edecekler; yeter ki biraz korumayı bilelim, onları yalnız bırakmayalım
Tarsus'taki geleneksel yapılar, tümüyle yöredeki yapı malzemeleri ve ustalarla gerçekleştirilmiştir Yöred bolca bulunan kireçtaşı ve Toroslar'daki ormanlardan ağaç bulma olanağı sonucu taş ve ağaca dayalı mimari gelişmiştir Kesme taş duvarların halıları, döşeme ve çatı kirişlemeleri, hayatları taşıyan dikmeler, döşeme kaplamaları, dolaplar, kapılar, pencere doğramaları, kapakları, kafesler hep ahşaptan yapılmıştır Ahşap işçiliği taşıyıcı sistemde kaba olarak kalmakla birlikte konsol, kapı, merdiven, pencere doğraması, sergen gibi ayrıntılarda ince bir işçilik göstermektedir Üst kat döşemesini taşımak için birçok evin alt katında, avluya bakan bölümlerde ve depo mekanları içinde taş ayaklara veya devşirme sütunlara oturan kemerli düzenler oluşturulmuştur Bezemeli kapılar ve strüktürel anlamı olan konsollarla birlikte bu ayrıntılar Tarsus'ta yüksek bir taş işçiliğinin geliştiğinin kanıtıdır Sıcak havanın etkisini azaltmak için, bitişik düzendeki dar sokaklar, sık sık meydanlara açılarak kente ferahlık sağlar Konutların çoğu 19 Yüzyıla aittir Bir bölümü 20 Yüzyıl başında yapılmıştır 19 Yüzyılda tarıma dayalı olarak gelişen üretim ve ticaret, özellikle ekonomik açıdan kenti zenginleştirmiş ve geliştirmiştir Bu varsıllık, Tarsus evlerine dikkat çekici bir biçimde her yönüyle yansımıştır Kentsel sit alanında mevcut konutlar üç tip altında toplanabilir Tek veya iki katlı taş evler, ahşap-taş karışımı iki veya üç katlı evler, tümüyle taş olan tek veya iki katlı evler (Artan, 1994 : 215)
64 ANAMUR
Anamur, İçel İlinin batısında yer alarak doğusunda Gülnar, batısında Gazipaşa, kuzeyinde Ermenek İlçeleri bulunur Anamur, dik yamaçlarla denize alçalan Toros Dağlarının eteklerinde, kuzeybatı-güneydoğu yönünde akan Sultansuyu Çayının doğu kenarında Akdeniz kıyısının en güney noktasında ve Orta Toroslardan Karagedik dağının Akdeniz'e uzantısından oluşan Anamur Burnu'nun 7 km'de kuzey doğusunda denizden 3 km içinde kurulmuştur
1869 yılında ilçe olan Anamur, Mersin-Antalya karayolu üzerinde Mersin'e 223 km uzakta olup muzu ile meşhur İçel'in şirin ilçelerinden biridir İlçenin yüz ölçümü 1280 km2 olup nüfusun 1990 yılı Nüfus sayımına göre ilçe merkezinde 37335 köyleriyle birlikte 65767'dir
Adı Nereden Geliyor
Anemurium sözcüğü "anem", burun, "urium" rüzgar serin anlamındadır Gerçekten de Anamur'da en sıcak aylarda bile rüzgarlar serin esmektedir
Tarihi ve Kültürel Çevre
Tarihçe
Geçmişi Antik Çağlara uzanan Anamur ilçesinin antik adı Anemurium'dur Günümüzde ilçe merkezinin 6 km güneybatısındaki kalıntılar roma ve Bizans dönemlerine aittir Ancak çok daha önceki yüzyıllarda buranın, erken Akdeniz kolonizasyonuna ait bir ticaret iskelesi olduğu bilinmektedir MÖ 1 Yüzyılda Romalıların Küçük Asya Eyaleti olan Kilikya bölgesi içinde kalan Anamur'da 4 Yüzyıldan itibaren Bizans yönetimi başlamış ve bu dönemde kent yeniden inşa edilmiştir Müslüman Arapların yöreye gelmeleri 8 Yüzyılda Abbasi Halifesi Mansur dönemine rastlamaktadır Anamur, 11 Ve 12 Yüzyılda Selçukluların daha sonra Karaman oğulları Beyliği'nin yönetimine girmiş, 1471 yılında da Fatih Sultan Mehmet'in komutanlarından Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır
1867'de Konya Vilayetine bağlı İçel Sancağı'nın bir kazası olan Anamur, 1877'de İçel Sancağı Adana Vilayeti'ne bağlanınca, Adana Vilayeti İçel Sancağı'nın bir kazası durumuna gelmişti
VCuinet, 19 Yüzyılda Anamur iskelesine gemilerin daha çok yaz aylarında uğradığını yazmaktadır Limana ayda bir düzenli olarak yalnızca Compagnie Bells Şirketi'nin gemileri gelmekteydi Osmanlı yelkenlileri, Anamur'un deniz trafiğinde ağırlıklı bir yere sahipti VCuinet, 1890'da Anamur'dan dış ülkelere gönderilen en önemli ürünlerin; kereste, buğday ve arpa olduğunu yazar Buradan ihraç edilen kerestenin toplam değeri 350000 frank idi Ayrıca, Taşucu ve Kilindire'de olduğu gibi, İçel yöresinin ormanlarından elde edilen pelit ve meşe palamudu da önemli ihraç ürünleriydi 19 Yüzyıl sonunda Anamur'un gümrük geliri yılda 150000-200000 kuruş arasında değişmekteydi 1869 yılında ilçe olmuştur (Göktürk, 1995 : 163)
Eski Anamur (Anemurium)
Anamur ilçe merkezinin 6 km güneybatısındadır Kentin ne zaman kurulduğuna dair herhangi bir bilgiye ulaşılamadığı gibi roma İmparatorluk Çağı öncesine giden kalıntılara da bugüne kadar henüz rastlanmamıştır Kentin adı sadece bir liman listesinde geçtiği için MÖ 4 Yüzyılda var olduğu bilinmektedir Anemurium'un adının "rüzgarlı yer" anlamında kullanıldığı da antik kaynaklarca ifade edilir 1 Yüzyılda kentin çevresine ilk surların yapıldığı, bir süre Kommagene Kralı Antiochos'un (38-72) yönetimine bırakıldığı tarihi bilgiler arasındadır Kıbrıs'a yakın olması nedeniyle, özellikle Romalılar zamanında bir ara istasyon konumunda olan Anemurium, aynı zamanda kara yoluyla Toroslar'daki en önemli Roma kentlerinden biri olan Germanikopolis ile bağlantılıydı Böylece, bölgedeki doğal kaynakların ihraç edildiği önemli bir ticaret kenti olmuştur
Anemurium, 260'da Sasaniler tarafından ele geçirilmiş 4 Ve 5 Yüzyıllarda Toroslar'dan gelen korsanlar tarafında sık sık tahrip edilmişti 650 yılında Arap akınlarına uğrayan kent, bu tarihten sonra terk edilir 12 ve 13 Yüzyıllarda Anadolu Selçukluları'nın Mamure Kalesini ele geçirmelerinden sonra, bölge Türk egemenliğine girer Anemurium kenti yukarı ve aşağı kent olmak üzere iki bölüme ayrılır En göz alıcı yapıları; surlar, 3 adet hamam, tiyatro, odeon (konser salonu) ve palestra aşağı kenttedir Liman Caddesi'nin her iki yanındaki kaldırımların belirli bölümlerinde yer yer zemin mozaikleri bulunmuş olup, bunların bir kısmı müzede sergilenmektedir Kentin surları dışında kalan mezarlığı, Anadolu'nun ne iyi korunmuş örneklerinden biridir Tonozlu mezarların tek ve iki katlı örneklerinin bir kısmının duvarlarında freskler ve mozaikler bulunmaktadır Kentin içme suyunu sağlayan su kemerleri dışında, Erken Hıristiyanlık dönemine ait kilise kalıntıları bulunmaktadır (Kara, 1993 : 156)
