Yalnız Mesajı Göster

Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm

Eski 10-10-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mehmet Akif Ersoy - 12 Mart Anısına Özel Bölüm



MEHMET ÂKİF’TE MİLLET KAVRAMI

Mehmet Âkif, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısı ve yirminci yüzyılın başlarında Osmanlı devlet adamları ve aydınları arasında etkili olan fikrî ve siyasi akımlar içerisinde, II Meşrutiyetten sonra yayımlamaya başladığı şiirleri, İslam dünyasından çeşitli fikir adamlarından yaptığı çeviriler ve diğer yazılarıyla İslamcılık ideolojisinin ısrarlı takipçi ve savunucularından biridir Ancak, özellikle Birinci Dünya Savaşı içerisindeki Arap isyanının, bu idealin gerçekleşme imkânının bulunmadığını ortaya koyması, Mehmet Âkif’i, kendisini “Müslüman Türk” olarak tanımlayan ve Batılı emperyalist devletlerin saldırılarına bu tanımın kazandırdığı motivasyonla karşı koyan Türk milletinin sözcüsü olma konumuna getirmiştir Başka bir deyişle, II Meşrutiyet döneminde İslamcı ideolojinin önemli temsilcilerinden biri olan Mehmet Âkif, Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele sürecinde, Türkçülük fikrinin bazı temel yaklaşımlarını benimsemiştir İstiklal Marşı bu yeni yaklaşımın son ve en önemli belgelerinden biridir Ancak bu yeni yaklaşımın Mehmet Âkif’in İslamcılık ideolojisinin savunuculuğunu yaparken aldığı tavra çok da aykırı bulunmadığını belirtmek gerekir Esasen Mehmet Âkif’in başyazarı olduğu ve İslamcı yazar ve fikir


adamlarının yayın organı olan Sırat-ı Müstakim dergisi, bir yayın politikası olarak daima Türkiye dışındaki Türk dünyası ile ilgilenmiştir Söz konusu derginin koleksiyonu incelendi ğinde bu durum açıkça görülmektedir Bu dergi çevresinde toplanan, Mehmet Âkif’in de içinde bulunduğu İslamcı aydınların bazıları, ılımlı bir Türkçülüğü reddetmemişlerdir Bu yüzden, konuyla ilgili bir çok çalışması bulunan ve İslamcılık üzerine doktora tezi hazırlamış olan İsmail Kara, bu aydınların o dönemde “Türkçü İslamcılar” olarak nitelendirildiklerini belirtmektedir

Bunların çoğu, Mehmet Âkif gibi, Millî Mücadeleyi desteklemişlerdir Millî Mücadeleye bizzat katılan Mehmet Âkif, bu mücadele sonucunda kurulacak yeni rejimin Türk unsurunu temel alan bir millî devlet yapılanmasına gideceğinin bilincindedir Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisine katılması ve İstiklal Marşını yazmış olması, onun, millet iradesini yönetim anlayışının temeli kabul eden bu yeni yapılanmaya gönüllü olarak katıldığını göstermektedir Öte yandan, Millî Mücadele yıllarında İslamî duyarlık bu mücadelenin önderlerince sürekli diri tutulmaya çalışılmıştır Ancak siyasî anlamıyla “İslamcılık”ın artık yürürlükte tutulma imkânı kalmadığı ortaya çıkmıştı ve Mehmet Âkif de elbette bunun farkındaydı

Mehmet Âkif’in İslamcılık ideolojisinin hararetli savunucularından biri iken, İslam’ı dışlamayan bir milliyetçilik fikrine yaklaşması, işte bu süreçte, büyük ölçüde Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerçekleşmiştir Şiirlerine kronolojik olarak baktığımızda, 1915-1916 yıllarına kadar onun İslam dünyasının siyasi birliği fikrine hâlâ inandığı “millet” kavramıyla bütün Müslümanları kastettiği görülmektedir Örneğin, Hakkın Sesleri adlı kitabında yer alan 1913 yılına ait bir şiirinde onun “İslam milleti” fikrini savunmaya devam ettiğini görüyoruz:
Hani, milliyyetin İslam idi Kavmiyyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine
()
Arabın Türke; Lâzın Çerkes’e, yâhud Kürde;
Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!
Müslümanlıkta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyyeti tel‘în ediyor Peygamber
(Hakkın Sesleri, Üç beyinsiz kafanın)

