Yalnız Mesajı Göster

Atatürk Görüşleri ( Özet )

Eski 10-10-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Atatürk Görüşleri ( Özet )



Mustafa Kemal Atatürk'ün Anıları

Atatürk'ün Son Cumhuriyet Bayramı
Yoksul Kelimesini Beğenmedim
''Kumandanın Atı Kaçmaz, Kovalar!''
Müsaade Buyurursanız Bendeniz de Masadan Kalkayım Efendim
''Atatürk'ün Bir Eri Takdir Etmesi''
Yeni Okullar
Bundan Ötesi Eğitim Meselesi
Bir Okul Ziyareti ve



Atatürk'ün Son Cumhuriyet Bayramı

Cumhuriyet bayramlarının günlerini ve gecelerini sabahlara kadar ayakta geçiren o zevkli, keyifli ve neşeli Atatürk, hayatının son Cumhuriyet Bayramı'nın gününü ve gecesini Dolmabahçe Sarayı'nın bir odasında ölüm döşeğinde geçirdi Süzülmüş, takatsiz ve solgundu Artık günleri değil, saatleri sayılıydı Kesik kesik konuşuyor, yanındakiler de onu oyalayacak laflar söylüyorlardı Bir aralık pencereden bol bir ışık aksetti Elektriklerle donanmış bir Boğaziçi vapuru, sarayın rıhtımına yanaşacak kadar yaklaşmıştı Alkışlar, ölümün kanat gerdiği bu hüzünlü odanın matemli havasını dalgalandırdı "Üniversite gençleri tebrike gelmişler" dediler İşaret etti, kollarına girildi Pencere kenarındaki koltuğa oturtuldu Ayağa kalkmak istedi, kaldırıldı

Eliyle vapurdakileri selamladı Görüldü mü, sezildi mi bilmiyorum Vapurda bir alkış tufanıdır koptu Yaşa sesleri göklere yükselirken vapur da hareket etti "Dağ başını duman almış"ın ilk nağmelerini işiten Atatürk yanındakilere döndü Cansızdı fakat gözlerinde zekanın ve iradenin ışıkları parlıyordu Fütursuz ve teessürsüz bir sesle gençlere işiteceklermiş gibi: "Bu bayramlar ve yarınlar sizindir, güle güle" dedi Atatürk yatağına yatırıldı Kılıç Ali'yi sert bir öksürük tuttu, dışarıya fırladı Ben de çıktım

Hemşehrisi, kızları, arkadaşları, adamları için için ağlıyorlardı Ben de onların arasında idim



Yoksul Kelimesini Beğenmedim

Yoksul Kadınları Himaye Cemiyeti idare heyeti Ankara Ordu Evi'nde ''Analar Sofrası'' adıyla bir gece tertiplemişti Buna davet edilmiş olan Atatürk ''Analar Sofrası'nın'' şeref yerine oturdu Büfeyi açtıktan sonra cemiyet reisine sordu:

- Cemiyetinizin adı nedir?

- Yoksul Kadınları Himaye Cemiyeti,

- Yoksul kelimesini beğenmedim Türk kadınına yakışmayacak bir sıfat

- !

- Cemiyetinizin adını ben koyuyorum ''Kadın Esirgeme Kurumu'' deyiniz Bu teklif bütün hazır bulunan analar ve kadınlar tarafından derin bir zevkle ve alkışlarla kabul olunmuştur



''Kumandanın Atı Kaçmaz, Kovalar!''

Mahmut Bey kardeşim anlatıyor:

Atatürk at yarışlarını pek severdi

O haftaki koşulara yanlarında İnönü de olmak üzere maiyeti ile birlikte gitmişti Ata'nın koşulara şeref vermesi halk tarafından içten gelen sevgi ile karşılanırdı Atatürk neşeli olduğu zamanlar güvendiği hayvanlardan biri için bilet aldırır, kazanırsa isabetinden dolayı gurur ve sevinç duyardı O hafta da seçeceği hayvanı merakla bekliyorduk Biraz sonra Ata'nın yanına zamanın kumandanlarından bir albay geldi Sert bir selâmdan sonra:

- Atam; bugün bendenizin yetiştirdiği atlardan biri koşacak, neticeden ümitvarım, arzu buyurursanız bu hayvan için bir bilet alın, kulunuza büyük bir şeref bahşedersiniz! dedi

Atatürk, albayı yukarıdan aşağıya süzdü İnönü'ye:

- Paşam, dedi Bu at için siz de birkaç bilet alın Buna İnönü:

- Efendim, bu hafta siz oynayıp kazanın, ben de haftaya oynar, kazanırım şeklinde bir cevap verdi

Ata, yaverine döndü:

- Bana bu at için 100 liralık bilet alın

Albay teşekkür etti selâm verdi ve kenara çekildi

Biz de heyecan ile o koşuyu beklemeye başladık Birkaç dakika içinde 13 numaralı hayvana 100 liralık bilet alındığının, sıra ile başların bize dönmesinden bütün sahaya yayıldığını anladık Fakat netice ne oldu bilir misiniz ? Bizim at 13 numara sırasını bozmak istemiyormuş gibi en geride, 13'üncü geliyor Çok geçmeden Ata, albayı buldu Yüzü gerilmiş bir vaziyette:

- Albay bu ne? Ne halt ettin?

O, kıpkırmızı kulaklarından kan fışkıracak sanki önüne bakıyor Gözlerinden hiçbir şey kaçırmayan Atatürk beni farketti ve:

- Baytar yine ne var?

Diye sordu Fırsatı yakalamıştım Hemen:

- Paşam siz albaya kızarak onu sakın hırpalamayınız Bilâkis onu mükâfatlandırın, tebrik edin! Çünkü ''kumandan atı kaçmaz, kovalar'' İşte onun hayvanı da diğerlerini önüne katarak yarışı bitirdi!

Cevabını verdim

Biraz evvelki yakan gözler, sertleşen yüz adaleleri yerini eski hatıraların tatlı gülüşüne bıraktı Albayı bu suretle dehşetli bir azar yemekten kurtarmış oldum



Müsaade Buyurursanız Bendeniz de Masadan Kalkayım Efendim

Sarayda Atatürk'ün başkanlığında dil meselesi hakkında bir toplantı vardı

Dil uzmanlarımız, profesörlerimiz, gazete baş yazarları büyük masanın etrafında oturmuşlardı Besim Atalay ve arkadaşlarının tezi görüşülüyordu: Tedrici tekâmülü bir yana bırakıp imâl edilmiş kelimeleri bir hamlede, dilin bünyesine sokmak Hamleden, bir hamlede ilerlemekten büyük bir zevk ve şevk duyan Ata, bu tezi benimsedi ve herkese sordu:

- Bu olabilir mi?

- Hay hay, dediler

Ata, Yunus Nadi Beye döndü:

- Siz ne dersiniz?

- Bendeniz olmaz derim, efendim

- Öyle ise siz bu masanın başından kalkınız, Nadi Bey

Nadi Bey masadan kalktı Atatürk Falih Rıfkı Beye sordu:

- Sen ne dersin?

- Bendeniz de olmaz derim, efendim

- Öyle ise sen de masadan kalk

Falih Rıfkı Bey kalktıktan sonra Atatürk, Necmettin Sadak'a döndü:

- Sizin fikriniz nedir, Necmettin Bey? Necmettin Sadak doğruldu:

- Müsaade buyurursanız bendeniz de masadan kalkayım efendim



''Atatürk'ün Bir Eri Takdir Etmesi''

İran Şahı Pehlevî Balıkesir'de Onunla beraber merasim kıt'alarınıı dolaşıyorlar Her sınıftan bir bölük görüyorlar Sıra benim makineli bölüğe geldi

Daha evvel askere öğretmiştim ''acemi'' kelimesini kullanmayacaklardı, bunun yerine ''yeni asker'' diyeceklerdi Çünkü ''acemi'' tabiri İranlılara hakaret olurmuş

Önde Şah, hemen yanında Ata, biraz arkada da ben, bölüğün yanından geçmeye başladık ve nihayetteki yeni satın alınan bir kır katırının önünde durduk