Hamam
Anemurium hamamı, Romalılar zamanında yapılmıştır Zemini mozaiklerle kaplı, 2 katlı olan hamamın giriş kapısı önündeki yazıtta şöyle yazılıdır: "Hamama hoş geldiniz, iyi temizleniniz"
Odeon
Odeon, Anemurium harabeleri içerisinde, denizden 500 m uzaklıkta sol tarafta bulunmaktadır Roma tarzındaki oturma yerleri, yarım daire şeklinde taştan kademeli olarak yapılmıştır Odeon'un orkestra yerinin tamamı mozaiklerle kaplıdır Platformun her iki yanında "paradoi" veya "paradoks" denilen iki giriş kapısı bulunmaktadır Bu kapılar konser salonuna girişi sağladığı gibi sanatçıların da salonuna girişini sağlamaktaydı (Solvaz, 1992 : 251)
Mamure (Anamur) Kalesi
Silifke-Anamur karayolu üzerinde, Anamur'un 6 km güneydoğusunda deniz kenarında yer alan Mamure Kalesi'nin torumu 23500 metrekaredir
3 yüzyıl veya 4 Yüzyılda Romalılar tarafından yaptırılmış olan kale, sonraları Bizanslılar ve Haçlılar zamanında genişletilmiştir Selçuklu Sultanı Aleaddin Keykubat tarafından 1221 yılında ele geçirildiği sırada yıkılan kalenin yerine bugünkü kale yapılmıştır Daha sonra burası Karaman oğulları ve Osmanlılara geçmiştir
Bir kervansaray görünümünde olan Mamure Kalesi, en iyi korunmuş Anadolu kalelerinden biridir Kuleleri, surları ve mazgalları halen ayaktadır Kalenin beden duvarının üzerinde bulunan tek kitabede 1450 (Karaman oğlu İbrahim zamanı) tarihi yazılıdır Şikari tarihine göre; "Anamur ve Taşeli'nin kafirler tarafından zapt ve harap edilmesi üzerine Karaman oğlu Mahmut Bey (1300-1308) 36000 kişilik ordusuyla düşmanı bozguna uğratıp kaleyi ele geçirmiş, mamur edip, adını Mamuriye koymuştur" Kaydı geçer Bir hendekle çevrili bulunan 36 kuleli kale, üç avludan oluşmuştur Batı avlusunda halen ibadete açık, onarım görmüş tek minareli tarihi bir cami bulunmaktadır İki bölümden oluşan kalede, iç içe iki sur ve surlar üzerinde kaleyi bütünüyle dolaşan ve bir taraftan bir tarafa geçişi sağlayan burçlar arasında bir yol vardır Bu yol üzerinde 35 normal, 4 büyük olmak üzere 39 kule bulunmaktadır (Baysal, 1994 : 284)
Ak Cami
Karaman oğulları döneminde 1326'da yapılan cami, daha sonra yapılan yivli minaresi ile ilgi çekicidir Karşısında Karamanoğulları'ndan kalma bir han ve bir köprü bulunmaktadır (Göktürk, 1995 : 2989
Ala Köprü
Dragon çayı üzerinde 1230 yılında Selçuklular tarafından yapılmıştır Yapımı süren Anamur-Sinop Atatürk karayolu bu köprüden geçmektedir

Köşebüklü Mağarası
Anamur'un 9 km kuzeybatısında, Ovabaşı köyünde bulunan bu mağara 500 metrekarelik alana oturmuştur İçinde dikit ve sarkıtların yer aldığı bu mağaradaki tedavinin astımlılara ve kısır kadınlara iyi geldiği yöre halkınca söylenmektedir (Kara, 1993 : 283)
Çukurpınar Mağarası (Düdeni)
Anamur'un kuzeyinde 46 km uzaklıkta 1880 m yüksekliktedir Taşeli platosundaki Sugözü yakınında Çukurpınar yaylasındadır 1990 yılında bulunan ve Türkiye'nin en büyük mağarası olduğu söylenen bu mağaranın tahmin edilenden de büyük olabileceği düşünülmektedir Son araştırmalara göre 924 metreye kadar inilmiştir Mağaracılar tarafından yapılan araştırmalar halen sürdürülmekte olup, şimdiki araştırmalara göre dünyanın ikinci büyük mağarası durumundadır (Aslan, 1991 : 162)
Kaledıran Kalesi
Kentin 52 km batısında, Kaledıran köyü yakınındaki bu gözetleme kalesi ve köy kalıntıları Bizans döneminden kalmadır
Kalınviran Örenleri
İlçe merkezinin 2 km yakınındaki eski Yunanlılardan kalma tapınaklar; Romalılardan kalma bazı mezarlar ve anıtlar; Bizanslılar dönemine ait olduğu sanılan kilise kalıntıları bulunmaktadır
Deniz Feneri
1911 yılında Fransızlar tarafından yapılmıştır Halen faal durumdadır
Anamur Müzesi
Müzede etnoğrafik ve arkeolojik eserler bölüm, kütüphane, fotoğrafhane, laboratuar, konservasyon ve sanat galerisi gibi üniteler bulunmaktadır
Arkeolojik bölümde Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergilenmektedir Bozyazı'daki kazıda motifli altın diadem; Anamur Nekropolü'nde bulunan 36 parça ajurlu Bizans yapısı altın objeler, bronz Athena, kantar ağırlığı, müzenin önemli eserleri arasında yer almaktadır
Anamur kazılarında çıkartılan ve çoğu mitolojik sahneleri içeren bitki ve geometrik desenli insan figürlü mozaik örnekleri ile MÖ 6 Yüzyıla ait ve Aydıncık'da bulunan kırmızı ve siyah figür tekniğinin en güzel uygulamaları olan lekitoslar; Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait taş kitabe, mil taşları, taş ve pişmiş topraktan heykeller ve kabartmalar, Anamur kazılarında bulunan insan yüzlü kandil örnekleri, taşın bir dantel gibi işlendiği bitkisel süs ve hayvan figürlü taş işleme örnekleri, müzede sergilenmekteydi Etnoğrafik bölümde geleneksel sanatların örnekleri, Yörük eşyaları ve "Post Yanışlı" kilim türleri, zengin bir koleksiyon oluşturmaktadır (Zoroğlu, 1994 236)
65 MUT
Konumu
Doğuda Silifke, batıda Ermenek, güneyde Gülnar ilçeleri ve kuzeyde Karaman ili ile çevrilidir Mut, ilin kuzey-batısında Mersin'e 165 km uzaklıkta İç Anadolu'yu Akdeniz'e bağlayan Mersin-Karaman karayolu üzerinde kurulmuştur (Yıldız, 1992 : 119)
Adı Nereden Geliyor