1913-1914 yıllarında yayımlanan Fatih Kürsüsünde şiirinde, Mehmet Âkif’in, yukarıda sözünü ettiğimiz, siyasi anlamıyla İslam birliği fikrinin gerçekleşme imkânının kaybolmasından duyduğu üzüntü ve karamsarlık açıkça görülmektedir Fakat 1915’te yayımlanan ve Çanakkale direnişinin şairde yarattığı coşkunlukla son bulan Berlin Hatıraları’nın da içinde bulunduğu kitabındaki şiirlerde, önceki şiirlerindeki karamsarlığın dağılmaya başladığını görürüz Bu kitaptaki şiirlerde Âkif artık İslam birliği fikrinin hararetli bir savunucusu değildir Ve onun bu kitapta yer alan bir şiirinde ilk kez “ırk” kavramını kullandığını görürüz Burada ırk sözüyle onun münhasıran Türk milletini kastettiği belki söylenemez Çünkü bu kelime o tarihte henüz bir kavram olarak sonradan alacağı anlamı kazanmış değildir Fakat bu şiirde artık siyasi İslam’ın yerini “Müslümanlık”ın aldığı açıktır:
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse hep
makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!
İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana
Gösterin ecdada az çok benzeyen bir kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigâr,
Çok değil, ancak necib evlada layık tek şiar

Âkif’te millet kavramının değiştiğinin en somut örneği ise, hepinizin bildiği gibi, İstiklal Marşı’dır Bu şiirde artık “millet” bütün Müslümanları değil, Millî Mücadeleyi gerçekleştiren Türk milletini ifade edecek şekilde kullanılmıştır Aynı şiirde “ırk” kavramı da bu kez açıkça karşılığını bulmuştur Başka bir deyişle, “ırk” ve “millet”, Mehmet Âkif’in düşünce dünyasında aynı anlama gelmeye başlamıştır

Mehmet Âkif’in, 1915 yılına kadar İslamî ve bu tarihten sonra millî bir kimlik olarak tanımladığı “millet” karşısındaki tavrıdır Şairimiz, Balkan Savaşlarından Çanakkale direnişine kadar olan dönemde büyük bir karamsarlık içerisindedir ve âdeta milletten umudunu kesmiştir Bunda kuşkusuz Rumeli ve Balkanlardaki Osmanlı topraklarının kaybedilmesi ve bu duruma yeterince karşı konulamamasına duyduğu tepkinin belirleyici bir rolü vardır 1915’ten önceki tarihlere ait birçok şiirinde, milleti oluşturan unsurlar (din adamları, aydınlar, bilim ve devlet adamları, askerler…) tahkir ve tezyif edici, aşağılayıcı ifadelerle anılmaktadır Örneğin Süleymaniye Kürsüsünde adlı manzum hikâyede, II Meşrutiyetten önceki ve sonraki yıllarda İstanbul’un durumunu anlatan şair, “kışla, daire, mektep, medrese, kılıç ve kalem” gibi sembolik kavramlarla ifade ettiği toplumsal sınıfları tam bir bozulma ve çürümüşlük hâlinde tasvir eder:
Ne felâket, ne rezaletti o devrin hâli!
Başta bir kukla, bütün milletin istikbali
İki üç kuklacının keyfine mahkûm olmuş:
Bir siyaset ki didiklerdi eminim Karakuş!
Nerde bir maskara sivrilse, hayasızlara pîr,
Haydi Mabeyn-i Hümayun’a! Ya bâlâ ya vezir!
Ümmetin hâline baktım ki yürekler yarası,
Ne bir ekmek yedirir iş ne de ekmek parası
Kışla yok, daire yok, medrese yok, mektep yok;
Ne kılıç var, ne kalem Her ne sorarsan, hep yok!
()
Hele ilmiyye bayağıdan da aşağı bir turşu!
Bab-ı Fetva denilen daire, ümmî koğuşu
Ana karnından icazetlidir, ecdada çeker;
Yürüsün, bir de sarık, al sana kadıasker!
Vükelâ neydi ya? Curnalcı, müzevvir, adî;
Ne Hüdâ korkusu bilmiş, ne utanmış ebedî,
Güç okur, hiç yazamaz bir sürü hırsız çetesi
Hani can sağlığıdır doğrusu bundan ötesi!

