Prof. Dr. Sinsi
|
Atatürk - Din Ve Laiklik
Tüm bu gelişmelerdeki amaç, bir yandan devletin üzerinden dinin ve vesâyetini kaldırmak, diğer yandan da bireyin üzerinde yobazın, bağnaz kişilerin baskı unsuru olmasını önlemekti Böylece, Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin bu karakteristik yasaları ulusun yararına, mutluluğuna ve çağdaşlaşmasına yönelik ve bir insan ömrünü çok aşan gerçekçi atılımlardı Bu girişimler zincirinde laiklik bağımsız - eski deyimiyle müstakil - bir ilke olmakla beraber, tüm Türk Devriminin dayanağı ve genel bir niteliği durumundadır Bizi burada ilgilendiren, çeşitli ülkelerde laikliğin anlayış, uygulanış biçimleri değil, bizzat Atatürk'ün Türkiye Laik Devleti, Laik Hukuku ve Laik Eğitimiyle neyi vurgulamak istediğini yine O'nun söylev, demeç ve tutumları içerisinde kalarak anlamaya çaba göstermektir Böylelikle, Atatürk döneminden sonra, kişisel veya yanlı yorum ve açıklamalarla saptırılarak kavram kargaşasına itilen laikliğin tanımına daha gerçekçi bir yaklaşım getirmiş oluruz
Atatürk, sahip olduğu dünya ve İslâm tarihi kültürüyledir ki, gerçek dinle bâtıl, yani boş inançları, hurafeyi, iyi ayırıp tanımlamasını yapmış ve yeri geldikçe de bu konularda toplumunu aydınlığa çıkarma yollarını atamıştır Sahte dindarlığa, din bezirgânlığına karşı ulusunu uyanık tutmak için pek çok vesile ile konuşmuştur Atatürk'ün din hakkındaki görüşleri açık, kesin ve nettir O, şöyle diyor:
''İnanıp bağlanmakla, mutlu olduğumuz İslâm dinini, yüzyıllardanberi alışageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz Kutsal ve tanrısal olan inançlarımızı ve vicdan işlerimizi karışık ve değişik olup her türlü çıkarlarla hırsların kıpırdanışlarından bir an önce ve kesinlikle kurtarmak ulusun bu dünyada olduğu gibi öteki dünyada, da mutluluğunun gerektirdiği bir sorumluluktur; ancak böylelikle İslâm dininin yüceliği belirmiş olur "
Samimî dindar kişi ile çıkarcı yobaz farkını gayet iyi değerlendiren Atatürk, laiklikle dinin din duygusu ile inanç ve ibadet alanının asla zedelenmiyeceği tersine manevî bakımdan içtenlikle, yücelik kazanacağını iyi biliyordu Bundan ötürüdür ki, Atatürk psiko-sosyal ve kültürel bir içeriği olan laikliği aşıklarken bu noktayı, aşağıdaki sözlerinde görüleceği üzere titizlikle belirtiyordu :
''Laiklik prensibinde israr ediyoruz Çünkü, millî iradenin, insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en mukaddesi (kutsalı) olan da hürriyeti (özgürlüğü) ancak lâiklik prensibine bağlanmakla korunabilir "
Atatürk'ün baştanbaşa, kahramanlıklar, başarılarla, dolu hayatında mutlaka kötüleyecek bir tarafı keşfetme çabasında bulunanlar, onun laiklik hususunda gösterdiği titiz tutumdan dolayı rahatsızlık duyarlar İslâmın ruhunun laikliğe uygun olmadığını söyleyenlerin bir bölümü teokratik zihniyetteki aşırı tutuculardır Diğerleri ise, din ve İslâm'a karşı olan Komünist düşünceye sahip olanlardır Bu her iki kutup içinde bulunanların ise, hiçbir biçimde özgür düşünceye yer vermeyen totaliter anlayışta oldukları iyi bilinir Konuya daha da açıklık getirebilmek için diyebiliriz ki; inanç özgürlüğü ile din ve düşünce bağnazlığı arasında daima sürtüşen negatif bir bağlantı tüm ülkelerde derece derece sürüp gider Diğer bir deyimle, her türlü tutuculuk (asabiyet) bireye, topluma, rejime baskı yoluyla egemen olma amacı güderken, laiklik onun önünde bir engel, bir set gibidir Onun içindir ki, genel olarak, din bağnazları bilgisiz halk yığınlarına laikliği kılık değiştirmiş bir dinsizlik olarak telkin ederler Hiç kuşkusuz böyle bir sav tarafsızlıktan ve objektiflikten yoksundur Aynı zamanda belli amaçlara yönelik açık bir saptırmadır Oysa, laiklik ne dinsizliktir ne de din düşmanlığıdır Çünkü, laiklikte dinsel inançlara karşı negatif bir tavır takınma bahis konusu olamaz Bu ilke, bireylerin din ve vicdan özgürlüğünü egemen kılmak üzere hukuk ve eğitim bakımından dinin baskısını (neutraliser) etmek demektir İşte bağnazların anlamak istemediği husus, dinin birey ve toplum içinde varlığını tüm içtenlikle sürdürmesi değildir Gerçekleri görmezlikten gelip baskıcı bir yönetim biçimini getirebilmektir