Hititler zamanında Mut'tan "Yenişehir" anlamına gelen Yenika adı verilmiştir Selefkoslar devrinde Muts adında bir kralın yönetimi altında kaldığından şehre, MUT denilmiştir Bazı kaynaklara göre de şehir, Sezar Kladyus tarafından kurulduğu için adına da Kladyus'un şehri anlamına gelen Kladi-Polis denmiştir Evliya Çelebiye göre Karaman oğulları burayı fethederken çok şehit verdikleri için, ölüm kapısı anlamına gelen Darül-Mevt demişlerdir Mut adının Mevt'ten geldiği belirtilmektedir
Tarihi ve Kültürel Çevre
Tarihçe
Mut, Roma İmparatorları'ndan Claudius tarafından MÖ 41 yılında bir koloni olarak kurulmuş ve Mut'a Claudiopolis adı verilmişti Bu bilgi Mut kalesinin batı kısmındaki kitabeden anlaşılmaktadır
Antik dönemlerde Silifke'yi İç Anadolu'ya bağlayan Kilikya kapılarından biri olan Sertavul geçidi üzerinde önemli bir konumdaydı MÖ 1 Yüzyılda kurulan Mut, ilk yıllarında bayındır bir Roma kentiydi 395 yılından sonra Bizans egemenliğine geçmiştir
Orta Çağ'da Selçukluların eline geçen ve büyük bir gelişme gösteren Mut, 1277 yılında Şemsettin Mehmet Bey tarafından Karamanoğulları'nın, 1448'de Osmanlı Devletinin yönetimine girmiştir (Karakaş, 1995 : 177)
Kervansaray
Kentin merkezindeki kare planlı kervansarayın giriş kapısı güneyde olup, yapı Davut Paşa Kışlası olarak da bilinir Büyük avlusunu çevreleyen kemerli galerinin gerisinde yan yana yapılmış birer ocaklı ve penceresiz 40 oda sıralanmıştır (Çıplak, 1993 : 148)
Mut Kalesi
İlçe merkezinin kuzeyindeki bir tepe üzerinde bulunan kalenin yapılış tarihi kesin olarak bilinmemektedir Ancak ilk temelinin Hititler zamanında atıldığı sanılmaktadır Bugünkü hali Karaman oğulları dönemi karakterini gösterir Dikdörtgen şeklindeki kalenin dört burcu ve içinde iç kale diye adlandırılan bir kulesi vardır Karaman oğulları ve Bizans döneminde tamir gören kale, 1992 yılında Kültür Bakanlığı'nca yeniden restore edilmiştir
Evliya Çelebi'ye göre; Mut kalesini Rumlardan almak isteyen Karaman oğlu Yakup Bey, tüm askerlerini şehit vermiştir Bunun intikamını almak için Karaman oğlu İbrahim Bey, büyük bir kuvvetle kaleye hücum etmiş, içinde bulunan 70000 Rum askerini kılıçtan geçirtmiş ve ölülerini de kalenin güneyindeki bir tepeye gömdürtmüştür Bu nedenle buraya şimdi Maşatlık tepesi denilmektedir Kalenin içerisinden çıkan Kalepınar adındaki soğuk ve berrak su, kentin su kaynağıdır (Öz, 1991 : 207)
Lâl Ağa (Lâl Paşa) Camii
Karaman oğlu İbrahim Bey'in komutanlarından Lâl Ağa tarafından 1356-1390 yılları arasında yaptırılmıştır Kare planlı ve tek kubbeli caminin son cemaat yeri, beş küçük kubbe ile örtülmüştür 50 yıl önce yıkılan minaresi yeniden yaptırılmıştır Kitabelerine göre, iki defa onarım gören caminin bahçesinde iki adet türbe vardır Kümbetlerin birisinde 3 adet, diğerinde ise 4 adet mezar bulunmaktadır Evliya Çelebi Seyahatnamesi'ne göre Lâl Ağa bu kümbetlerin birisinde yatmaktadır (Gündüz, 1994 : 257)
Karacaoğlan
Dünyaca bilinen ünlü ozan Karacaoğlan'ın mezarı Karacaoğlan (Çukur) köyü ile Dere köyü arasındaki bir tepe üzerindedir
17 yüzyılda yaşamış büyük halk ozanı Karacaoğlan'ın hayatı ile ilgili kesin bir bilgi yoktur Karacaoğlanla ilgili şu efsane kuşaktan kuşağa anlatılır:
Karacaoğlan sevdiği Karakız'ı babasından istemiş; verilmeyince çok üzülmüş, sazı ile gurbet ellere düşmüş Çok yerler dolaşmış, türküler söylemiş Karakız da aşkını içine gömüp evlenmiş Karacaoğlan ihtiyarlayınca Karakız'ın obasına dönmüş ve dere köyü yakınında bir tepeye yerleşmiş Günün birinde ölen Karacaoğlan'ı, ilçe halkı aynı yere gömerek burayı türbe yapmışlar
Karakız, Karacaoğlan'ın ölüm haberini alınca, babasının obasından ayrılarak Karacaoğlan'ın mezarının başına koşmuş ve ağlaya ağlaya üzüntüsünden burada ölmüş Bu acıklı olay karışsında duygulanan köylüler, sağ iken beraber olamayan iki sevgilinin, öldükten sonra beraber olacaklarına inandıkları için, Karakız'ın mezarını Karacaoğlan'ın yattığı yerin karşısındaki tepeye yapmışlar O gün bu gündür, Çukur tepesindeki mezarından Karakız'ın; diğer tepedeki mezardan Karacaoğlan'ın ruhları, her gece el ayak çekildiğinde çıkar, ortadaki ovada buluşurlarmış
Çınaraltı Parkında, Belediyenin girişimi ile Mut'lu Heykeltıraş Hüseyin Gezer tarafından ücretsiz yapılan heykel, Mut şenlikleri sırasında 8 Haziran 1973 günü yapılan törenle açılmıştır (Aktan, 1989 : 154)
Sartavul Hanı
Karaman Silifke karayolunun Toros dağlarını aştığı en yüksek nokta olan Sartavulbeli'nden Mut'a 38 km uzaklıktadır Selçuklu Hükümdarı Aleaddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır (Develi, 1991 : 233)

Taş Köprü
Meydan Mahallesi'ndeki Taş Köprü, Karaman oğulları döneminde yapılmıştır Ancak kitabesi olmadığından kim tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemektedir (Dulkadir, 1985 : 112)

Alahan (Apadnos) Külliyesi
Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye yazdığı Alahan Külliyesi, 1000-1200 m yükseklikte, üzerinden Göksu vadisinin görülebildiği yalçın bir tepenin yamacında kurulmuştur Etkileyici manzarası ile gelenlerin ayrılmak istemeyecekleri, doğa ile bütünleşmiş güzelliklere sahip önemli bir dini merkezdir Mut'dan 20 km uzaklıkta Mut-Karaman yolundan, 3 km'lik bir yolla ulaşılır
Roma döneminde Hıristiyanlığın Kapadokya ve Ikonia'da (Konya) yayılması sırasında, bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu; İsa Peygambere inananları, dağlık bölgelerdeki mağara ve kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır İsa'nın havarilerinden St Paulus ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas 441 yılında Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmışlardı Bu iki Hristiyan azizin gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına kiliseler yapılmıştır Alahan Külliyesi de bunlardan biridir 440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Külliyesi'ne ait ören yerinde, Batı Kilisesi (Evangelist Bazilika), Manastır ve Doğu Kilisesi, kayalara oyulmuş keşiş odacıkları ile kuzey yönünden içlerinde kiliseyi yaptıran Tarasis'in lahdi bulunan mezarlardan oluşmaktadır (Özcan, 1991 : 104)