Siyaset, sivil ve askerî bürokrasi, ordu ve bilim-eğitim kurumlarındaki bu bozulmanın yanı sıra halk da her şeye boş vermiş ve vurdumduymaz bir hâldedir:
Yoklayım şimdi avamın da biraz
Nedir efkârı dedim Hey gidi vurdumduymaz
Öyle dalgın ki, meğer sûrunu İsrafil’in,
İşitip, yattığı yerden azıcık silkinsin!
Yürüyor, altı çürük toprağa gelmiş, seyyar
Bir mezarlık gibi: Her nasiye bir seng-i mezar!
Duymamış kaygı denen duyguyu vicdanında
Okunur her birinin cebhe-i hüsrânında,
“Ne gelenden haberim var, ne gidendenhaberim;
Serseri kevne geleliden beri sersem gezerim!”

Bütün bu vaziyet dolayısıyla, İstanbul’dan uzaklaşan ve İslam dünyasının çeşitli bölgelerini dolaşan, bu manzum hikâyenin anlatıcısı konumundaki kişi3, Hindistan’da iken, II Abdülhamid’in anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu, yani II Meşrutiyet’in ilan edildiğini duyunca buna inanamaz Çünkü ona göre özgürlük ancak onu elde etme uğrunda çaba gösteren bir milletin elde edebileceği bir şeydir Türk milletinde ise ne böyle bir istek ne de böyle bir çaba vardır

Mehmet Âkif, 1912 yılına ait bu şiirde bütün toplum kesimleriyle olumsuz ve karamsar bir ba kış açısıyla tasvir ettiği milleti, aynı yıllarda kaleme aldığı diğer birçok şiirinde de aynı karamsarlıkla anlatmaya devam edecektir Bu tarihlere ait şiirlerinin birçoğunda onun, içinde bulunduğu feci durumu kavrama yetisinden mahrum bulunduğunu düşündüğü milleti “yığın”, “cenaze”, “leş”, “meyyit”, “dilenci”, “yüreksiz” gibi sıfat ve imajlarla birlikte andığı görülmektedir Örneğin, Hakkın Sesleri adlı kitabındaki bir şiirde bu imajların şu şekilde kullanıldığını görüyoruz:
Ey dipdiri meyyit! “İki el bir baş içindir”
Davransana Eller de senin baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana Sen böyle değildin
Kurtulmaya azmin niye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa, ümidin mi yüreksiz?
()
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş
Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş Batıyormuş!”
Lâkin hani milyonları örten şu yığından,
Tek kol da “Yapışsam” demiyor bir tarafından!

Aynı kitapta yer alan bir başka şiirde yine “leş” imajıyla karşılaşıyoruz:
Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!
İslam’ı da “Batsın!” diye tutmuş, yediyorsun!
Allah’tan utan! Bari bırak dini elinden
Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen!

1913-1914 yıllarında yayımlanan Fatih Kürsüsünde adlı eserinde şair, millet için yine “leş” ve
“cenaze” imajını kullanır Söz konusu eserin anlatıcısı durumundaki vaiz, İslam dünyasını oluşturan milletleri “Cenazeden o kadar farkı olmayan canlar” hâlinde görür Yine bu milletler “esaretiyle mübahî”dirler Damarlarındaki kan âdeta irinleşmiş”tir ve bütünüyle İslam dünyası “bir yığın leş”ten ibarettir Milletlerin içindeki yeri “dilenci mevkii”dir Sadece günü kurtarmak için “şeref, şan, şehamet, din, iman, vatan, hiss-i hamiyet, hak, vicdan” gibi bütün mukaddeslerini terk etmiştir:
Cenazeden o kadar farkı olmayan canlar;
Damarda seyri belirsiz, irinleşen kanlar;
Sürünmeler, geberip gitmeler, rezaletler
()
Dilencilikle yaşar derbeder hükûmetler;
Esaretiyle mübahî zavallı milletler;
Harabeler, çamur evler, çamurdan insanlar
()
Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar;
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar
Atâletin o mülevves teressübâtı bütün
Nümune işte biziz Görmek isteyen görsün!

