Prof. Dr. Sinsi
|
19 Mayıstan Cumhuriyete(1919-1923)
VI Meclisi Mebusanın Açılıp ve Sonu:
Mebusan Meclisi 12 Ocak 1920’de açılır Bu olayın üzerinden daha on gün geçmeden, İngilizlerin tepkisi ve yeni bir baskısı Kabine üzerinde kendini gösterir Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta, “İngilizlerin hükümete verdiği bir notada, kendisinin (Cemal Paşa) ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa’nın vazifeden çekilmelerini istedikleri; buna, önce Kabinece şiddetli bir ret cevabı verildiği; fakat, durumun bu çekilmeleri zorunlu kıldığı  ” bildirilir Mustafa Kemal Paşa, 22 Ocak günü aldığı bu telgrafa, makine başında derhal verdiği cevapta, “notanın kendisine gönderilmesini, teklifi yerine getirmekte acele edilmemesini, notayı gördükten sonra görüşünü bildireceğini” belirtir Gelen cevap ile bildirilen, nota değil; özetidir Paşa, bunu tatmin edici bulmaz ve gönderdiği telgrafta, “Vazifeden çekilmek suretiyle İngilizlerin isteğine boyun eğmemiz öyle korkunç bir durum yaratır ki; sizin aksi halde tasavvur buyurduğunuz tehlikeye üstündür  Evvelâ notayı aynen bildirmeniz, sonra ahvalden bilgi vererek kararı beklemeniz ve tam bir güvenle mevkiinizi korumanız kesin arzumuzdur” der Paşa, aynı gün (22 Ocak), Heyet-i Temsiliye adına, Sadrazama gönderdiği telgrafta da, “İngilizlerin, Harbiye Nazırının ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisinin değiştirilmesini istemeleri, devletin siyasal bağımsızlığına kesin bir saldırıdır Bu saldırı, bir süreden beri memleketimizin bölünmesi ve siyasal varlığımızın yok edilmesi yolunda dünya kamuoyunda yapılmakta olan tartışmaların kesin bir karara varmış olması sonucu mudur?   Siyasal bağımsızlığımıza karşı gösterilen bu açık tecavüzü devletçe kabul eder ve milletçe susarak karşılarsak, siyasal varlığımız aleyhinde en kötümser karar ve uygulamalara kendi tarafımızdan yol vermiş olacağımıza şüphemiz yoktur Bu nedenle, İngilizlerin İstanbul’da muhtemel tecavüzleri ne şekil ve ne dereceye varacak olursa olsun; iç ve dış (dünya) gözünde, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine dayandığı bilinen hükümetin bu teklifi şiddetle ret ve Nazır ile Reisi mutlaka muhafaza etmesi kesin arzumuzdur  İstanbul ile haberleşme İngilizler tarafından engellenirse, millî istiklâlimiz uğrunda millî ve dinî mücadele ilân etmek yolunda ilerleyeceğiz” der Yine, aynı gün, Cemal Paşa’ya çektiği telgrafta ise, özetle şu hususu belirtir: “İngilizlerin emri sonucu, Harbiye Nazırlığını bıraktıkları anlaşılıyor  Devlet ve milletimizin bağımsızlığını bozan bu çekilme işini, ne pahasına olursa olsun kabul etmemek, sizin ve bizim vazifemiz gereğidir  Meseleyi kişisel bir görüşten değil; bu müdahale, vatanımız için hatıra gelebilecek ağır felâketlerin başlangıcı olabilir görüşünden muhakeme etmenizi rica ederiz  ”
Mustafa Kemal Paşa’nın gerek Sadrazamdan ve gerek Harbiye Nazırından aldığı cevaplar, Heyet-i Temsiliyenin isteklerini karşılamak bakımından olumsuzdur Paşa, bu durumun muhtemel tehlikeleri üzerine; bir bildiri ile, mebusları ve bütün kumandanları uyarır Ayrıca, “yabancıların İstanbul’da saldırılarını artırarak, nazır veya mebuslardan bazılarını tutuklamaları ihtimali nedeniyle; karşılık olmak üzere, Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasına karar verir” ve bunu 22 Ocak tarihli bir şifre ile, Ankara, Konya, Sivas ve Erzurum’daki Kolordu Komutanlarına bildirir