Kilise binaları, İstanbul'daki Ayasofya Bazilikası ile ortak mimari özellikler taşımaktadır Doğu Kilisesi ayakta olmasına rağmen, Batı Kilisesi çok harap durumdadır Her iki kilise de korint başlıklı iki dizi sütunla üç nefe ayrılmıştır Kesme taştan inşa edilen beden duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve portallerdeki insan ve hayvan figürleri ile bitkisel süslemeler büyük bir ustalıkla yontulmuştur
Batı Kilisesi'nin, Narteksten ana mekana geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür St Paulus, St Pierre figürlerinden başka, bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazarlarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri; göz doyurucu zenginlikte, estetik ve gerçekçi bir üslûpla yontulmuştur Bazilikanın doğusundaki geniş avlunun güneyinde dinsel törenlerin yapıldığı dehliz, 11 m uzunluğunda kemerli ve sütunlu bir galeri şeklindedir Galerinin ortasında, kabartma süsleme ile her yanı işli büyük niş bulunmaktadır (Basal, 1993 : 166)
Doğu Kilisesi, terasın doğu ucunda, revnaklı yolun sonunda daha geç dönemde inşa edilmiş ve külliyenin en sağlam yapısıdır Önündeki avludan üç giriş kapısı bulunan üç nefli kilisenin üst örtüsü yıkılmıştır Bu yapının en önemli özelliği kubbeli bazilika şeklinde planlanmış olmasıdır
Ayrıca Göksu vadisi içinde bulunan çok sayıdaki kaya kiliselerinden en ilginç olanı, Alahan Külliyesi'nin sapağından Karaman yönünde birkaç km gidildiğinde derin bir vadi içinde bulunan kaya kiliseleri ve barınaklarıdır Bunlardan Alaoda olarak bilinen kilisenin kubbe şeklinde yontulmuş üst bölümü, kırmızı, mavi ve kahverengi renklerin hakim olduğu geometrik ve bitkisel fresklerle süslüdür Birkaç bölümden oluşan kaya kilisesi zemininin mozaikle kaplanmış olduğu anlaşılıyor Ayrıca Maya köyü yakınlarında vadi içinde ve yeraltında kırmızı ve yeşil boyalı "Renkli Kilise" de vardır (Yalın, 1990 : 133)
Dağpazarı (Corapıssus) Örenleri
Mut'un 35 km kuzeybatısındadır Antik ismi Coropıssus olan kentin Karaman'dan Silifke'ye inen bir antik yol üzerinde oluşu eski kente ayrı bir önem verildiğini göstermektedir
Burada bir Bizans kilisesi ile 15x550 m ölçüsündeki taban mozaiği ilgi çekicidir Kilise, köyün ortasına ve en yüksek yerine kurulmuştur Bizans dönemine ait kilisenin apsisi ve bazı duvarları ayakta kalabilmiştir
Köyün içindeki mozaiklerde hayvan figürleri ve geometrik motifler yer almaktadır Köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılan sarnıçlar vardır (Akgündüz, 1991 : 255)
Mavga Kalesi
Mavga Kalesi, Mut'un Kozlar yaylası yakınında Mut'a 16 km uzaklıktadır Sağlam kalan bir burcundaki kitabeye göre, Aleaddin Keykubad'ın emri üzerine 1230 yıllarında yapılmıştır Sarp ve dik kayalar üzerinde yapılmış olan kale içinde odalar, ahırlar, yemlikler, sulama tekneleri ve içi Horasan harcı ile sıvanmış su sarnıçları kayalar oyularak oluşturulmuştur (Atik, 1993 : 152)
Balobal Örenleri
Mut'un batısında 40 km kuzeyindeki Yalnızcabağ köyü yakınındaki Değirmenlik yaylasındadır Büyük bir antik yerleşim alanıdır Çok sayıda lahit ve duvar kalıntıları bulunmaktadır (Erbil, 1998 210)
66 ERDEMLİ
Konumu
Doğuda Mersin, batıda Silifke, kuzeyde Ereğli (Konya) ilçeleri ve güneyde Akdeniz'le çevrilidir Mersin-Silifke karayolu üzerinde ve Mersin'e 35 km uzaklıktadır Batısında Sandal Dağı'nın doğuya doğru uzanan ormanlarla kaplı, dik meyilli yamaçları eteğinde Alata Çayı'nın meydana getirdiği alüvyon ovacığın batı kenarındaki bir vadide yer alır (Özcan, 1991 : 246)
Adı Nereden Geliyor
"Erdemli" adının nereden geldiği kesin olarak belli değildir 15 Yüzyılda İç Anadolu'dan geldiği sanılan "Erdemoğulları" adındaki bir Türkmen Aşiretinin adından alındığı belirtilmektedir
TARİHİ - KÜLTÜREL ÇEVRE
Kanlıdivane - Kanytelleis
Mersin - Silifke karayolunun 45 Kmsinde sağa sapan 3 kmlik asfalt bir yolla ulaşılır Büyük bir obruğun etrafında kurulmuştur Obruğun güneybatı kenarında bulunan İÖ II Yüzyılda yapılan Helenistik Kuleden kentin tarihinin çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır
Kulenin batı tarafındaki kitabede Rahip - Krallardan Olba'lı Tarkyoris oğlu Teukros'un bu kuleyi, Tanrı Zeus Olbios için yaptırmış olduğu belirtilmiştir Kitabenin başında Triskelis (Üç bacak) Olba'nın simgesidir Böylece Kanytelleis'in Olba'ya bağlı bir kent olduğu anlaşılmaktadır
Antik çağda korsan yatağı olan yöreyi daha sonra Teukros veya Aias adlı Rahip-Krallar yönetti
Helenistik Kule: Obruğun güneybatı kenarındadır Poligonal dikdörtgen planlı ve üç katlıdır Köşelerde düz yontulmuş taş kullanılmıştır Kemerli girişi vardır Batı köşesindeki yazılar Kanytelleis'in kuruluşu ve tarihi hakkında bilgi vermektedir
Bazilikalar: Bizans dönemine aittir (4 - 6 yy)
1 Nolu Bazilika: Obruğun güney batısındadır Doğu cephesi henüz ayaktadır Yontma taşlardan yapılmıştır Giriş iki sütuna ayrılmış üç kemerle sağlanmaktadır Sütun taşları Korint üslubunda kompozit başlıklardır Narteks dikdörtgen planlıdır
II Nolu Bazilika: I nolu Bazilaka'nın kuzeyinde ve harap durumdadır Yontma taşlardan yapılmıştır Belirli bir narteks kalıntısı görülmez Kapının profili söveleri ve lentosu ayaktadır