Çağının daima ilerisinde olan Atatürk'ün düşünceleri, II Dünya Savaşından sonra Uluslararası belgelerde açıktan yer almaya başlamıştır Din ayrımının kaldırılması ve din özgürlüğünün sağlanması hususunda İnsan Hakları Evrensel Beyânnamesi'nin 18 maddesi şöyledir: "Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır Bu hak, din veya kanaat değiştirme hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık olarak veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve âyinlerle izhar etme hürriyetini gerektirir " Bu ilkelerin uygar toplumlarda gerçeklik kazanması, yüzyıllar boyunca süren bir fikir savaşı sonunda kazanılmış bir başarıdır
Atatürk, laik devletin pozisyonuna ve laik tutum ve anlayışa bir diğer açıklamada daha bulunur
"Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriye'tini tekeffül etmek demektir Ona göre düzeltiniz "
Yarım yüzyılı geçen Cumhuriyet tarihimizde, Kemalizm'in temeli olan ilkelerin her biri hakkında Türkiye içinde ve dışında, çok şey yazılmış ve söylenmiş bulunuyor Bu ilkeler arasında laiklik, kitap, makale olarak yoğun bir yayına, konferans, panel ve sempozyum olarak da tartışmaya konu olan bir inkılâp ilkemizdir Laiklik için açıkça, Türk toplumunun sürekli güncel konusudur denilebilir Gerek yurdumuzda, gerekse uzak, yakın ülkelerde olagelen birtakım olaylar, yankılar gün geçmez ki bireysel ve sosyal açıdan bize laikliğin ileri, üstün ve toplayıcı niteliğini anımsatmamış olsun
Laiklik, siyasal olduğu kadar eğitsel ve daha geniş deyimiyle, kültürel yaşantıya yön veren bir role sahiptir Yüce Atatürk'ün önderliğini yaptığı bu başarılı girişim ile Türk ulusu, bireysel ve toplumsal bakımdan açık ve aydınlık bir düzeye çıkarıltmıştır Böylece, Türkiye, Cumhuriyet rejimini niteleyerek ondan ayrılmaz bir bütünlük gösteren bu devrim ilkesi, diğer devrimlerin hem tabanı hem de garantisi olmuştur Laikliğe bu bakımdan, Cumhuriyetimizin en önemli tarihsel olgusudur diyebiliriz Çünkü, bu başarılı girişim ile teokratik ve çökmüş bir Ortaçağ İmparatorluğu yerine, çağdaş bir devletin doğuşu, skolastik bir eğitim yerine, vicdan özgürlüğü kavramını getiren zihniyetin yasalarla perçinlenmesi mümkün olabilmiştir Yansız ve tarafsız olarak tüm bu belgeler arasında, biz Atatürk'ün din ve dine ilişkin, yani İslâm dini, laiklik, hilâfet ve irtica üzerinde yapmış oldukları konuşmaları bir araya getirdiğimiz zaman, açıkça şunu göstermekteyiz: Atatürk'ün bir yurt sorunu olarak en çok üzerinde durdukları ve açıklamalarda bulundukları konu din ve laiklik alanıdır Bunun gerçek nedenlerini de bizzat kendi sözlerinde bulmaktayız
''Biz ilhamlarımızı, gökten ve gaibden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt bağrından çıktığımız Türk Ulusu ve bir de uluslar tarihinin binbir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığmız sonuçlardır "
Düşünce ve inanç özgürlüğü demek olan laiklik ilkesi, Atatürk'ün dünya görüşünün kilit önemindeki ögesi, bütünüyle Atatürk devriminin genel karakterini belirleyen özelliğidir Bilim ve sanatın gelişmesi, bilimsel düşünüşün toplumun yönetimine egemen kılınması, kadın haklarının tanınıp gerçekleştirilmesi ancak laik bir ortamda olabilir Kutsal sayılan konularda inanç ve düşünce farklılıklarının dünya işlerinde dayanışma ve işbirliğini engellememesi ortamı demek olan laikliğin, bu niteliği ile demokratik bir toplumsal ve siyasal düzenin de vazgeçilmez gereği olduğu açıktır Bütün bunları, derinden ve bütün kapsamıyla kavramış olduğu içindir ki Atatürk şunları söylüyordu:
"Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müridler ve meczuplar ülkesi olamaz En gerçek, en doğru tarikat uygarlık tarikatıdır Uygarlığın emir ve gereklerini yapmak, insan olmak için yeterlidir "