Mustafa Kemal Paşa, genel olarak, Meclis-i Mebusan’ın geleceğinden ve özellikle, Ali Rıza Paşa Kabinesinin tutumundan ümitli değildir Bu arada, Ocak 1920 sonunda yaptığı siyasî durum muhakemesini Hüseyin Rauf Bey’e ve Kolordu Komutanlarına gönderir Paşa, 5 şubat 1920 tarihli ve çok acele işaretli bir şifre direktifte, “Müttefik devletlerin aralarındaki ilişkiler; işgal altındaki yurt parçaları ve Boğazlar’ın durumu; Bolşeviklerin savaş başarılarının dış etkisi; Kafkasya durumu; doğu cephemiz; muhtemel hareket tarzlarımız, vb ” çok önemli konuları ele alarak ve Türkiye’nin direnme gücünü düşmanların yok etme tedbirleri üzerinde durarak, “  Bu tedbirler, Türkiye’nin kesin surette çevrilmesi ve kuşatılmasıdır Türkiye, bugün, Adalar Denizi ve Karadeniz sahillerinde ve Avrupa cephesinde kuvvetli bir şekilde kuşatılmıştır Suriye cephesi, Hicaz’dan İskenderun’a kadar İngiltere ve Fransa tarafından kuvvetle, ihtiyaçla, ayrılık yaratarak ve halkın kendini bırakmasından yararlanarak, çevrilmiş sayılabilir Irak ve Iran cephelerinin maddî bir surette ve kesin bir şekilde kapalı olmayan durumları, çabuk ve geniş ölçülü yararlanmalara, tabiat yapısı bakımından pek elverişli değildir Mesafeler uzun, ulaşım yolları az, milletler bilinçsiz olduğu gibi; esasen, memleket kesimleri de işgal altındadır  ” der ve şu sonuca varır: “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti içinde acele bir vazife, siyasal durumun icaplarına uygun tedbirleri, hükümetle hızlı bir görüş uygunluğu çerçevesinde almasının mümkün olup olmadığını bir an evvel kestirmektir Eğer böyle bir hükümet meydana getirilmesine imkân yoksa; ne yazık ki, umut verici bir çare görülmüyor Aldanmayarak, bu durumu şimdiden görmeli ve kabul etmeliyiz Bunun üzerine alacağımız tedbir, Heyet-i Temsiliye arkadaşlarımızı derhal İstanbul’dan çekmek ve hemen Kafkas milletlerine müracaat etmek ve yukarıda bildirilen tedbirlere resmî ve gayri resmî ve fakat fiilî olarak başvurmaktır Bu hareket tarzına göre, iç ve dış ilişki kesilmelerinin ne zaman ve nasıl meydana geleceğini tahmin etmek mümkün değildir Fakat; işler bir defa bu yola girdikten sonra, ilişkilerin kesilmesi, her halde uzak görülmemelidir”
9 Şubat 1920 günü, Sadrazam Ali Rıza Paşa, Mebusan Meclisi’nde Kabine beyannamesini okur ve beyanname onaylanır Sadrazam, ayrıca, 14 Şubat’da bir genelge de yayımlayarak; “Meclis-i Mebusanda okuduğum ve büyük bir çoğunlukla onaylanarak hükümete güveni gösteren programın önemli noktalarından biri olduğu üzere, genel meclis toplanarak her türlü millî emellerin, hamdolsun, tek gerçekleştirme yeri olarak işe başladığına göre; kayıtlara bağlanmış hükümlerin her çeşit engeller ve tesirlerden arınmış olarak tam bir şekilde cereyan etmesi lâzım gelen memleket içinde, Meclisten başka yerde, millî irade adına konuşmaya ve istekler ileri sürmeye artık yer ve imkân kalmadığından; hükümet işlerine müdahale şeklinde her türlü işlerin ve hareketlerin cezayı gerektireceği duyurulur” der Mustafa Kemal Paşa, bu genelgeyi, “Ali Rıza Paşa’nın ve Kabinesinin gizli niyetlerini ve hayasızlığını gösteren bir vesika” olarak niteliyor ve şöyle değerlendiriyor: “Böyle bir tamime ne hacet vardı? Heyet-i Temsiliyeyi milletin gözünde küçük düşürmekten, onun cezaya çarptırılabileceğinden bahsetmekte ne fayda vardı? Eğer Heyet-i Temsiliye zaman zaman hükümetin dikkatini çekmeye lüzum görüyor idi ise, bu hareketinin ne kadar temiz ve yüksek maksatlarla olduğuna hâlâ şüphe edilebilir mi idi? Heyet-i Temsiliyeyi, dolayısıyla milletin birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmayı asıl hedef olarak benimseyen hükümet; Aydın, Adana, Maraş, Urfa, Ayıntap cephelerinde vuku bulmakta olan çarpışmalardan ise asla duygulanmış görünmüyordu Yabancı devletlerin, doğrudan doğruya kendi kabinelerine vuku bulmuş olan tecavüzünden müteessir olmuyordu Şunu da açık olarak zikretmeliyim ki; her türlü millî emellerin tek gerçekleşme yeri olan Meclis-i Millinin, Sadrazam Paşa’nın hamdolsun diyerek bahsettiği gibi; henüz işe başladığı da, maalesef, görülmüyordu”