III Nolu Bazilika: Obruğun kuzey doğu köşesindedir Güney duvarları yıkılmıştır Üç kemerli narteksin önündeki mahzenin kemeri ve ağzı görülmektedir Batısı, avluya iki sütunlu üç kemerle açılmaktadır Dikdörtgen planlı narteksin kuzeyden girişi vardır Narteks üç kapıyla, iki sütun dizisiyle üç nef'e ayrılmış olan mekana açılır Taban ve duvarlarda mozaik olması muhtemeldir Etrafında atrium vardır Narteksin üzerinde ahşap bir kat olduğu, Kilisenin batı duvarında sıralanan bir sıra taş konsoldan anlaşılıyor Kapının yan söveleri yerinde durmaktadır Lentonun tam ortasında madalyon halinde sekiz uçlu bir yıldız içinde haç bulunmaktadır Papylas adındaki bir şahsın bu Bazilika'yı, bir adak borcunu ödemek üzere yaptırdığı lentonun üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır (Çıplak, 1993 : 112)

Nekropoller: Üç ayrı yerdedir
Güneyden çıkan ana yolun iki tarafında kayalara oyulmuş oda mezarlar vardır Dikdörtgen planlı oda içinde duvara saplanmış taş raflara ölüler yatırılmıştır
Batı Nekropol'deki mezarlar genellikle kayalara oyulmuştur Kaya mezarlarının menfezlerinin üzerinde kadın erkek kabartma figürler işlenmiştir Bu kabartmalarda, asker kıyafetinde iki erkek, kline üzerine uzanmış bir kadın figürü vardır Ayrıca kaya yüzeyine üç mabet cephesi biçiminde alınlıklı küçük niş oyulmuştur Soldaki kadın kabartmasının altındaki mezarın Appas adında bir kimseye ait olduğu ve burayı açacak olanın Zeus, Helios, Selene ve Athena mabetlerine para cezası ödemek zorunda olduğu bildirilir
Kuzeyde Nekropol'ün en yüksek yerinde Aba adlı kadının kocası ve oğulları için yaptırdığı mezar, Kanytelleis7in en görkemli mezarıdır Kare planlı mezara yuvarlak kemerli bir kapıyla girilir Beşik tonozla örtülü mezar odası içinde ölü koymak için raflar bulunmaktadır İS II Yüzyılın sonlarına aittir
Anıt mezarın doğusundaki mezarlar lahit şeklindedir Çoğu kayadan oyulmuştur Kaya platformu üzerine yapılmış olan Dor nizamında sütunları bulunan mezar ilginçtir Kitabesi yoktur (Develi, 1991 : 230)
Presler ve Sarnıçlar: Mezarların yanında kayalara oyulmuş üzüm sıkma presleri ve dikdörtgen planlı, beşik tonozla örtülü sarnıçlar bulunmaktadır
Ayrıca obruğun kuzeybatı köşesinde kline üzerine oturmuş vaziyette bir kadın ve erkek, bunların solunda ise üç kadınla bir erkek tasvir edilmektedir Bu kabartmanın karşı tarafında ise bir asker kabartması bulunmaktadır Ören yeri Prof Dr Semavi Eyice tarafından incelenmiştir (Taşkıran, 1994 : 200)
Elaiussa - Sebaste
Silifke - Mersin karayolu üzerinde Mersin'e 52 km uzaklıkta olup Kumkuyu Belediyesi, Ayaş (Merdivenlikuyu) da yer almaktadır Şehir İÖ II Yüzyıl sonlarında kurulmuştur Strabon'a göre, bu şehrin bir bölümü kara parçasında bir bölümü de karşı taraftaki adanın üzerinde yer almakta olup bu antik kent Elaiussa ve Sebaste kentlerinin birleşmesi ile meydana gelmiştir Elaiussa daha eskidir İÖ 41 yılında Antoius tarafından Kapadokya Kralı olarak atanan ve İÖ 20 yılında Elaiusa'nın çevresinde bulunan dağlık Kilikya'yı Augustus'tan almış olan Kral Archelaos, başkentini bu adaya nakletmiştir Elaiussa adası, İS VI yüzyıldan itibaren bir kara parçası haline gelince kent eski önemini yitirmiştir (Akbaş, 1995 : 253)
Eski adanın tepesi ile batı yamacı ve adanın birleştiği kara parçası kumla kaplıdır Kumların altında Kral Archelaos'tan önceki zamanlara ait çeşitli tarihi eserler bulunmaktadır Bunlar iyi korunmuş 5 nefli Bazilika, tiyatronun caveası (Theatron oyuğu), su kemerleri, kilise kalıntıları, zeytinyağı ve su sarnıçları, iki mermer sütunlu saray kapısı, bu kapının 50 m kuzeyinde çeşitli hayvan resimlerini içeren döşeme mozaikli Jüpiter tapınağıdır Jüpiter tapınağı 612 sütunlu bir Roma mabedi olup erken Hıristiyanlık döneminde (5 Yüzyıl) kiliseye çevrilmiştir Şehrin mezarlığı (Nekropol), doğu ve kuzeydedir Burada antik bir yolun iki yanında taş lahit ve anıt mezarlar vardır Bir lahitin üzerindeki yazıt şöyledir: "Hijinos'nun oğlu Plütinos, sağlığında Sebaste mezarlığında kızı için bir lahit yaptırıldı Öldükten sonra oraya yalnız kızı gömülecektir Eğer başka biri gömülürse bu kişinin ailesi Maliyeye 600, belediyeye 300 dinar ödeyecektir" İki katlı bir anıt mezarın cephesindeki kabartmada ortada kanatlarını açmış bir kartal, ayaklarının altında bir yılan, kartalın sağ ve solunda zincirle bağlanmış birer çocuk vardır ve çocukların birer kolları zincirlidir Aynı zincir üzerinde birbirine bakan iki aslan vardır Bu yapıtların hepsi Roma devrine aittir (Karakaş, 1992 : 161)
Korykos
Mersin - Silifke karayolu üzerinde Ayaş'ı (Elaiussa-Sebaste) 4 km geçtikten sonra Kızkalesi'ni tam karşısındaki Korykos'a ulaşır
Korykos kelimesi Yunancadır Yunanistan'dan gelen kolonistler tarafından İÖ 4 Yüzyılda kurulmuştur Herodot bu kenti Gorges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar Korykos nekropolünden çıkarılan ve İÖ 4 Yüzyıla ait yapıtlar kentin Ptelemaios yönetiminden önce kurulduğunu ortaya koymuştur Korykos bir liman kenti olduğundan, çok el değiştirmiştir İÖ 4 Yüzyılın sonunda Selefkos Nikator Silifke'yi kurunca, bu kenti de idaresi altına almıştır Korykos İS 72 yılında Roma egemenliğine girince bir eyalet haline getirilmiştir Kroykos'un bağımsız bir eyalet olduğu kendi adına bastırılan paralardan anlaşılmıştır Kroykos 450 yıl Roma hakimiyetinde kalmış ve sulama tesisleriyle tarım gelişmiştir Bu nedenle, Kroykos bir zeytinyağı ihraç merkezi olmuştur Kent, kalenin bulunduğu yerden 15 km kadar kuzeye uzanarak, doğuda Ayaş kenti ile birleşmiştir Geniş bir alana yayılmış harabeler kentin önemini belirtmektedir Roma İmparatorluğu 395 yılında ikiye ayrılınca Kroykos Bizans İmparatorluğunun payına düşmüştür Bizanslılar zamanında Arapların tehdidine karşı etrafı kuvvetli surlarla çevrilmiştir Kızkalesinin doğusundaki yarımada üzerinde başlayan Bizans suru, Kızkalesi'ne göre kuzeybatıda kıyıya birleşir ve şehri bir hilal gibi çevreler Liman 13 Yüzyılda çok önem kazanmış ve Korykos bir ticaret merkezi olmuş, Ceneviz ve Venedik gemilerinin önemli uğrak limanlarından biri haline gelmiştir