Yüzyıllar boyunca her şeye dinsel açıdan bakmaya, alışık bir Doğu toplumunun laikliğe yönelivermesi kolay değildir Bu nedenle Atatürk gerici tavır ve eylemler karşısında kesin ifadelerle konuşmuş ve Türkiye Cumhuriyeti ilkelerine bağlı olan herkesin de disiplinle böyle hareket etmesini istemiştir O şöyle der:
''Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatların, emanet eden insanlardan kurulu bir topluma uygar bir ulus gözü ile bakılabilir mi? Ulusumuzun gerçek görünüşü yalnış anlamda gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi unsurlar ve müesseseler, yeni Türkiye devletinde, Türkiye Cumhuriyeti'nde sürüp gitmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına en büyük ve düzeltilmesi imkansız bir hata olmaz mıydı? Biz her vasıtadan yalnız ve ancak, bir bakımdan faydalanırız O da şudur: Türk Ulusunu uygar dünyada, layık olduğu mevkie çıkarmak ve Türkiye Cumhuriyeti'ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha ziyade kuvvetlendirmek ve bunun içinde istibdat fikrini öldürmek '' (Büyük Söylev) den
Tanzimat'taki ıslahat hareketleri niye başarılı olamadı? Çünkü teokratik temel ve düzen üzerine Batı medeniyeti kurulmak istendi Bu iki karşıt kutup birbiriyle birleşemezdi, kaynaşamazdı Tanzimat kurumlarında ve her alandaki ikilik buradan geliyordu
Ve Atatürk açıklamalarıyla metod olarak, din eğitiminin de nasıl olması gerektiği hususunda yol gösterir:
''Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması gerekir ''
O büyük insan Türk Milletinin gerçekleri görmesini isteyerek şöyle der:
''Gerçi fikirleri güdenler belirli bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar Bu katiyyen bir vehimdir, zandır İlerleme yolumuzun üstüne düşmek isteyenleri ezip geçeceğiz Yenilik vadisinde duracak, değiliz Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?'' (2 12 1923)
"Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar " (1925)
"Uygarlık tarikatı Türkiye; şeyhler, dervişler memleketi olamaz Ölülerden yardım ummak uygar bir topluluk için lekedir Ortada bulunan tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevî ve mânevî hayatata mutlu kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümûlü ile uygarlığın göz kamaştırıcı ışığı karşısında filân ve falan şeyhin irsâdiyle maddî ve mânevî mutluluğu arıyacak kadar ilkel insanların Türkiye uygar topluluğunda var olabileceğini asla kabul etmiyorum  
Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müridler meczuplar memleketi olamaz En doğru, en gerçek tarikat, Uygarlık tarikatıdır Uygarlığın emrettiği ve istediğini yapmak insan olmak için elverir " (1 Eylül 1925)
"Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptal yapmaktır Oysa ki halk meczup ve aptal olmıya karar vermemiştir Biz dünya uygarlık ailesi içinde bulunuyoruz Uygarlığın bütün gerektirdiklerini uygulayacağız " (31 Ağustos 1925)
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaş temeller üzerine kurarken, Türk toplumunu Ümmet Çağı anlayış ve tutumlarından özgür düşünce ve inanca sahip bir Türk Ulusu olmanın bilincine kavuşturmak istemiştir Bunun tek yolu da laikliği uygulamak ve uygulatmaktır Böylece, Atatürk'ün laikliğe verdiği önem, bu ilkenin tüm inkılâpçı düşüncenin temeli durumunda oluşundandır
"Bütün yurttaşların kanun karşısında eşit tutulması'' demek olan halkcılık, ancak laiklikle mümkündür Çünkü, içinde çeşitli dinlere bağlı uyrukları toplayan bir devlet, din ve dünya işlerini tamamiyle birbirinden ayırmıyacak olursa, her din mensubu için ayrı ayrı yasalar uygulamak zorunda kalacaktır ki, bu durum, bütün bireylere eşit muamele yapmayı imkânsız kılacağı gibi, devletin siyasal bütünlüğünü de tehlikeye düşürecektir
Atatürk'ün duygu, düşünce ve tüm hareketlerinde tam bağımsızlık ve çağdaşlıkla nitelenmiş bir ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ amaçlandığına göre, laik devrim ilkesinin önemi kendiliğinden ortaya çıkar Bunun için, laikliğin titizlikle korunması Atatürkçü tutumda baş görev sayılmalıdır
[ALINTI - Doç Dr Neda ARMANER
|