Durumdaki bu gelişmeler üzerine; Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat’ta yayımladığı şu genelge ile, milletin dikkatini çekmeye lüzum görür: “Millî iradenin kanunî gerçekleştirme yeri olan Meclis-i Mebusanı açarak millî hâkimiyeti teyide muvaffak olan cemiyetimizin en mühim ve en esaslı vazifelerinden biri de, millî emellere uygun esaslar dahilinde, bir sulhun yapılmasına kadar, millî birliği muhafaza etmektir Cemiyetimizin her güçlüğü yenmesi ile, vatanî ve millî varlığı kurtarmak hususundaki kurtarıcı çalışmalarına, millî maksadın elde edilmesi ve gerçekleştirilmesine kadar, daha büyük bir azim ve imanla devamı gerekli bulunmakla; hayat ve beka esasından ibaret olan Millî Teşkilâtın, vatanın her köşesinde; genel ve yaygın bir surette oluşmasına eskisi gibi devam edilmesini bütün merkezî heyet ve idarelerden bir kere daha rica eder ve vurgularım”
Heyet-i Temsiliye ile Ali Rıza Paşa Kabinesi arasındaki ilişkilerin gerginleştiği sırada; İngiliz otoritelerinin gözlemleri de dikkate değer Örneğin; İngiliz Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, Lord Curzon’a gönderdiği 23 Şubat tarihli bir yazıda şöyle diyor: “  Anadolu’daki bütün hareketler, Mustafa Kemal Paşa tarafından millî hareketin parçaları olarak tertiplenmektedir Müttefiklere hücum edenler, yalnız muvazzaf askerler değil; ayrıca, milliyetçi çeteler de var Milliyetçiler, memleketlerine hiç de iyilik yapmıyorlar; kendi sultanlarına ihanet ediyorlar Halkın barış içinde yaşamasına engel olup müttefikleri kızdırıyorlar  Bizim aldığımız kararlara hürmet etmeyen yegâne halk, Türk halkıdır”
Nihayet; Ali Rıza Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın çok daha önceleri artacağını kestirdiği İngiliz baskısı karşısında; 3 Mart 1920 günü istifa eder “3 Mart ve 3/4 Mart gecesi İstanbul ile haberleşme ve orada vaziyeti anlamak ile geçti” diyen Mustafa Kemal Paşa yeni kabinenin yine Ferit Paşa tarafından kurulması ihtimaline karşı; 4 Mart günü, Heyet-i Temsiliye adına hem Meclis-i Mebusan Başkanlığına ve hem de Padişah’a birer telgraf çeker Meclis-i Mebusan Başkanlığına çekilen telgrafta şu hususlar göze çarpıyor: “  Aydın cephesinde mübarek vatanı istilâ etmeye çalışan düşmanla Kuva-yı Milliye çarpışmakta ve her karış toprağına sadık ve fedakâr evlâtlarının naaşlarını gömmektedir Hiçbir kuvvet, hiçbir salâhiyet, tarihin emrettiği bu vazifeden milletimizi men edemeyecektir Millî ve vatanî istiklâlimizin temini hususunda her fedakârlığa hazır bulunan milletimizin mukaddes heyecanını, ancak milletin tam itimadını haiz bir hükümetin işbaşına getirilmesi tatmin edebilir  ” Padişah’a çekilen telgraf ise, genelde, şöyledir: “İtilâf Devletlerinin istiklâl ve haysiyet bozucu tecavüzlerine ve mütareke hükümlerine aykırı müdahale ve hareketlerine daha ziyade dayanamayan Kabinenin istifası ile, yeniden yüce devletlerinde bir vekiller buhranı zuhur etmesi, milletin umumî efkârında derin bir heyecan yaratmıştır Meclis-i Millinin ekseriyet grubunda toplanan millî emel ve eğilimlerinin taraf-ı şahanelerince himayeye mazhar olacağına; bütün tebaa-yı hümayunları gibi, heyetimiz de emindir Ancak; dahilî ve haricî bin türlü ihtirasların çalkantıları ile, sükûn ve selâmeti tehdit altında bulunan memleketimizin, millî vicdanı temin edemeyecek bir kabine reisine hiçbir dakika tahammül edemeyeceğini ve, Tanrı korusun, böyle bir halin vukuu Osmanlı Devleti tarihinde görülmeyen acı olaylara sebep olacağını yüce makamlarına arz etmeyi hamiyet vazifesi sayarız” Paşa, bu kadarla da yetinmeyerek, çok önemli olaylarda yaptığı gibi; bu iki telgrafın birer suretini komutanlara, valilere ve bütün teşkilâta gönderir ve onlardan Padişaha ve Meclisi Mebusan Reisliğine bu yolda telgraflar çekilmesini ister Bunun üzerine; kendi sözleri ile “Verdiğimiz talimat çerçevesinde; memleketin her tarafından, milletin her makamından, 4/5 Mart gecesinden itibaren başlayan telgraf fırtınası, ayın beşinci ve altıncı günleri Padişah ve Meclisi Mebusan saraylarında istenilen tesiri yaptı”