Korykos, 1448 yılında Karaman oğlu İbrahim Bey tarafından ele geçirilerek, yeniden imar edilmiştir Böylece Kroykos şehri Helenistik, Roma, Bizans, Karaman oğulları ve Osmanlı dönemlerini yaşamıştır (Öz, 1988 : 30)
Kızkalesi
Korykos sahil kalesinin 200 m açığındaki küçük adacık üzerindeki kaleye "Kızkalesi" denir Büyük bölümü ayakta olan Kızkalesi'nin kuzey ve güney uçları sekiz kuleyle korunmuştur Kalenin dış çevre uzunluğu 192 mdir Kızkalesi ile sahildeki kale denizden bir yolla bağlanmış, denizden gelecek saldırılara karşı önlem alınmıştı Karaman oğlu İbrahim Bey tarafından 1448 yılında onarılan Kızkalesi bugün İçel turizminin sembolü haline gelmiştir
Kızkalesi Efsanesi: Korykos'ta yaşayan Krallardan biri, bir kız çocuğu olsun diye gece gündüz Tanrıya yakarmaktadır Sonunda dileği yerine gelir Kızı büyüdükçe güzelliği ve yardım severliği ile herkesin sevgisini kazanır
Günlerden bir gün kente bir falcı gelir Kral onu saraya çağırtır, kızının geleceğini öğrenmek ister Falcı prensesin eline bakınca irkilir ama bir şey söylemez Kral zorlayınca "Kralım" der, "Kızınızı bir yılan sokacak Bu yazgıyı hiçbir şey bozamayacak Siz bile engel olamayacaksınız" Kral, kıza bir şey söylemez ama düşünceler dalar Sonunda kıyıya yakın küçük bir adacık üzerinde, ak taşlardan bir kale yaptırır, kızını buraya kapatır Olan biteni bilmediğinden kızı üzülmekte, günden güne eriyip gitmektedir Günün birinde saraydan gönderilen üzüm sepetinin içinden çıkan bir yılan onu sokar ve öldürür (Topbaşoğlu, 1990 : 180)
Akkale
Mersin - Silifke karayolu üzerinde Mersin'e 49 km uzaklıkta olup Geç Roma devrinde kurulmuştur Tırtar köyünü 2 km geçtikten sonra deniz ile ana yol arasındaki alanda büyük bir harabe görülür Akkale olarak bilinen bu yapıtlar topluluğuna ana yoldan girilen 300 m yolla ulaşılır
Osmanlı döneminde kullanılmayan bu yapıtlar topluluğu Roma İmparatorluk devri ile Erken Bizans çağı olarak V-VI yüzyıllara mal edilmektedir
Klikya bölgesi, İS 72 yılında Roma İmparatorluğu'na bağlanınca, Elaiussa da önem kazanarak Roma egemenliğinde ve erken Hıristiyanlık döneminde büyük bir gelişme göstermiştir
Deniz kıyısında bir kompleks oluşturan Akkale konusunda değişik görüşler ileri sürülmekte ise de bunların en akılcı olanı, buranın bir saray olmasıdır Akdeniz'in güzel ve çekici bir köşesinde antik şehirleri birbirine bağlayan, antik yolun kenarında, geniş ufuklara hakim manzaralı bir yerde kurulmuştur Akkale yapı topluluğu şu yapıtlardan oluşmuştur:
Aslında 2-3 katlı olan yapı ve bunun doğusunda haç biçimi planlı, yine iki katlı küçük bir bina Güneyinde iki uzun dehliz halinde bir alt ana yapı Bunun yanında ve sağlam durumda büyük, üstü örtülü bir su sarnıcı Sarnıcın batısında dar bir yol ve bu yolun kenarında bir çeşme (?) ile bir hamam yıkıntısı Büyük binanın güney-batısında kısmen kayadan yontularak yapılmış bir zeytin veya üzüm ezme (pres) yeri Deniz kıyısında küçük bir sarnıç ve küçük bir liman bulunmaktadır (Yalçın, 1992 : 200)
Paşa Türbesi
Ayaş-Korikos yolu üzerinde olan bir Selçuklu eseridir Türbenin, 1220 yılında Selçukluların ileri gelenlerinden Aktoşoğlu Sinan Bey'e ait olduğu üzerindeki kitabeden anlaşılmaktadır
67 AYDINCIK
Konumu:
İçel'in batısında yer alan Aydıncık'ın doğusu ve kuzeyi Gülnar, batısı Bozyazı, güneyi Akdeniz ile çevrilidir
Aydıncık, kuzeydeki dik yamaçlı Baldıranlı Dağı ile Akdeniz arasındaki dar bir ova üzerinde kurulmuştur Aydıncık, Mersin-Antalya karayolu üzerinde Mersin'e 170 km uzaklıktadır
İlçenin yüzölçümü 410 km2 olup nüfusu 1990 nüfus sayımına göre ilçe merkezi 7040, köyleriyle birlikte 11022'dir İlçenin 10 köyü bulunmaktadır (Okandan, 1991 : 110)
Tarihçesi:
Yazılı kaynaklara göre, eski çağlardan beri bir yerleşim yeri olan antik kentin adı MÖ 600 yıllarında Cleenderis-Kelenderis, MS 769 da Gilindire, 1965 yılında Gilindire sözcüğü Türkçeleştirilerek Aydıncık oldu
Kelenderis Finikeliler tarafından MÖ II Yy'ın sonunda Silinderis kenti öreni üzerinde kurulmuş, Kıbrıs'a yakın olması ile ticari önemi olan liman kenti olarak gelişmiştir Daha sonra Yunanistan'ın Simos adası sakinlerinin kurduğu bir koloni olmuştur Sonra bu koloni MS 425 yılında haraca bağlanmıştır Persler, Selevkos ve Romalılar yöreye hakim olmuştur Kent Romalılar zamanında da önemini koruyarak Kilikya'nın önemli bir kalesi olduğunu, Roma krallarından Germanikus'un (MS I Yy başı) savaşlarda kendini bu kentte koruduğunu, Roma döneminin yazarlarından Tacitus "Tarih" kitabında anlatmıştır Daha sonra Bizanslılar, Araplar yöreye hakim olmuştur 1071 Malazgirt Savaşı'ndan sonra Selçuklular burayı kendilerine yurt edinmişlerdir 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yöre Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır
Barlett'in 1836 tarihli bir gravüründen limanın, üzerinden yüksek kulelerin bulunduğu bir surla çevrilmiş olduğu ve İstanbul'un Konya üzerinden Kıbrıs ile bağlantı kurduğu en işlek liman olduğu anlaşılmaktadır (Gündüz, 1994 : 174)
Tarihi ve Kültürel Çevre
LZoroğlu'na göre, Kelenderis yüzyıllar boyunca ve kesintisiz biçimde iskan edilen kentlerden biri olması nedeniyle Antik Çağlar'dan günümüze kadar ulaşan kalıntıları çok azdır
Bunlardan başlıcaları, çeşitli tipte mezarlar, bir hamam, bir theatron, sur ve kale kalıntıları, yer yer yıkılmış bir su kanalı ve birkaç sarnıçtan başka üzerinde durulabilecek veya niteliği belli olan ayakta kalmış başka bir kalıntı bulunmaktadır (Soylu, 1989 : 181)