Mehmet Âkif’in “millet” hakkındaki bu olumsuz bakışının değişmeye başladığını, 1915’te yayımlanan Hatıralar adlı kitabındaki bazı şiirlerde görmeye başlıyoruz Örneğin Hatıralar’ın ilk manzumesi olan, Bakara Suresi’nin 286 ayetinin yorumu şeklinde yazılmış şiirde şair, milletinin yüzyıllar boyunca İslam’ın koruyuculuğunu yaptığını hatırlatarak, bu milletin Allah’ın “bir emrine ecdadı da ahfadı da kurban” olduğu hâlde bugün felaketten felakete sürüklenmesinden duyduğu acıyı anlatır ve “Balkan’daki yangın daha kül bağlamamışken” yeni bir savaşla karşı karşıya kalmasının bir bakıma bu milletin hak etmediği bir sonuç olduğunu söyler Fakat -Birinci Dünya Savaşını kastederek “bu cehennem”in bile onu yıldıramadığını, “kum dalgalarından”, “çöller”den, “kar kütlelerinden” “bir çağlayan gibi” geçmekte olduğunu belirtir Böylece milletten söz edilen mısralarla başlayan şiir, milletin orduya dönüşmesiyle, mukaddesleri uğrunda korkusuzca ölüme atılan ordunun zaferi hak ettiğini belirten mısralarla sona erer:
Bir böyle şehidin ki mükâfatı zaferdir,
Vermezsen İlâhî, dökülen hûnu hederdir!

Şiirin bu ikinci kısmı, daha sonra Âsım adlı eserinde göreceğimiz, Çanakkale şehitlerine hitap eden parça ve İstiklal Marşı ile benzerlik göstermektedir

Yine Hatıralar adlı kitabında yer alan Berlin Hatıraları şiirinde de, yukarıda sözünü ettiğimiz Süleymaniye Kürsüsünde adlı eserde diğer kurumlarla birlikte bozulmuş ve çürümüş olarak gösterilen ordu ve millet “Muazzam ordumuzun en muazzam evladı” olarak nitelenir Ve başlangıcı karamsar olan bu şiir, Çanakkale direnişini gerçekleştiren askerlerin dilinden, şu mısralarla sona erer:
Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harim-i namusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehid olsun
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa;
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar,
Aşıp da kaplasa afakı bir kızıl sârsar;
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir,
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi sinede birdir vuran yürek Yılmaz!
Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!

Bu olumlu bakış, Mehmet Âkif’in bir sonraki şiir kitabı Âsım’da da devam eder Köse İmam ve Hocazade adlı iki kişinin karşılıklı konuşması biçiminde düzenlenen bu uzun manzum eserde, eski nesli temsil eden Köse İmam’ın –ki onun Mehmet Âkif’in eski ruh hâlini temsil ettiğini de söyleyebiliriz milleti “leş” olarak nitelemesine Hocazade –ki o da Mehmet Âkif’in yeni ruh hâlini temsil eder karşı çıkar Ona göre millet “dipdiri”dir Sadece biraz “dalgın”dır, elinden tutan ve yol gösteren olduğu takdirde kurtuluşunu gerçekleştirecektir Çanakkale şehitleriyle ilgili meşhur mısraların da bulunduğu Âsım’da, Âkif’in millet konusundaki olumsuz ve karamsar tavrının nasıl değiştiği, yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz Hakkın Sesleri ve Hatıralar adlı kitaplarında yer alan şiirlerle karşılaştırıldığında görülebilir Bu değişimin ve umudun zirvesi İstiklal Marşı’dır; artık millet leş, dilenci, meyyit, cenaze vb değil, “istiklal”i hak eden kahraman bir “ırk”tır
Fazıl Gökçek

Alıntı Yaparak Cevapla