6 Mart 1920 günü eski Bahriye Nazırı Salih Paşa’nın Sadrazamlığa getirildiği, Mustafa Kemal Paşa’ya çeşitli kanallardan duyurulur 7 Mart’ta, Mustafa Kemal Paşa, zaman zaman ortaya atılan “Ermeni kırımı” ile ilgili haberleri yalanlamak üzere; İstanbul’daki İtilâf Devletleri temsilcilerine ve Amerika Birleşik Devletleri Temsilcisi Amiral Bristol’a gönderdiği telgrafta özellikle şu hususları belirtir: “Mondros Mütarekenamesinin imzasından beri kesin barışın yapılmasını bekleyen milletimiz, ülkenin elde kalan kısımlarından en önemli parçaların çeşitli bahanelerle İtilâf Devletleri tarafından işgalini görmekle acı duymaktadır  Avrupa’ da olumsuz akımlar doğurmayı yararları gereği görenler tarafından Anadolu’da 20 000 Ermeninin öldürüldüğü hakkında çok iğrenç ve kesinlikle gerçek dışı haberler uyduruldu Bütün Anadolu’da itilâf Devletlerinden ve Amerikan Hükümetinden çeşitli kişiler ve haber alma kaynakları bulunduğu için, adı geçen haberlerin yabancı kaynaklarca inanılmaya değer görülmeyeceğini ummuş ve kesinlikle yapılmamış olan böyle uydurma bir kırımın yalanlanmasını bile gereksiz saymıştık Fakat; bugün, gerçek hallere ait bilgi edinmiş olmaları gereken önemli yabancıların da bu yalan haberlere inandıklarını ve hatta aynı sebeple bir an önce bir karara bağlanmasını ülkemiz için hayatî bir mesele saydığımız barışımızın geri bırakılacağını büyük şaşkınlık ve üzüntü ile görüyoruz  Maraş, Urfa ve dolaylarındaki çarpışmalar sırasında  iki taraf silâhlarının etkisiyle çeşitli unsurlara mensup halktan kayıplar verildiği herkesçe bilinmektedir Ancak; bu, bir Ermeni kırımı değil; Kilikya ve yöresine dışardan getirilen ve yerli halktan silâhlandırılan Ermeni askerlerinin kesinlikle sabırla karşılanması imkânsız bulunan saldırıları ve işgal kuvvetlerinin sebepsiz yere sürekli olarak işgal sahasını genişletmesi ve özellikle işgal kuvvetleri kumandanlarının, hırslı Ermeni askerinin İslâm halkı aleyhinde uyguladıkları saldırılar ve yolsuzluklara göz yummaları sonucunda yerli halkın sabrının taşması ve karşı koyması sonunda meydana gelen çarpışmaların tabiî bir neticesidir  İzmir’de yapıldığı gibi; bu uydurma Ermeni kırımı meselesinin de, milletlerarası bir yüce kurul eli ile acele olarak yerinde incelenmesi ve bütün dünyayı aldatmak için yaratılan bu kin ve hırs ürünü propagandaların niteliği hakkında medeniyet ve insanlık dünyasının bir kere daha aydınlatılması ve bu suretle haksızlığa uğramış Türk milletinin iğrenç ve alçakça bir suçlamadan arındırılması için, İtilâf Devletleri ile Amerikan hükümetinin adaletsever duygularına müracaat eyleriz”
İtilâf Devletleri kumanda kademesindeki generaller de, Türkiye’deki genel durum hakkında değerlendirmeler yaparak, gizli raporlar hazırlamakta ve bağlı oldukları makama vermektedirler 15 Mart 1920 tarihli böyle bir gizli raporda özellikle şu değerlendirmeler dikkati çekiyor: “  Siyasî Durum: Bütün siyasî kudret Milliyetçi Liderdedir Moral Durum: Halkın çoğu savaşlardan yorgundur Bununla beraber, vatanlarını korumak için müthiş bir şekilde savaşacaklardır İnsan: Bütün ordu birlikleri milliyetçilerle birleşmişlerdir Malzeme: Normal birlikler (iyi silâhlı, iyi besili) 3-6 ay dayanabilirler Haberleşme: Telgraf tesisi fena değildir Doğu ile batı arasında