Liman Kalesi
Kentin güneyindeki yarımadayı çevreleyen surlar ve kaleye ait kalıntılar, günümüzde görülebilmektedir Tarihi kaynaklarda güçlü bir kale olarak söz edilen liman kalesi, Antik Çağlar'da ve özellikle Orta Çağ ve sonrasında kente yönelik yoğun saldırılara, güçlü savunma sistemiyle direnmiştir Piri Reis'in haritasında burçlarında bayrak dalgalanan kale belirgin olarak çizilmiştir
Barlett'in 1836 tarihli bir gravüründe ve 19 Yüzyılda çizilmiş bir diğer gravürde, limanın üzerinde yüksek kulelerin bulunduğu, çevresinin surla çevrili olduğu görülüyor
Ancak, bu yüzyıldan itibaren gemilerin uğrak yeri olmaktan çıkan limanın işlevini yitirmesi ile terk edilen kale, kent yapılaşmasında taşocağı gibi kullanılmış ve günümüze ulaşan bazı duvar kalıntıları dışında yok olmuştur (Okandan, 1991 : 231)
Liman Hamamı
Liman girişinde bulunan hamam, kentin kısmen ayakta kalabilen antik yapılarından biridir Üç ana mekanı günümüze kadar ulaşmış bulunan ve büyük bir kompleks olduğu anlaşılan hamamın bütününe ait görsel bilgi kaynağı, MS 5 Yüzyılda yapılmış olan bir liman mozaiğidir (Yalçın, 1992 : 223)
Tiyatro
Günümüzde toprakla kaplı olan tiyatronun varlığı, yapının moloz taşlarla örülen sırt duvarının oluşturduğu yarım daire biçimindeki kavisten anlaşılmaktadır Yüzey araştırmaları ve sondaj çalışmaları dışında henüz gün yüzüne çıkarılamamış olan yapı için LZoroğlu, oldukça küçük olan tiyatronun en yakın merkez olan Anemurium'da olduğu gibi, bir meclis binası (bouleuterion) olabileceği görüşündedir (Karakaş, 1995 : 120)
Anıt Mezar-Dört Ayak
Kkent merkezinde, büyük kesme kireç taşlarıyla yapılmış ve halk arasında "Dört Ayak" olarak bilinen anıt mezar; ilçenin en ilgi çeken antik yapısıdır Kare planlı, dört ayak üzerine baldahinli olarak oturtulmuş piramidal çatılı anıt mezar, MS 2 Veya 3 Yüzyıl başlarına tarihlenmektedir Piramidal mimari yapısıyla, mausoleum mezar geleneğinin devam ettiğini göstermekte olup, oldukça iyi korunmuş durumdadır Kentin yakın çevresinde görülebilen diğer yapılar; Aydıncık-Gülnar yolu üzerinde 15 Km'de orman içindeki kaynaktan kente su getiren kemerler ve kanallar günümüze kadar ulaşan alt yapılardır Kent yakınındaki Duruhan ve Bodur kaleleri harap durumdadır (Göktürk, 1995 : 151)
Buluntular
Bilimsel kazı ve araştırmaların başlatılmasından önceki 1960'lı ve 1970'li yıllarda, özellikle antik kent mezarlığında yapılan kaçak kazılarla veya rastlantı olarak elde edilmiş çok sayıda eser bulunmaktadır Yurtdışına götürülen, sayısı ve nerede olduğu belirlenemeyenlerin dışındakiler, Adana, Mersin, Silifke, Anamur Müzeleri'nde bulunmaktadır Bunların büyük bir bölümü pişirilmiş kil vazolar ile küçük boyutlu; taş, altın, gümüş ve cam eşyalar ve sikkelerdir MÖ 3 Yüzyılda darbe dilen II Ptolemaios'a ait altın sikkeler ile MÖ 6 Ve 5 Yüzyıla ait gümüş drahmiler, Kelenderis'e ait önemli nümizmatik buluntulardır
L Zoroğlu'na göre, Doğu Akdeniz bölgesinde ele geçen ilk eserler olması bakımından Attik atölyelerinden gelmiş "Lekythos" denilen seramik vazolar, Kelenderis'in en ilginç buluntularını oluştururlar Bunlar, beyaz zeminli siyah figürlü "Haimon" grubu, "Figürsüz Siyah Gövdeliler" grubu, "Bezekli Lekythoslar" gibi gruplara ayrılır (Teoman, 1991 190)
68 GÜLNAR
Konumu
Gülnar, doğusu Silifke, batısı Anamur, kuzeyi Mut, kuzeybatısı Ermenek, güneyi Aydıncık ilçeleri ile çevrilidir İlçe merkezi ormanlarla kaplı 950 m rakımlı yaylalık bir arazi üzerine kurulmuştur
Gülnar İçel'in güney-batısında Mersin7e 150 km uzaklıkta, Taşeli platosu üzerinde yer alır (Özcan, 1991 : 258)
Tarihçesi
Gülnar, eski bir ilçe olmasına karşılık tarihi yapıtları azdır İlçenin tarihi Mut ve Anamur'un tarihine benzer Gülnar'da Etiler, Finikeliler, Romalılar, Selçuklar ve Osmanlılar dönemi yaşanmıştır
Gülnar'ın, bugünkü ahalisi 1230 yılında Orta Asya'daki Gülnar kentinden göç ederek bu çevreye yerleşen Türkmenlerdir Obaların ilk yerleştikleri yerler Zeyne (Sütlüce) ile Mut arasında kalıyordu Daha sonra obaların çeşitli kolları Gülnar'ın çeşitli yerlerine yayıldılar İlçenin adını Yörük Beylerden Yahşi Bey'in kızı Gülnar Hanımından geldiği söylenmektedir Yörükler (Oğuzlar) Orta Asya'dan çıkıp bugünkü Sütlüce (Zeyne)'ye gelişleri sırasında Yahşi Bey Araplar tarafından öldürülünce Gülnar Hanım babasının yerine geçerek Obasının Toroslara çekti, fakat burada Arap fedaileri tarafından öldürüldü Türkmen'lerin ilk yerleştikleri yer olan Anay Pazarı diye bilinen şimdiki Gülnar beldesini beğendiklerinden, Gülnar Hanım'ın adını vermişlerdir Gülnar 1461 yılında Fatih'in komutanlarından Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır Gülnar 1916 tarihinde ilçe olmuştur

Adı Nereden Geliyor
Horasan'dan göç edenlere Yahşi Bey'in kızı Gülnar Hatun öncülük etmiştir Gülnar Hatun, ilk adı anaypazarı olan bölgeyi beğendiğinden buraya kendi adını vermiştir
Tarihi ve Kültürel Çevre
Kırshu (Meydancık Kale)
Gülnar'ın 10 km güneyinde Tırnak köyü yakınında sarp bir tepenin 750 m uzunluğunda ve 150 m genişliğindeki düzlükte yer alır 1971 yılından buyana Fransız arkeologlar tarafından arkeolojik kazı ve araştırmalar yapılmakta ve yöre tarihi ile ilgili önemli bulgulara ulaşılmaktadır
