Prof. Dr. Sinsi
|
Yusuf Hayaloğlu Yağmur İçen Kız Şiiri
YAĞMUR İÇEN KIZ
Baldırı çıplak bir akşamüstüydü
Kime selam verdiysem yüzüme küstüydü
Yalnızlığa susmuştum, yağmura üşümüştüm 
Belli belirsiz ve hiçbir makamsız,
Hiçbir kelimesiz ve hiçbir anlamsız,
Kırılgan bir şarkıydı, tılsımına düşmüştüm 
Ve ben sanki ömrümde yaşamadığım
Ve yaşamadan yaşlandığım bütün aşkları
Bu ilk defa karşılaştığım, bu ilk defa yabancı,
Ve bu son defa tutunduğum kızla bölüşmüştüm 
Yağmur içen kız gece kuşu
Atmacaya benzer duruşu 
Bir omuzu el-ense çekerken azraile
Bir omuzu sokak lambasından da biçare 
Kimliğini sorarsan;
Barbar sokakların en barbar kızı,
Ve hortumlu karakolların en arsızı 
O destursuz yağmur, taş gibi iniyordu,
O fütursuz cadde, pür-telaş deviniyordu
Başını çevirip bakıyordu ara sıra
Hiçbir şey sormadan gidiyordum ardı sıra 
Bir karyola, bir sobadan ibaret 102 nolu odada
Buluştu gözlerimiz, sırları dökülmüş tozlu aynada 
Cebimdeki şişeyi yudumlarken sessizce
Saçlarını okşadım yavaşça ve teklifsizce 
Azıcık huylanmıştı, söylemedi ama şaşırmıştı
Sanırım ki o, hep değişen tiplere
Ve fakat hiç değişmeyen triplere alışmıştı 
Yağmur içen kız vahşi kısrak
Göğsü falçata krizi, öfkesi tavlı bıçak 
Soluğunda ıslak çimenlerin buğusu
Soluduğunda kundaklanmış ormanların yalazı
Güzelliğini sorarsan;
Dişleri kar kuşundan da beyaz
Dudakları vampirden de kırmızı 
Alışkın bir otel odasıydı, kenarda soba yanıyordu,
Tutkunun tasma koparan köpekleri
Arsız bir çarşaf gibi üstümüze abanıyordu 
Küçücük ama çok küçücük bir ağzı vardı,
Küçücük ama çok küçücük bir öpüşte bile
Bir vişne ısırığı gibi kanıyordu 
Çaparinin çengelinde çırpınan çipuranın
Yakaran gözlerindeki o tarifsiz kederle,
Bu küçücük ömründe, belki de ilk defa
Birisinin gözlerine bakmaktan utanıyordu 
Yağmur içen kız kaldırım meleği
Hüznün yirmidört saatlik beyhude kelebeği 
Her akşam sunarak kendini hoyrat ağızlara
Ve her sabah yunarak bedenini yağmurla
Ve boğarak o narin göğsünde hıçkırıklarını
Bir çalpara gibi yeniledi kopan yanlarını 
Yağmur içen kız çılgın kedi
Komalara girdi, jiletler yedi, ölmedi 
Hiç sormadım adını, kendisi de söylemedi
Ben şişeyi boşalttım, o ağzını sürmedi
Gitme vakti gelince uzatıp küçücük elini
Hoşça kal, dedi, almadan o malum bedelini 
Boş bir şişeden daha aptalca ne olabilirdi hediye?
Uzun uzun bakakaldı, bu adam deli mi ne, diye 
İyi ama bu şişe boş be arkadaş, dedi, bu şişe boş!
Her şey boş güzelim, dedim, her şey boş!
Sen de yağmur koyarsın belki bu şişenin içine,
Ve güneşin ışırsa bir gün, bir yerlerde, bir ihtimal,
Düşlerini yudumlarsın artık yağmurun yerine  
Yağmur içen kız gönül hırsızı
Hiç kimseler bilmeyecek sırrımızı 
Sen tutunmaya çalışırken gecenin eteklerine
Yine acıtacak güzelliğini, o çirkin maça papazı 
Ve yine kıyacaksın belki, o incecik bileklerine 
Yağmur içen kız sahipsiz bebek
Elbette bir gün herkes bir şekilde gidecek
Ama bu yağmur var ya, bu yağmur, inan ki
Nereye gidersen git, hep ardından gelecek 
Ne zaman tokatlasa yağmurlar penceremi,
NE zaman sersem ve buruşuk bir pardösü gibi
Dökülsem kaldırımlarına bu duman karası kentin;
Hep o kıza rastlarım, aynı kuytu köşede
Gözyaşlarını biriktirir usanmadan
Düşleriyle aynı şişede 
Hatırını sorarım, sessizce kaldırır yüzünü,
Tablolardan çalınmış gizemli bir gülücüktür
Yağmur içer yudum-yudum, kanasıya
Mezesi, eski bir geceden, vişne yarığı kırmızı
Ve hala kanayan o vişne ısırığı öpücüktür 
Yağmur içen kız mağrur yürek
Bu yağmurlar yalan ama ölüm gerçek 
Sen yine avucunda sakla, çaldırma cevherini
Ve sakın gösterme kimseye, o yağmur incilerini
Hep şarkını söyle; hiçbir kelimesiz ve makamsız,
Hep orda bekle; bir akşam belki apansız,
Gelir de alırım şişemi senden geriye:
O biriken yaşlarını içmek için damla-damla
Ve geciken bedelini ödemek için kendi hayatımla  
Yusuf Hayaloğlu
|