haberleşme vardır Erzurum, Van, Karakilise ve Bayazıt’ta, dört adet telsiz vardır Ulaşım: Ankara demiryolu Türklerin kontrolündedir Fakat, yakında malzeme sıkıntısı çekeceklerdir Bunlarda Ereğli kömürü ve odun, yakıt olarak kullanılmaktadır Motorlu araçları hiç yoktur At ve katır çok azdır Askerî Kontrol ve Teşkilât: Ankara, Sivas ve Erzurum’da, yeterli derecede organize olmuş durumdadırlar  Milliyetçi Hareketlerin Genişlemesi: İzmir, Trakya ve Adana gibi, Ermeni ve Avrupalı askerlerin baskı yaptıkları yerlerde özellikle artmaktadır Komşu Halk: Araplar, aynı dinden olan Türklere sempati gösteriyorlar Milliyetçi Hareket onlara tesir ediyor Fakat, Türklere yardım edecekleri sanılmıyor Kürtler: îki kısımdır Türkleri tutanlar, İngiliz ve Fransız etkisinde kalanlar Azerbaycan: Türklere sempati duyuyorlar Ermenilere çok teşekkür edilir ki, bunların ve Tatarların Türklerle birleşmesini önlüyorlar Psikolojik ve Hissî: İstanbul’un Türklerin elinde kalmasını isteyen Müslümanların düşüncesini anlamak çok zor Herhalde; Hindistan, Mısır, Arabistan, Afganistan, Mezopotamya, Suriye ve Azerbaycan’da üstün zümreyi teşkil eden Türkler, propaganda yapıyor olmalı Şüphesiz; mahallî hadiselerin esas sebebi, İzmir’e Yunanlıların çıkması; Ermenistan’ın kurulması fikri ve Adana’ya Hıristiyan askerlerin sokulması olaylarıdır Karakteristikleri: Türkler müthiş savaşçıdır, özellikle yurt savunmasında Ordudaki subaylar çok iyi yetişmişlerdir ve iyi organize olmuşlardır Milliyetçi çetelerin silâhları vardır, cephaneleri azdır Ulaştırma araçları hiç yoktur; buna rağmen, inanılmaz bir hareket kabiliyetleri vardır  Pasif Mukavemet ve Gerilla Tedbirleri: £aman, Mustafa Kemal’in lehinedir  Sonuç: Müttefikler hazır olmadıkları bir askerî durumla karşılaşabilirler Barış şartları bu memlekete barış getirmeyecek kadar ağırdır ”
16 Mart 1920, çok kritik ve hareketli bir gündür Önce, Yüksek Komiserlerin Sadrazam’a verdikleri “İstanbul’u işgal notası” sahnededir Bu notada, özetle, “  16 Mart sabahı saat 10 00’dan itibaren, İstanbul’un işgal edileceği; Mustafa Kemal Paşa ile, hareketin öteki liderlerinin Osmanlı Hükümetince derhal ret ve inkâr edilmeleri gerektiği; zira, bunların özellikle Kilikya olaylarından sorumlu oldukları; benzer olayların tekerrürü halinde, Türkiye ile imzalanacak barış şartlarının daha da sertleştirileceği; barış şartları kabul edilip uygulanıncaya kadar, İstanbul’un işgal altında kalacağı” belirtilir Bunu, İstanbul’un fiilen işgali izler Mustafa Kemal Paşa’nın “İstanbul felâketi” olarak nitelediği bu önemli olayı, o sırada mebus olarak İstanbul’da bulunan bir yazardan dinleyelim: “  Bu sabah, askerlerimiz uykuda iken, evvelâ, Şehzadebaşı’ndaki Müzika Karakolu’nu İngiliz askeri birdenbire basarak; uykudan uyanan askerimizle vukua gelen çatışma neticesinde, altı şehit ve onbeş yaralı verdiğimiz; zırhlılardan karaya asker çıkarıldığı; bazı dairelere ve köşelere müfrezeler ve en ziyade gidiş geliş olan bazı kalabalık yerlerde de damlar üzerine makineli tüfekler konulmakta olduğu; İngilizlerin, bir taraftan, zırhlılarını rıhtıma yanaştırıp Beyoğlu cihetiyle Tophane’yi işgal ettikleri; bir taraftan da, Harbiye Nezareti’ni işgal ederek ve Nezaret Telgrafhanesi’ne girerek telgraf tellerini kestikleri; biraz sonra da, Beyoğlu Telgrafhanesi’ne girerek müdür ve memurları kovdukları, orasının da işgal edilmiş olduğu anlaşıldı Neticenin ne olacağını kimse bilmiyordu Vekiller meseleden haberli değildi; saray, sükûnet içinde idi Belki, Padişah’ın bilgisi vardı  İstanbul işgal olunuyor; fakat, resmî makamlarda ve sarayda hiç telâş yok  Hiçbir teşebbüs ve tedbir yok Mecliste tevkiflerin başlayacağı haberi yayıldı Mustafa Kemal Paşa bize, bu ciheti üç dört gün evvel yazmış ve hemen Ankara’ya hareketimizi bildirmişken; biz bunu reddederek: Kaçmayacağız, sonuna kadar burada kalacağız, demiştik Fakat, ahval bunu göstermedi Şimdi kaçmak, Ankara’ya gitmek için düşünmeye başladık  ”