Er, tekmile başladı:

- Adım Mehmet oğlu İbrahim, memleketim Ayvacık, hayvanın numarası 341, ısırmaz, tepmez, adı

Derhâl aklına geldi Hayvan yeni olduğu için erler ona (Acemi) ismi vermişlerdi

Ere, elimi göğsüme koyarak dikkat etmesini işaret ettim Bana baktı biraz durdu ve cevap verdi:

- Adı Yüzbaşıdır, komutanım

Şah farkına varmadı, yürüdü Büyük adam durdu Kulağıma:

- Bu hayvanın hakikî ismi nedir? dedi

- Acemi'dir, Paşam dedim

İbrahim'e baktı, onu süzdü Yanağını okşadı ve emir verdi:

Bu çocuğa bir ay izin verin Yaverden yol harçlığını alırsınız, dedi ve ayrıldı



Yeni Okullar

Cumhuriyetin ilanından tam bir yıl sonra Erzurum'da bir deprem felaketi yaşandı Hemen herkes harekete geçti ve vatandaşlara yardımcı oldu İstanbul Hilmi Kitabevinin sahibi Hilmi Bey ise, kitap gönderdi; depremden zarar gören çocuklara yardım olsun diye Bu Atatürk'ü çok memnun etti ve hemen, 8 Ekim 1924'te, Kitapçı Hilmi Beye bir telgraf çekti: ''İstanbul'da Babıali Caddesi'nde Kitapçı İbrahim Hilmi Bey'e; Erzurum yer sarsıntısında felakete uğrayanların çocuklarına armağan buyurduğunuz kitaplar dolayısıyla çok teşekkür ederim Yurdun bilim ve kültürü için bu olay nedeniyle gösterdiğiniz ilgiyi değerli buldum Bilim ve kültür ile donatılan bir kavimin her türlü felakete, doğadan gelse bile çare bulabileceğine işaret eden bu konudaki bağışınız bütün ulusça övgüye yaraşır anlamdadır''

Bir kitap yardımı karşısında heyecanlanıp harekete geçen Mustafa Kemâl, devletin bütün imkanlarını eğitim içirı harekete geçirdi Tek isteği genç Cumhuriyete okullaşma heyecanı yaşatmaktı Kurtuluşla birlikte başta Ankara olmak üzere yurdun dört bir köşesine birer meşale gibi okullar dikilmeye başlandı Kurtuluş savaşı sonrasında Ankara'da 1923'te açılan ilk yüksek okul, Harp okulu oldu Tıpkı Batılılaşmaya askeri okullar açarak başlayan Osmanlı İmparatorluğunda olduğu gibi Onu 1925 yılında kurulan Leyli Hukuk Mektebi izledi Henüz medeni kanun alanında bir değişiklik yoktu ama bir Hukuk Mektebi açılmıştı bile

Ankara'da yüksek okulların sayısı hızla arttı 1925 yılında Musiki Muallim Mektebi, 1927'de Gazi Orta Öğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsü kuruldu Bu hızlı okullaşma kısa sürede Ankara'yı bir kültür merkezi haline getirdi Okullaşma bütün hızıyla sürerken giderek çeşitlenmeye başladı, 1933 yılında, Türkiye tarımının geliştirilmesinde büyük umutlar bağlanan Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü faaliyete geçti Bu Enstitü 1948 yılında Ankara Üniversitesi'ne bağlandı ve Ziraat Fakültesi adını aldı Zamanla tabiî ilimler, veteriner, ziraat sanatları ve orman bölümleri oluştu

1934 yılında Milli Musikî ve Temsil Akademisi yine Ankara'da kuruldu Böylece bugünkü konservatuarın temeli atıldı 1935 yılında, İstanbul'daki Mülkiye Mektebi'nin adı Siyasal Bilgiler Okuluna çevrildi ve Ankara'ya taşındı, Aynı yıl Ankara'da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi açıldı 1925 yılında kurulan Ankara Hukuk Mektebi de Hukuk Fakültesi adını aldı 1937 yılında Ankara'da bir Tıp Fakültesi kurulması kararlaştırıldı ancak savaş çıkınca fakültenin kuruluşu 1945'e kaldı Aynı problem Ankara'da açılması kararlaştırılan Yüksek Teknik Okulu'nun da başına geldi 1943 yılında Ankara'da Fen Fakültesi kuruldu