MÖ 7 Ve 6 Yüzyılda Luwiler'in kral ailesi kenti, MÖ 5 Ve 4 Yüzyılda Persler'in, MÖ 3 Ve 2 Yüzyılda da Mısırlıların garnizonu olarak iskan edilen kale, bir süre terk edilmiş ve sonradan Geç Roma ve Bizans dönemlerinde yerleşim merkezi olarak tekrar iskan edilmiştir En önemli arkeolojik kalıntıları anıtsal kapısı, tepenin doğu eteğinde bulunan mezar, Pers kabartmaları ile kazı sırasında çıkan ve Silifke Müzesi'nde sergilenen Helenistik Çağ'a ait sikkelerin çıkarıldığı konak kalıntılarıdır Kayaya oyulmuş mezar odasındaki kitabede, kalenin adı Kirshu olarak verilmektedir Bu yerleşimle ilgili benimsenen görüş, kale Babil Kralı Neriglassar (MÖ 559-556) zamanında Pirindu Kralı Appuashu'ya aitti Daha sonra Neriglissar tarafından ele geçirilerek yıkıldı (Alptekin, 1989 : 231)
Zeyne Türbesi
Gülnar'dan Mut'a giderken 26 Km'de Zeyne (Sütlüce) kasabasındadır Geniş bir bahçe içerisinde inşa edilen ahşap çatı örtülü ve ahşap direkli mescit kısmına, zaman zaman mezar odalarının ilavesi ile meydana gelmiştir Bahçede ise mezarlar bulunmaktadır Zeyne Türbesi olarak bilinen Şeyh Ali Semerkandi türbesi, beylikler dönemi eseridir Bir külliye olması gereken yapı gruplarından sadece türbe ayakta kalabilmiştir Günümüzde psikolojik rahatsızlığı olan hastaların ziyaret ettikleri ve kurban kestikleri türbenin, külliyenin bir parçası olduğuna dair yazılı bir kaynak bulunamamıştır
Ali Semerkandi ile ilgili bir efsane anlatılır Çobanlık da yapmış olan Semerkandi öğle sıcağında hayvanları susuzluktan yanmış vasiyette iken yoldan geçen bir Türkmenin sert sözleri ile karşılaşır Buna çok üzülen Semerkandi dua ederek elindeki sopasını kayaların ortasına vurur ve su fışkırır Hayvanlarını sulayarak susuzluktan kurtarır Bu yer, halen mesire yeri olarak kullanılmaktadır (Yalın, 1990 : 260)
Şeyh Ömer Türbesi
Gülnar ilçesine bağlı Şeyh Ömer köyündedir Türbe sekizgen planlı olup, düzgün kesme taşlarla örülmüştür Üzerindeki büyük kubbe betonla tamir edildiğinden eski özelliği hakkında tam olarak bilgi alınamamıştır (Dereli, 1991 : 274)
69 ÇAMLIYAYLA
Konumu
Külpet Dağının eteğinde kurulan ve denize yüksekliği 1430 m olan Çamlıyayla İlçesi, doğuda ve güneyde Tarsus, batıda Mersin, kuzeyde Konya, Niğde illeri ile çevrilmiş olup, ilçe İlin en büyük ve en eski yaylalarındandır
Çamlıyayla Tarsus'a 60 km uzakta olup E-5 karayoluna 35 km lik bir asfalt yolla bağlıdır
Nüfusu, kışın 9000 olup, yaz mevsiminde 100000'i aşmaktadır (Akbaş, 1995 : 141)
Tarihçesi
Çukurova ile batı Anadolu'yu birbirine bağlayan yol üzerinde Kervansaray şeklinde yapılar Namrun Kalesi tarihte tüccarlar ve gezginlerin bir uğrak yeri olmuştur
Çamlıyayla (Namrun), XIII Yyda Türkmen oymaklarının egemenliğine girmiştir Daha sonra XIV Ve XV Ay'da Osmanlı topraklarına katılmıştır (Yalçın, 1992 : 281)
Adı Nereden Geliyor
Namrun 1989 yılında ilçe olunca adı değişmiştir

TARİHİ KÜLTÜREL ÇEVRE
Namrun Kalesi
Namrun Kalesi Tarsus'a 60 km uzaklıkta tepeler doğal güzelliklerle dolu Namrun yaylasının önemli bir kalesidir Namrun7un en yüksek tepesinde XI Yyda inşa edilen kale iyi korunmuştur (Çıplak, 1995 : 139)
Doğal Güzellikler:
2000 metreden sonra ormanların bittiği yerlerde görülmeye değer irili ufaklı 10 krater gölden özellikle Çini Göl kenarında dağcılar için kamp yapmaya uygun alanlar bulunmaktadır
Çamlıyayla İlçesi ile Toros Dağları arasında yer alan 10 km uzaklıkta Masat, 20 km uzaklıkta Çatak, 30 km Saydiya ve Saybaşı mevkileri Aralık-Haziran ayları arasında karlı olup buralarda kayak yapılabilir Yörükler, yaz mevsiminde burayı yayla olarak kullanmaktadır (İnce, 1993 : 194)
Bahçe Mesiresi (Papaz'ın Bahçesi)
Çamlıyayla'dan 15 km uzaklıkta ve Fakılar Köyü'nden 12 km aşağıda vadi içerisinde yer almaktadır Papazın Bahçesi diye anılan bu mesire yeri, asırlık sedir ve söğüt ağaçlarının altından kaynayan buz gibi soğuk pınarları, temiz havası ve ala balık üretim tesisleri ile olağanüstü doğal bir güzelliğe sahiptir
Çatak, Büklü Boyun, Ana Ardıç, Kadıncık ırmağı, Papaz'ın Bahçesi ve Çakırlı rink yolu ile Çamlıyayla içerisinde doğal güzellikler görülebilir
Çamlıyayla ilçesi bol güneşli, rüzgarı olmayan serin havası ve içimi çok iyi olan suyu, çeşitli doğal güzelliklerin yanında dağ ve av turizmi ile insanların doğa ile kaynaşıp yaşayabileceği eşine az rastlanan yaylalarımızdın biridir (Erzen, 1993 : 142)

KAYNAKÇA
AKBAŞ, Fuat
1995, İçel Rehberi İçel ili Özel İdare Yay Mersin
AKGÜNDÜZ, Ahmet
1991, Tarsus Tarihi ve Eshab-ı Kehf Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul
AKTAN, Selma
1989, İçel İli Yakın Çevre İncelemeleri Kaynak Kitapları Yay, İstanbul
ANONİM
1992, İçel Turizm İl Envanteri, İçel İl Çevre Müdürlüğü Yayınları, İçel
ANONİM
1994, Mersin Rehberi, Mersin Büyük şehir Bel Başk Yay İstanbul
ANONİM
1995, Mersin Evleri, Kültür Bak Yay, Ankara
ARTAN, Gündüz
1994, İçel Gezginleri, Mersin Deniz Tic Od Yay, Mersin
ARTAN, Gündüz
1995, İçel Bibliyografya, T Kütüp Der İç Şub Yay Mersin
ASLAN, İzzet
1991, Silifke Tarihi kültür Bakanlığı Yay Ankara
BAŞAL, Şinasi
1993, antik Silifke ve Çevresi, İçel Sanat Kulübü Yay Mersin
BAYSAL, Yusuf
1994, Silifke Rehberi, Kaynak Kitaplar Yayınları Mersin
ÇIPLAK, Necati
1993, İçel Tarihi Mersin Büyük Şehir Bel Başk Yay İstanbul
ERZEN, Akif
1993, Tarsus Kılavuzu, Vatan Gaz Yayınları, İçel
DEVELİ, H Şinasi
1991, Dünden Bugüne Mersin, Hayat Yayını, İstanbul
DULKADİR, Hilmi
1985, Evlerinin Önü Mersin, Kardeş Yayınları, İstanbul
ERBİL, Kazım
1998, İçel İli, Mersin Büyük Şehir Bel Baş Yay Mersin
GÖKTÜRK, Sami
1995, Silifke Tarihi, Kaynak Kitaplar Yay İstanbul
İNCE, Sami
1993, İçel, Kaynak Yayınları, Mersin
KARAKAŞ, Emin Aslan
1993, Kelenderis, çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara
MANSEL, Arif Müfit
1997, Silifke Kılavuzu, Görsel Yayınları, İçel
OKANDAN, Orhan
1991, Geçmişten Günümüze Mersin, Mersinliler Derneği Yay Mersin
SOYLU, Sıtkı
1989, Mersin Kültür Bakanlığı Yay Ankara
TEOMAN, Zeki
1991, İçel Mektubu, Varlık Yayınları, İstanbul

Alıntı Yaparak Cevapla