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un 16 Mart günü işgali haberini saat 10 00’da makine başında aldığı “Manastırlı Hamdi” imzalı şu telgraftan öğrenir: “Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Müzika Karakolu’nu İngilizler basıp, oradaki askerlerle müsademe ederek; neticede, şimdi, İstanbul’u işgal altına alıyorlar Bilgi için arz olunur” Paşa, durumu şöyle anlatır: “  Bu telgrafı verenden sormaya başladım Manastırlı Hamdi Efendi, sürekli olarak bilgi vermeye devam etti: Bizim en emniyetli pir arkadaşımız var ki,yalnız o değil, herkes,yani gelen söylüyor Şimdi de Harbiye’nin işgalini haber aldık Hatta, Beyoğlu Telgrafhanesinin önünde İngiliz askeri olduğunu; fakat, telgrafhaneyi işgal edip etmeyeceği bilinmiyor Bu arada, Harbiye Telgrafhanesi’nden memur Ali bilgi vermeye başladı: Sabah, İngilizler basarak, altı kişi şehit ve onbeş kadar da yaralı oldu Şimdi, İngiliz askerleri dolaşıyor Şimdi, işte, İngiliz askerleri Nezarete giriyorlar İşte içeri giriyorlar Nizamiye Kapısına Teli kes! İngilizler buradadır Tekrar Manastırlı Hamdi Efendi bizi buldu: Paşa Hazretleri, Harbiye Telgrafhanesini de İngiliz bahriye askeri işgal edip teli kestiği gibi, bir taraftan Tophane’yi işgal ediyorlar Bir taraftan zırhlılardan asker çıkarılıyor Durum, tehlikeli oluyor  Bir saate kadar burası da işgal olunacaktır Şimdi haber aldım efendim  ” Yıllar sonra; Mustafa Kemal Paşa, bir kadirşinaslık örneği oluşturan şu değerlendirmeyi yapacaktır: “  Bu hamiyetli ve cesur Manastırlı Hamdi Efendi olmasa idi; İstanbul felâketinden kim bilir haber almak için ne kadar beklenti içinde kalacaktık İstanbul’da bulunan nazır, mebus, kumandan, teşkilâtımız mensupları içinden bir kişi çıkıp, vaktiyle bize haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor Demek ki, hepsini heyecan ve helecan kaplamıştı  Telgraf memuru Hamdi Efendi, daha sonra Ankara’ya gelerek, karargâhımız telgraf memurluğunu yapmıştır Kendisine borçlu olduğum teşekkürü burada açıkça ifade etmeyi millî ve vatanî vazifelerimden sayarım  ”
Mustafa Kemal Paşa, aynı gün millete yayımladığı beyannamede, özellikle şu hususları belirtir: “itilâf Devletlerinin şimdiye kadar memleketimizi taksime yol bulmak için teşebbüs ettikleri muhtelif tedbirler malûmdur, ilk olarak; Ferit Paşa ile uyuşarak, milleti müdafaasız bir halde yabancı idaresine esir etmek ve memleketin muhtelif önemli kesimlerini galip devletlerin sömürgelerine ilâve eylemek düşünülmüştü Kuva-yı Milliye’nin millî genel yardımla istiklâlin müdafaası hususunda gösterdiği azim ve metanet, bu tasavvuru altüst etti ikinci olarak; Kuva-yı Milliye’yi kandırmak ve onun müsaadesi ile, Şarkta bir üstünlük siyaseti takip etmek için, Heyet-i Temsiliye’ye müracaat edildi Heyet, milletin istiklâlini ve ülkenin bütünlüğünü temin etmedikçe ve özellikle işgal sahalarının boşaltılmasına teşebbüs olunmadıkça; hiçbir şekilde müzakereye yanaşmadı Üçüncü olarak; Kuva-yı Milliye ile işbirliği eden hükümetlerin davranışlarına müdahale etmek suretiyle, millî birliği sarsmak; haince muhalefetleri teşvik etmek ve cüreti arttırmaya yöneltmek yolu takip olundu Millî birliğin teşkil ettiği sağlamlık ve dayanışma karşısında, bu saldırmalar da eridi Dördüncü olarak; memleketin kaderi hakkında endişe yaratan kararlar verildiğinden bahsolunmak suretiyle, umumî efkârın tazyikine başlandı Namus ve memleket müdafaası uğrunda; her fedakârlığı göze almış olan Osmanlı