Bundan Ötesi Eğitim Meselesi

Atatürk'ü Milli Mücadele ve Cumhuriyet döneminde en yakından izleyen isimlerden biri gazeteci yazar Falih Rıfkı Atay oldu Daima Atatürk'ün Sofrası'nda yer alan Atay, adetâ o döneme tanıklık etti Yapılan işleri yakından izledi ve dönemin havasını aktaran en iyi yazarlar arasında yer aldı, Atay'a göre Atatürk, medeni kanunu kabul edip laik anlayışı hakim kıldıktan sonra bütün ağırlığını eğitime verdi:

''Cumhuriyetin kuruluş devrinde bir asırdan beri devam eden medeniyet mücadelesinin kesin zaferi medeni kanun ve laiklikle kazanılmıştır Türk milletinin bir 20'inci yüzyıl topluluğuna doğru tekamül etmesi için, artık hiçbir engel kalmamıştı Bundan ötesi eğitim meselesi idi''

'' Biz ilim kafasıyla bilmiyorduk Tefekkür kafası ile düşünüyorduk Fakat tanzimattan beri hiç olmazsa mukayese yapma imkanları elde etmiştik Bir karar vermek lazımdı Bu kararı veremiyorduk Mustafa Kemal bu kararı vermişti 3 Mart 1924'te Hilafeti kaldırdı Aynı yıl Nisan ayında Şeriye Mahkemeleri kalktı, adalet birliği sağlandı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile öğretim birliği kuruldu Şeriye Vekalet kaldırıldı 1925 Ağustos'unda şapka devrimi, 1925 yılının Kasım ayında tekkelerin kapatılması, bir yıl sonra da medeni kanunun kabulü; nihayet 1928'de Anayasa değişikliği ile devletin laikleştirilmesi ve yine aynı yıl latin yazısının kabul edilmesi Demek ki ''inkılap devri'', Cumhuriyetin ilanını başlangıç olarak alırsak 29 Ekim 1923'ten 3 Kasım 1928'e kadar 5 yıl sürmüştür Ondan sonra bütün iş yeni düzeni bütün topluluğa sindirmekte idi Bu da Türkiye halkını yüzde yüz müspet ilme dayalı ilk eğitim terbiyesinden geçirmeye bağlı idi Bizler Tanzimattan beri çok zaman geçtiğini sanırdık İlk öğretim ve eğitimi görmeyen köy için Tanzimat gelmemiştir bile''

'' Hiçbir devlet kurucusu Atatürk kadar 'eğitim konusunun hayati önemi' üzerinde durmamıştır 'Cumhurbaşkanı olmasaydım Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim', diyen O'dur



Bir Okul Ziyareti ve

Atatürk'ün en büyük zevklerinden biri okulları ziyaret edip, öğrencilerle konuşmaktı Bu sayede verilen eğitimi inceleme, Cumhuriyeti emanet edeceği gençlerin düşüncelerini öğrenme fırsatı bulurdu Öğrenciler arasındayken adeta gençliğini yaşar, kendini yenilenmiş hissederdi

1933 yılının Haziran ayında Ankara Erkek Lisesi'ne ziyareti de bunlardan biriydi Ankara Erkek Lisesi, Numune Hastanesi'nin karşısındaki tepenin üzerinde şimdiki Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nin arkasındaki Ankara'ya hakim olan tarihi bir binadaydı Okulun tatile girmesi için artık gün sayılıyordu Lise son sınıf öğrencileri bakalorya denilen bitirme sınavlarının heyecanı içindeydiler

O sıcak Haziran gününde Atatürk yanına Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'i, Nuri Conker'i, Ali Kılıç'ı, Başyaverini ve Afet İnan'ı alarak öğleye doğru Ankara Erkek Lisesi'ne gitti