milletinin azim ve iradesi önünde, bu tehditler de fayda vermedi Nihayet; bugün, İstanbul’u zor kullanarak işgal etmek suretiyle; Osmanlı devletinin yediyüz senelik hayat ve hâkimiyetine son verildi Yani, bugün, Türk milleti, medenî kabiliyetinin, hayat ve istiklâl hakkının ve bütün istikbalinin müdafaasına davet edildi, insanlık dünyasının beğeni ile bakması ve islâm âleminin kurtarılması, halifelik makamının yabancı tesirlerden kurtarılmasına ve millî istiklâlin yüce geçmişimize lâyık bir iman ile müdafaa ve teminine bağlıdır Giriştiğimiz istiklâl ve vatan savaşında, Tanrı’nın yardım ve iyiliği bizimledir ” Ayrıca; Mustafa Kemal Paşa, Türkiye içinde ve dışındaki yabancı otoritelere, Antalya’daki İtalyan Temsilciliği vasıtası ile, şu protestoyu göndermeyi de ihmal etmez: “İstanbul’da bütün resmî daireler, millî istiklâlimizi temsil eden Meclis-i Mebusan da dahil olmak üzere; itilâf askerî kuvvetleri tarafından resmen ve zor kullanarak işgal edilmiş ve millî emeller dairesinde hareket eden birçok vatanperver kimselerin tevkifine de teşebbüs olunmuştur Osmanlı milletinin siyasî hâkimiyet ve hürriyetine yöneltilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini, ne pahasına olursa olsun, müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade; yirminci medeniyet ve insanlık asrının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi, bugünün insan cemiyetlerine esas olan bütün ilkelere ve bu ilkeleri vücuda getiren insanlığın umumî vicdanına dönüktür Biz, hukukumuzu ve istiklâlimizi madafaa için giriştiğimiz savaşın kutsallığını biliyoruz ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşamak hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast teşkil eden ve Wilson prensiplerine dayanan bir mütarekenin, milleti müdafaa çarelerinden tecrit etmiş olmasından doğan bir hileye de dayalı bulunması sebebiyle, ait oldukları milletlerin şeref ve haysiyeti ile de bağdaşmayan bu hareketin mahiyetinin takdirini, resmî Avrupa ve Amerika’nın değil; ilim, irfan ve medeniyet Avrupa ve Amerikasının vicdanına bırakmakla yetiniyor ve bu hadiseden doğacak büyük tarihî sorumluluğa son defa bir daha genel dikkati çekiyoruz Davamızın meşruluğu ve kutsallığı, bu güç zamanlarda, Tanrı’dan sonra, en büyük desteğimizdir”
Aynı gün, İstanbul’da, Meclis-i Mebusandan bir heyet Padişah’ı ziyaret eder Heyet ile Padişah arasında, tarihî olduğu kadar, ilginç de denebilecek şöyle bir görüşme olur: “  Görüşmeler çok kısa sürmüştü Heyet azalan fikirlerini açıkça söylemişlerdi  Padişah: Yabancılar her şeyi yapacak durumdadırlar Meclis-i Mebusan müzakerelerinde sözlerinize fazlaca dikkat etmelisiniz Bir mebus (Hoca Vehbi Efendi): Efendimiz, Anadolu birlik halindedir Hem vatanımızın istiklâlini ve hem de makamınızı ve sizi kurtarmaya azmetmiştir Padişah: Tok,yok Hoca! Sözlerinize dikkat ediniz Fiilî hadiseler meydandadır Akü için yol birdir Diğer bir Mebus (Abdülaziz Mecdi Efendi): Düşmanlarımızın, burası (eli ile denizi göstererek) su kenarı olduğu için, zorları geçer Anadolu’da millet tek vücut ve pulat gibidir, azimlidir Padişahım, müsterih olunuz, millet sonuna kadar mücadele edecektir Padişah: Hoca dikkat ediniz İsterlerse, yarın Ankara’ya da giderler Bir başka mebus (Hüseyin Rauf Bey): Padişahım, millet, hudutları dahilinde istiklâlini ve makamınızı kurtarmaya azmetmiştir Millet, sizden bir muahedeye imzanızı koymamanızı istirham ediyor Aksi takdirde, akibeti çok korkunç ve karanlık görüyorlar Siz, kuşatılmış durumda olduğunuz için, imza etmeye mecburiyetiniz de yoktur Bu sözler üzerine birdenbire ayağa kalkan Padişah şu cevabı vermişti: Bir millet var, koyun sürüsü; bir çoban lâzım, o da benim  ”