Aslında bu tarihi binaya ilk gidişi değildi Yıllar öncesini anımsadı 27 Aralık 1919'da Sivas'tan Ankara'ya ilk geldiği zaman gaz lambalarının aydınlığında halka burada seslenmişti O yüzden bu binayı çok seviyordu Bir süre Milli Eğitim Bakanlığı da çalışmalarını bu binada sürdürmüştü

Herkes büyük bir heyecanla Çankaya'dan gelen misafirleri karşıladı Atatürk, tarih sınavının yapıldığı salona girmek istedi Tarih öğretmeni Samih Nafiz Tansu'ydu Sınavda tarih öğretmeninin yanı sıra çeşitli yerlerden gelmiş mümeyyizlerde bulunuyordu

Heyet sınav salonunda yerini aldı ve sınav başladı Olay sıradan bir sınav olmaktan çıkmıştı Artık sınavı yapacak olan hocaları değil, ülkenin tarihini yeniden yazan bir ''Önder'' di Öğrenciler ellerinde hazırladıkları tezlerle sınav salonundan tek tek içeriye girmeye başladılar Atatürk tezlere bakıyor sonra da öğrencilere sorular soruyordu

O gün sınava giren öğrencilerden birinin adı Aydın'dı Tezini verdikten sonra Atatürk sordu, Aydın yanıtladı Harita üzerinde açıklamalarda bulundu Atatürk aldığı yanıtlardan son derece memnundu Tarih önemli bir konuydu O'nun için Cumhuriyet gençlerinin de tarihi iyi özümsemesi ve tahlil etmesi gerektiğine inanıyordu Şimdi karşısında bu inancı gerçekleştirmiş bir lise öğrencisi duruyordu Soruları bitince Aydm'la konuşmaya başladı:

- Sen ne olmak istiyorsun?

- Su mühendisi Paşam

- Herkes su mühendisi olabilir, seni tarihçi yapalım ne dersin?

- Ailece böyle karar verdik, bunu değiştirmek için anne ve babamın rızasını almak lazımdır Paşam

- Aferim; bravo Aydın, pekiyi O halde onlarla görüş, benim teklifimi de söyle, sonra gel Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey'e kararını bildir

Aydın heyecanla dışanya çıktıktan sonra Atatürk, Milli Eğitim Bakanı'na döndü ve ''Bravo bu çocuğa, bu daha şimdiden öğretmen olmuştur, insan onu güvenerek bir orta okula öğretmen olarak gönderebilir, bu çocuğu takip edelim'' dedi Bunun üzerine Milli Eğ tim Bakanı Aydın'ın bir takdirnameyle ödüllendireceğini söyledi Atatürk itiraz etti; ''Takdirnameden ne çıkar, daha başka bir şey yapmalı, tahsile göndermeli, Amerika'ya gönderip çocuğun çalışmasına bir değer katalım'' dedi

Atatürk çok keyiflenmişti, o gün geç saatlere kadar Ankara Erkek Lisesi'nde kaldı

Akşam Dışişleri'nin Ankara Palas'ta Balosu vardı Saat ilerleyince bu balo hatırlatıldı Atatürk'e Atatürk okulda öğrenci ve öğretmenlerle kalmayı tercih etti O gün 50'ye yakın öğrencinin sınavına girdi Tarih öğretmeni Samih Bey'e de teşekkür etti

Cevaplarıyla Atatürk'ü sevindiren ve Türkiye'nin geleceği açısından umutlandıran Aydın, Atatürk'ün arzusuyla yüksek öğrenimini tamamlamak için Amerika'ya gönderildi 1942 yılında Amerika'da Harvard Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı Sonra Türkiye'ye döndü Bilim Tarihi dalında Dünya'da ilk doktora derecesini alan Aydın Sayılı o gün Atatürk'ün sorularına eksiksiz cevap veren Ankara Erkek Lisesi öğrencisi Aydın'dan başkası değildi Ordinaryüs Prof Dr Aydın Sayılı Cumhuriyetin yetiştirdiği bir bilim adamı olarak, hep Cumhuriyet için yaşadı

Alıntı Yaparak Cevapla