Mustafa Kemal Paşa, 17 Mart’ta yayınladığı, “Heyet-i Temsiliye’nin bilgi ve onayı olmadıkça; hiçbir makam ve hiçbir memur, İstanbul ile muhabere etmeyecektir  ” şeklindeki bir genelge ile, İstanbul ile haberleşmeyi kontrol altına alır Paşa’nın 16 Mart’tan sonra, aldığı daha birçok tedbir vardır Örneğin; kendi sözleri ile, “Eskişehir ve Afyonkarahisar’daki yabancı kıtaların silâhtan tecridi veya uzaklaştırılması; Geyve ve Ulukışla civarlarında demiryolu hatlarının tahribi  Bu tedbirler arasında en önemlisi, olağanüstü yetkileri haiz bir meclisin Ankara’da toplanmasını temin hususundaki millî ve vatanî vazifemize ait karar ve bu kararın tatbiki teşkil eder” Paşa, 19 Mart’ta, bu kararı ve uygulama şeklini gösteren bir genelge yayımlar
16 Mart sonrası olayların gelişim biçimi, İtilâf Devletlerinin umdukları gibi olmayınca; Salih Paşa Kabinesi, Kuva-yı Milliye’ye karşı başarısız görülerek, 2 Nisan’da istifa etmek zorunda bırakılır Padişah, İngilizlerin isteği üzerine; Damat Ferit Paşa’yı yeniden Sadrazamlığa getirmeye karar verir Bu kararın çok zararlı olduğunu belirten Meclis Başkan Vekiline, Padişah, “Ben istersem Rum Patriki’ni de getiririm, Hahambaşı’nı da getiririm” der ve “Getirirsiniz ama, faydası olmaz” yanıtına da “Ben böyle karar verdim  ” cevabını verir Ferit Paşa, 5 Nisan 1920’de, kabineyi kurar
Mustafa Kemal Paşa, artık, İstanbul’u bir kenara itmiştir Bütün dikkati, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulması, cephelerin durumu, ayaklanmaların bastırılması, vb büyük sorumluluk yükleyen ve yönetim becerisi gerektiren olaylara yöneliktir Bu arada; daha birçok konuyu da düşünmek durumundadır Örneğin; kendisinin insanca davranışlara ulusal değerler bakımından ne kadar duyarlı olduğunu gösteren ve bütün üst kumanda makamlarına yazılan 13 Nisan tarihli şu belge, gerçekten anlamlıdır: “Gerek askerî birlikler ve gerek Kuva-yı Milliye tarafından esir edilen düşman askerlerinin hayatlarının muhafazasına fevkalâde itina edilmesi talep olunur Milletimizin fertlerine en ağır tecavüzler yapan katiller bile, esir edildiği vakit, intikam hissine kapılınmayarak (bunların) hayatlarının muhafazasını behemahal temin etmelerini bütün amirlerden rica ederiz Esirlerin, hastalık sebebiyle bile olsun, elimizde vefat etmeleri, dinî ve millî âdetlerimize muvafık düşmedikten başka; vatanî menfaatlerimizi esaslı surette yaralar Bütün birliklere ve bütün Kuva-yı Milliye Teşkilâtına bu öğütlerimizin hakkıyla anlatılmasını rica ederiz”
Mustafa Kemal Paşa’yı, Büyük Millet Meclisinin toplanması bakımından en çok meşgul eden sorun, kendi sözleri ile, “  Düzce, Hendek, Gerede gibi, Bolu bölgesine dahil mevkilerden başlayıp; Nallıhan, Beypazarı üzerlerinden Ankara’ya yaklaşmak istidadını gösteren irtica ve isyan dalgaları olmuştur Ben, bir taraftan, bu dalgaların durdurulmasına çalışırken; bir taraftan da, Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu henüz gereği kadar kavramamış bulunan mebusları dehşete düşürecek manzaralar karşısında bırakmamak ve bu gibi durumları özellikle Meclisin toplantıya muvaffak olamaması gibi korkunç ihtimallere meydan vermemek çarelerini düşünüyordum Nihayet; gelebilmiş mebuslarla yetinerek, Meclisin Nisanın 23 Cuma günü açılmasına karar verdik  ” Bu karar, o günlerin duygu ve düşüncelerine ne derece uymak zorunda bulunulduğunu gösteren ve “Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal” imzasını taşıyan 21 Nisan 1920 tarihli bir genelge ile, sivil ve asker bütün otoritelere bildirilir Paşa, ayrıca, 22 Nisan’da yayımladığı kısa bir genelge ile de, “  23 Nisan gününden itibaren, bütün mülkî ve askerî makamların ve milletin müracaat yerinin Büyük Millet Meclisi olacağını  ” belirtir
|